Denktaşın göremediği...

17 Nisan 2004

Üç kuşaktır kan davası güden bir ailenin "Hanım Ağa"sını oynardı. Film icabı, oğlu düşman ailenin kızına tutulur, bu aşkla ilişkiler yumuşar, kin bitecek gibi olurdu.O noktada Rona hırçın diliyle sahneye çıkar, torununu sarsarak gürlerdi:"Onlar senin düşmanın. Dedene, babana ettiklerini ne çabuk unuttun. Benim cesedimi çiğnemeden, onlardan kız alamazsın."***Aynı böyleydi Denktaş...İçlerinden "Artık bu kan davası bitse" diye geçiren dinleyici grubunu sarsarak "Ne çabuk unuttunuz" diyor, "Bomba her an patlayabilir" diye göz korkutuyordu.Dinlerken insan ürküyor tabii... Haklı olabilir. Sürekli "(U)Rum" diye öfkeyle söz ettiği kan davalısını en iyi o tanıyor çünkü...Ama göremediği şu:Harekâtta şehit düşenlerin torunları, bu kan davasının artık bitmesini istiyor.Yıllardır süren çözümsüzlük, yalıtılmışlık öyle bıktırmış ki insanları, hiçbir öcü, yeni bir hayat hevesini sindirmeye yetmiyor.Türkiyenin arka bahçesi, kumarhanesi, çete üssü olmuş, sürekli başına çorap örmüş bu yoksul adanın halkı, çözümsüzlüğün yılgınlığıyla "Ne pahasına olursa olsun çözüm" noktasına gelmiş."Haydi çöz" diye çok beklemişler liderlerini...Olmamış.Ve "Çözemezsen çözerler" ilkesi girmiş devreye...Çözüm,

Yazının Devamı

Fazilet

15 Nisan 2004

Fukara damlarımızın üstüne düşen öyle bir güneşti ki, doğumunda mahallece bayram etmiştik.Medar - ı iftiharımızdı o... Onca perişanlıktan, nasıl böyle bir nimet doğurabildiğimize pek şaşardı komşu semtler; çatlatırdık onları...Mahalleli, göğsünü gere gere gezinir olmuştu, yedi düvele karşı...Hızlı büyüdü, kostak kostak yürüdü bizim kız... Ne giydiği giydiğimize benziyordu, ne yazdığı yazdığımıza...Lakin öyle güzeldi ki, mahallece takılıp peşine, onun gibi giyinip, onun gibi soyunmaya başladık. Yeni yazılar, yeni şarkılar belletti bize. Adam yerine koydu, adam etti; raconuyla oturup kalkmayı, sofrada çatal bıçak tutmayı, saçtan tren rayı yapmayı, şapka giyip caka satmayı ondan öğrendik.Onun aşkına mahallenin yolları yapıldı, damları aktarıldı, ocağı bir başka tüter oldu. "Ne mutlu..." dedi övündü babası, 10. yaşında...Tutkunduk kızımıza!..Doğum günlerinde, süslenir püslenir evinin önünden geçerdik şarkılarla...Adı kazılıydı mahallenin dağında taşında...Uğruna az mı şiir yazdık, marş söyledik.***Daha 15indeyken babasını kaybetti...Dünyalar güzeli bir adamdı rahmetli; kızı bize emanet edip gitti. Emanet etti de, biz kaç zamandır aç karnımızı zor doyuruyoruz. Bırak kızı büyütmeyi,

Yazının Devamı

Nereden Sevdim O Zalim Kadını...

13 Nisan 2004

Hüzzam makamında bir aşk hikâyesi: Selahattin Pınar - Afife Jale Sahne 1: Selahattin ayağa fırladı ve "Babacığım, rica ederim, ben çalgıcı değil, sanatkârım" diye diklendi.Sadık Bey, pek sevimsiz bir küfürle yanıtladı bu çıkışı...Bunun üzerine Selahattin Pınar, ceketini alıp sofrayı terk etti. Kapıdan çıkarken döndü ve şöyle dedi:"Babacığım, bir gün gelecek, benim adımla anılacaksınız."Sadık Bey, yanı başında bulunan gaz lambasını oğluna doğru fırlattı. Çıkan yangını güç bela söndürdüler. Selahattin kapıyı çarpıp çıkmıştı bile...Asla baba evine dönmeyecekti. 1902 doğumlu Selahattin Pınar, Ticaret Mektebini bırakıp müziğe başladı. Oysa babası eski Denizli milletvekili Sadık Bey, onun hukukçu olmasını istiyordu. Bir gün Denizliden gelen eşraf için kurulmuş bir sofrada Sadık Beye oğlunu sordular; Selahattin de sofradaydı. Sadık Bey o yokmuş gibi "Selahattin çalgıcı oldu" dedi. 1902 doğumlu Afife Jale, İstanbul Kız Sanayi Mektebinde okuyordu. Ama onun aklı tiyatrodaydı. Oysa Müslüman kadınlara sahneye çıkmak yasaktı. Buna rağmen 16 yaşında talebe olarak Darülbedaiye başvurdu ve kabul edildi.Babası Hidayet Bey, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için çok uğraştı. Başaramayınca sertleşti.

