Karısından çok çekmişlerin "Nerdeee..." diye iç çektiğini duyar gibiyim. Ama bu, şaka kaldıracak bir senaryo değil.Birkaç hafta önce Pekinde duyduğum bir haber, hafta sonu Hürriyet Pazarın kapağındaydı:Dünyanın en kalabalık ülkesinde kadın nüfus hızla azalıyor.Çin, bir erkekler imparatorluğu olmaya gidiyor.***İnsanlık tarihinde bir dönüm noktası sayılabilecek ve dünyanın dengesini değiştirecek bu süreci iki gelişme tetikledi:Biri politik, diğeri teknolojik...Önce politik olanı anlatalım:Kültür Devriminde Çin Komünist Partisi üremeyi özendirdi. "Çok çocuk politikası"yla Çin nüfusu 1 milyarı aştı. Nihayet 1980lerde bununla baş edemeyeceğini fark eden yeni yönetim, "Tek çocuk politikası"na geçti. Birden fazla çocuk yapan aileler ceza ödeyecekti.İşte tam bu sırada "teknolojik bir yenilik" geldi:Ultrason...Tek çocuk hakkı olan aileler doğacak bebeğin cinsiyetini öğrenebilir oldu.Doktor "Bir kızınız olacak" mı dedi; doğru kürtaja!..Çünkü pirinç tarlasında ya da balık avında oğlan lazımdı.***Sonuç korkunç oldu.Ayşen Gürün haberinde bunun rakamları var:20 yıl önce Çinde her 100 kıza karşı 108 oğlan doğuyordu.Bugün 100 kız çocuğa karşı 117 oğlan doğuyor. (Bazı bölgelerde bu rakamın 150ye
Meslekte 25. yılımı kutluyorum.Çeyrek asır önce, böyle bir temmuz sabahı tırmanmıştım Konur Sokak, 27 numaranın basamaklarını..."Yankı" dergisi tabelasının asılı olduğu ahşap kapıyı çaldım.Yazı İşleri Müdürü Ömer Tarkanla randevum vardı. Görüştük.SBF Basın Yayın Yüksek Okulunda öğrenci olduğumu, 2ye geçtiğimi söyledim. "Sınıf arkadaşım Aydın Özdalganın selamları var"dı. Sadece okuyarak gazeteci olamayacağımı, bir yandan çalışmam gerektiğini hissediyordum. Kalemime güveniyordum.10 dakika sonra işbaşı yaptım.O hafta Mehmet Ali Ağca yakalandı ve Agah Oktay Günerle ilk röportajım yayımlandı."Ne zafer"di!* * *Gerçek bir okuldu Yankı...Küçük, mütevazı, ama etkili ve çok iyi eğitim veren bir okul...Benden önce Yalçın Küçükten, Mehmet Y. Yılmaza, Avni Özgürelden Şefik Kahramankaptana, Hikmet Bila ve Fikret Bila dan Vecdi Seviğe, Önder Şenyapılı, Çelik Arıobadan Kurthan Fişeke kadar nice meslek erbabı gelip geçmişti. Ben çalışmaya başladığımda ise yanı başımda Ahmet Taner Kışlalı, Hıncal Uluç, Nihat Subaşı, Yılmaz Ateş, Serhat Hürkan gibi isimlerden oluşan dev bir kadro vardı.Tabii en önemlisi, Mehmet Ali Kışlalı başımızdaydı.Gazetecilikte ne öğrendiysem ondan öğrendim. Tabir caizse "döve
Kazananlar 16 Ağustosta İstanbuldaki finalde yarışacak.Şampiyon ekip, San Franciscodaki Dünya Siber Oyunlarında Türkiyeyi temsil edecek.Geçen yıl Siberligce düzenlenen "Counter Strike (Karşı Saldırı) şampiyonası"na 9 ilden 250 "klan" (takım) katılmış, kazanan takım Güney Korede 55 ülkeden klanlarla yarışmıştı.* * *Counter Strike, dünyanın en popüler bilgisayar oyunu...Merak ediyorsanız, herhangi bir internet cafeye girin, "Sık beynine..." "Arkanda lan... vur" diye tuşlarla ateş edenleri izleyin.Benim oyunla tanışmam böyle oldu. Daha sonra ilkokul çağındaki oğlumu ekran başında "Karşı Saldırı"da bulunca daha da ilgilendim.1998de üretilen Counter Strike, teröristlerle, anti - terör timleri arasındaki savaşı "oyunlaştırıyor". Teröristlerin amacı, C - 4 bomba yerleştirmek, rehine kaçırmak ya da suikast düzenlemek... Anti - terör timlerinin görevi ise bunları engellemek... Önce ekibinize bir terörist veya anti - terörist modeli seçmek zorundasınız. "Gerilla"yı seçerseniz Amerikalılardan nefret eden Ortadoğulu bir terör örgütüne girersiniz. Karşınızda ise 1972 olimpiyatlarında İsrailli atletlerin öldürülmesinden sonra kurulmuş İsrail timi "Gsg - 9" vardır. Oyunda Arap kılıklılar