Yazının Devamı

Haluk Kırcı nasıl kurtuldu?

10 Nisan 2004

Haluk Kırcı, 1978de Ankara Bahçelievlerde 7 TİPli genci, evlerinde basıp kimini beynine kurşun sıkarak, kimini iple boğarak öldüren ülkücü ekipten...Katledilen 7 gencin 4ünü "Reis" Abdullah Çatlının emriyle bizzat kendisinin öldürdüğünü itiraf etti.12 Eylülden sonra yakalandı.İlk ifadesinde katliamı bütün ayrıntılarıyla anlattı.Bu suçtan 1988de idama mahkum oldu.İçeride yatarken "şartlı tahliye yasası" çıktı. O, 7şer kez idama mahkum edildiği için yararlanamıyordu, ama bir tek adam öldürmüş kabul edildi. Ve 1991de "yanlışlıkla" salıverildi.Dönemin SHPli Adalet Bakanı karara itiraz etti.Yargıtay itirazı haklı gördü. Ama kuş uçmuştu.Tekrar aranmaya başladı.***"Aranırken" törenle evlendi.Nikah şahidi dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağardı.Sonra Susurluk kazası oldu.Ünlü MİT raporuna göre Kırcı, Çatlıdan sonra "Özel örgüt"ün silahlı kanadının başına geçti.1996da yakalandı.Küçükçekmece Başsavcılığına sevk edildi.O gün nezaretten "firar etti".Hakkında soruşturma açılan polis memuru, Adalet Bakanının arayıp "Nezarete atmayın, polislerle otursun" talimatı verdiğini söyledi.Kimdi bu talimatı veren Adalet Bakanı?..Mehmet Ağar...***Devam edelim:1999da Terörle Mücadele ekiplerinin bir

Yazının Devamı

Muvazaa geliyor!

6 Nisan 2004

Başbakanlık müsteşarlığı yaptığı günlerde askerler kendisine "sol parti" kurmasını önerdiğinde "Muvazaa demezler mi" diye sormuştu.Muvazaa!...Yani "danışıklı dövüş"..."Ülkeye solculuk lazımsa onu dahi biz yaparız" anlayışı...1930da nasıl "Memleket demokratik görünsün" diye Serbest Fırka kurdurulduysa, 50 yıl sonra da "Solda boşluk olmasın" diye Halkçı Parti kurdurulmuştu.Ama halk, oyunu "en az muvazaa kokan parti"ye verdi.***Deniz Baykalın "seçim zaferi"ni ilan etmesinin ardından AKPlilerin Baykala koltuk çıkan "Evet, CHP başarılıdır" açıklamasını okuyunca önce 1 Nisan şakası yaptıklarını düşündüm. Lakin bir gerçekçiliği vardı açıklamanın:AKP, "muvazaalı muhalefet" peşindeydi.Siyasetin boşluk kaldırmayacağını, bu kadar hızlı büyüyen iktidar partisinin karşısına eninde sonunda etkili bir muhalefetin dikileceğini biliyorlardı.Onun önünü kesebilmek için yaralı Baykalı yerden kaldırmaya çalışıyorlardı. Baykala omuz verirlerse hem karşılarında bir muhalefet varmış gibi olacak, hem de aslında esamisi okunmayacaktı.Böylece askeri - sivil bürokrasi ve derin devletten sonra iktidar partisinin de desteğini alıyor CHP...Geriye bir tek halk kaldı.O da bir türlü yutmuyor işte...***Dünyada da

Yazının Devamı

Reçel Yapamayan İslamcı Kadınlar

4 Nisan 2004

Selçuk Üniversitesinde öğrenciydiler.Kaşları alınmış, yüzleri pudralanmış, gözlerin altı ince kalemle halkalanmıştı. Seçimden çok adaylardan konuştuk. Konyanın bütün duvarları erkek adaylarca parsellenmişti. Kadınların yerel politikada ve şehrin sosyal hayatında hiç ortada görünmediklerine dikkat çektim; bundan onlar da şikâyetçiydi. İçlerinden biri "Oysa evde durum hiç de öyle değildir" dedi gülümseyerek..."Yoksa siz de Reçel Yap(a)mayan İslamcı Kadınlardan mısınız?" diye sordum.Bir gizli örgütü açığa vurmuşum gibi kıkırdaşıp uzaklaştılar.***Bu "örgüt"ün adını Yeni Şafakta Dücane Cündioğlunun köşesinde okumuştum ilkin...Cündioğlu, gençlerin Konya sokaklarına "Reçel Yapamayan İslamcı Kadınlar" diye afişler astıklarını duymuştu. Kavramın mucidi kendisiydi.Daha doğrusu evlilik çağında bir delikanlının yakınmasından çıkarmıştı bu kavramı... Yengesine "Ben reçel yapmayı bilen bir kızla evlenmek istiyorum" demişti bu kültürlü delikanlı...Basit gibi görünen bu talep, ilginç bir teşhise ulaştırmıştı Cündioğlunu:"Modern Müslüman kadın evde reçel yapmayı terk etmiş"ti."Kadın"la "ev" sözcükleri birbirini iter hale gelmişti."Müslüman kızlar, sorunlarını ev dışında çözmeye yöneliyor"du.

Yazının Devamı

Vazgeçebilmek...

3 Nisan 2004

Vazgeçemeyen, makamının sahibi değildir ki zaten; makamı onun sahibi olmuştur.İktidarı hiçleştirebilir ve varolmanın başka kanallarını keşfedebilirsen, bir düş uğruna malı mülkü bırakıp gitmeye muktedirsen yeterince güçlüsün demektir.O zaman, kudrete de ihtiyacın kalmaz zaten...Dünya malını hiçe sayanı satın almak zordur.O, feragatin pervasız zırhına bürünmüştür.***Böyle giderse Deniz Baykal üyesiz bir partiyle baş başa kalacak.Rauf Denktaş ise, yurttaşsız bir adayla...Toplum, onları yıllar yılı saygıyla taşıdı.Davalarını davası bildi; alkışladı.Ama iktidarın körleştiren ışığı, şimdi ikisinin de gerçeği görmesini engelliyor.İnatla karışık bir hırs, yedi düvelin kendilerine karşı birleştiği paranoyasıyla birleşip bağnazlaştırıyor onları...Israrlarıyla partilerine, ülkelerine zarar verdiklerini, gelişmenin, çözümün önünde birer engele döndüklerini algılayamaz hale geliyorlar.***Kıbrısta çözümsüzlüğü varlığının sigortası haline getirmiş Denktaş, halkının yalıtılmışlıktan duyduğu bıkkınlığı, çözüm iştahını anlamayarak, Ankaranın koşulsuz desteğinin ebediyen süreceğini sanarak, - sürmediğini görünce şaşarak- hala çözümü engellemeye çalışıyor.İnat ederse halkının Kıbrısı terk edeceğini

Yazının Devamı

Fanatizmin sonu

30 Mart 2004

Eskiden eve bir gazete girerdi ve ilelebet değişmezdi. Şimdi hangi gazete daha çok kupon dağıtıyorsa, okur onu tercih ediyor.Eskiden insan biriyle evlenir, onunla bir yastıkta kocardı. Mutsuzsa katlanmıyor artık... Boşanmalar hızla artıyor.Eskiden babadan devraldıkları partileri vardı insanların... Aileden APli ya da CHPliydi. Kanı aksa vazgeçmezdi. Şimdi bu da değişiyor. Seçmen, bir seçim başına taç diye taktığını, öbüründe ayağına paspas yapıyor.Fanatizmin çağı kapanıyor.***12 Eylül sonrası siyasetin ve son seçimin asıl ilginç sonucu budur bence...Global ölçekte ideolojilerin erimesine paralel bir gelişme bu...Siyaset, 12 Eylülde dağıtılan taşların yerli yerine oturmasını bekliyor ama devir, "oynak taşlar" dönemi...Seçmen, artık yerleşik kanaatlerle değil, gündelik menfaatlerle oy veriyor. Bu seçim şımarttığı AKPyi yarın siyasetten silebilir. Tıpkı bir seçim önce DSPye yaptığı gibi..."Kemik oylar" azalıyor. İnançlarla tutumlar ayrışıyor.Bu seçim Kürtler de vazgeçti etnik kimliğe dayalı oy verme huyundan... Kimlik iddiasından vazgeçtiklerinden değil; kimliklerini ifadeye kim hizmet ediyorsa ona oy veriyorlar. O yüzden DEHAP, 7 ilin 4ünü kaybetti.Sol seçmen de "Her şeye rağmen

Yazının Devamı