Kimin davetlileridir gelenler?Ebeveynlerin mi, gelinle güveyin mi?Aleme şan olsun diye yapılan bir gövde gösterisi midir nikah, yoksa hayatını birleştirmeye ahdetmiş iki gencin yemin töreni mi?***Türkiyenin ilk resmi nikahı 29 Ocak 1923te İzmir Beyaz Köşkte kıyılmıştı.Törene sadece akrabalar ve yakın arkadaşlar katılmıştı.Nikahtan sonra damat bir ara şahidinin kulağına eğildi;"Aslında gelini bir atın terkisine atıp kaçıracaktım, ama beceremem diye korktum" dedi.Medeni usulle evlenirken, atadan kalma yöntemle bir kız kaçırma hayal eden damadın adı Mustafa Kemal Paşaydı.***O gün bugündür nikah, gençlerin "Aslında şöyle isterdim ama..." diye sızlanıp hayal ettiklerinin aksine, ebeveynlerin, adetlerin, kuralların gereğini yaptıkları, sevimsiz bir yasak savma seremonisine dönüştü.Esra ile Beratın nikahına baksanıza...Hangi genç, nikah adı altında tertiplenen 7 bin kişilik sıkıcı bir mitingde, yarısından fazlasını tanımadığı bir davetliler grubuna yapay gülücükler dağıtarak, polis ablukasında ve hayatında ilk kez gördüğü 4 devlet adamının şahadetinde murada ermek ister?Bu "en müstesna gün" için hiç mi özel bir planları yoktur?"Hayır, ben bugün delice dans etmek istiyorum", "Şahitlik
***Tıpatıp bu tempoda yürüyor devlet...Bir bakıyorsun, hükümet peş peşe reform paketleri çıkarmış, insan haklarında iddialı adımlar atmış, DEPliler serbest bırakılmış.Sonra birden duruyor mekanizma...Yargıtay kararıyla salıverilen DEPliler için Emniyet suç duyurusunda bulunuyor."Gitti reform süreci" derken bir bakıyorsun yeniden yürümeye başlamış Mehteran... Bu kez sol adımla...TRTde Kürtçe yayın başlıyor. Sola bir selam çakılıyor.Sonra makine, aniden duruyor yine:Eğitim - Sen, anadilde öğrenim talep etti diye kapatma davasıyla karşılaşıyor. Fikret Başkayanın "Akıntıya Karşı Yazılar"ı için ceza davası açılıyor.Hop... sağa bir selam!..***Bir bakıyorsun, Milli Eğitim Bakanı okullarda müfredat programının değişeceğini açıklarken, yıllardır savunduğumuz bir ilkeden dem vuruyor:"Hedefimiz, itaatkar kullar yetiştirmek değil, şüpheci, sorgulayıcı bir düşünce yapısı geliştirmektir" diyor.Soldan selamı alıyor.Ertesi gün Ankarada bir ilkokul öğretmeni hakkında sınıfta "evrim teorisi"nden bahsetti diye soruşturma açılıyor.NATO zirvesinde dünya liderleri için hazırlanan "lirik gösteri", Carl Orffun Carmina Buranasıyla başlayıp Beethovenin 9. Senfonisiyle bitiyor.Haftasına Antalya Devlet
Bu şeffaf hatıralar savaşı, kadın ve erkeğin iç dünyasını sergileyen bir röntgen işlevi gördü.Anlaşıldı ki evlilikle yaşıt sayılan sadakatsizlik, herhangi bir evde nasıl yaşanıyorsa, Beyaz Sarayda da aynen öyle yaşanıyor.Yani isteri, iktidar, ihtiras, ihanet, itiraf karışımı bir pembe dizi kıvamında...Gelin tarafları dinleyelim şimdi: Bir ay içinde hem Hillary ve Bill Clintonın anıları, hem de Monica Lewinskynin buna dair beyanları yayımlandı. Böylece 1998de dünyayı sarsan "Monica skandalı"nı, 6 yıl sonra hadisenin 3 tarafından dinleme şansı bulduk. Hillary Clinton, "Yaşayan Tarih" kitabında "o meşum an"ı ayrıntılı anlattı. İddialar 8 aydır gündemdeydi, ama o "Yalan" diyen eşine inanmış, kamuoyu önünde onu savunmuştu. (DERS 1: Gerçeği söyleyin!)Jüriye ifade vereceği günden önceki sabah Bill Clinton eşini uyandırdı, odada birkaç tur attı ve "Durum sana söylediğimden çok daha ciddi" dedi.Daha önce Monica ile sadece birkaç kez konuştuklarını söylemişti. Şimdi fazlasını söyleyecekti: (DERS 2: Gerçeğin tamamını söyleyin!)"Lewinsky ile arasında uygunsuz bir yakınlık bulunduğuna ilişkin ifade vermek zorunda olduğunu, kısa bir ilişki yaşadıklarını söyledi. Deliye döndüm, şaşkınlıktan
"General/amiral, subay ve astsubay eşlerinin, bir kısım askeri hizmetlerin ifasında eşlerini desteklemekle yükümlü olduğu unutulmayacaktır. Ancak bayanların askeri hizmetlere ilişkin işlere karışmalarına asla müsaade edilmeyecektir."***Asker eşlerinin gündelik konuşmalarda -diyelim bir tarihi hatırlamaya çalışırken- "Bizim Albay olduğumuz sene" demesi adettendir.Ya da birini tarif ederken "Hani bizim sınıftandı canım" deyiverir.Oysa ne o sınıfta bulunmuştur, ne de o sene Albay olmuştur.Kendini eşiyle "rütbelendiren" bir özdeşleşmedir bu...Ama "Komutan"ın tepkisini çeken, bu "masum" alışkanlıktan fazla bir şey olsa gerek.Onun ne olabileceğini de yine o tepkiye yol açan kanaldan, yani asker eşlerinden öğreniyoruz.***"Sıkıntı"nın bir nedeni şu:Asker eşleri için "Kocası Albaysa, kendisi Paşadır" derler.Kadın, kışlada kocasından 1 yıldız üsttedir genellikle... Terfide daha hırslıdır, tayinde daha meraklı...Bazı sabahlar, alt rütbedekilerin eşlerinden telefonlar alır, "Bir talimatları olup olmadığını" soran...Zamanla bu jestler birer liyakat nişanına dönüşür.Batılıların "yastık sohbeti" dediği yatak odası muhabbetlerinde "Hanımefendi", eşinin kulağına bu hizmetlerden söz eder.Ya da
Türkiyenin Pekin Büyükelçisi Rafet Akgünay, geçen hafta Sarı Zeybekin Çince ve Uygurca yayımlanması nedeniyle elçilikte düzenlediği kokteylde Uygurca yaptığı konuşmaya böyle başladı. "Kitapnıng yazğuçısı"na teşekkür etti ve şöyle bitirdi:"Hemminglar hoş kelipsizler!" ("Hepiniz hoş geldiniz!")* * *Konuşmayı tercümeye ihtiyaç duymadan dinledik.Uygur dili tanıdık; lakin yazı Arap alfabesiyle... Çinliler, 1980lerde Uygurların etnik kimliğini bastırmak için dini öne çıkarmış. Sonuç: Latin alfabesi yerine Arap harfleri, hızla çoğalan camiler, kendini "Türk"ten çok "Müslüman" sayan ve Taliban içinde boy göstermeye başlayan Uygur Türkleri... (Türkiyenin Kürt kimliğine karşı Hizbullahı besleme politikasına benziyor değil mi?) Çinin Sincan - Uygur özerk bölgesinde 15 milyon civarında Uygur yaşıyor. Türkiyeyi pek az tanıyorlar. Kokteylde kitap imzalatanlardan biri "O ana kadar Mustafa Kemali ayrı, Atatürkü ayrı biri sandığını" söyledi. Kendisi de Sincanlı olan, kitabımın "hürmetlik" tercümanı Rukiye Hacı, "Bu, Atatürkle ilgili Uygurcaya çevrilen ilk kitap" diyor. "Sarı", Uygur dilinde makbul bir sıfat sayılmıyormuş. "Zeybek" de bilinmiyor. O yüzden "Hıs - tuyğuğa bay bolğan" ("duygulara