Kara Kuvvetlerinin "fişlenecek hainler" listesinin kalabalıklığını düşünün, muhtarların işinin ne kadar zor olduğunu anlarsınız:AB - ABD yanlıları, ruh çağıranlar, masonlar, filozoflar, azınlıklar, tarikatlar, satanistler, sosyetikler...Buna form mu yeter?* * *Muhalefette olsa mangalda kül bırakmayacak AKP, hadise karşısında "esas duruş"unu bozmadı. Neyse ki, basın eski basın olmadığını kanıtladı.Bu aşamada muhtarlarımıza yardım, hepimizin boynuna borçtur.İyi yurttaşlar olarak "Bir alışveriş, bir fiş" esasıyla, her gittiğimiz yerden bol fiş biriktirmemiz ve topladığımız fişleri ihbar etmemiz gerekir.Ben de buradan kendi fişimi ve fişlenebilir tanıdıklarımı açıklıyorum:78liyim.Neslim, 12 Eylülde budanan siyasi haklarını, çeyrek asır sonra daha geçen hafta geri alabildi. Ancak Allahtan bizimkilerin fiş kayıtları saklanıyor da, bırakın kendilerini, çocukları hatta torunları bile yönergede korkulduğu gibi orduya ya da polise sızamıyor. (Oradan dışarı sızana kadar neler çektikleri bir bilinse!..)Yönerge, "AB yanlısı" kişilerin fişlenmesini istiyor. Ben onlardan biriyim. Benim durumumda olan bir iktidar, bir de muhalefet partisi biliyorum. Hatta Cumhurbaşkanına bile "öyleymiş" diyorlar;
Yüzyılın Aşkları belgeselinde Bedri Rahmi var Daha nem olacaktın bir tanem/Gülen ayvam, ağlayan narımsın/Kadınım, kısrağım, karımsın"...Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü.Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu...Çünkü şiirde "kadınım, kısrağım, karımsın" dediği kadın, karısı değildi.Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan..."Kara saplı bıçak gibi"Mari, Bedri Rahminin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisinin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti.O dönem askerliğini yapmakta olan şair - ressamın sinesine, "kara saplı bir bıçak gibi" saplanmıştı.Mari, Bedri Rahminin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Marinin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı.Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu. 1949da bir gün İstanbul Büyük Kulüpteki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlundan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadutu okumaya başladı: "Karadutum, çatal karam, çingenem/
Öykünün adı "Karanlık Yollar"...1918de Edebiyat - ı Umumiye Mecmuasında yayımlanmış.Öykünün kahramanı meslek sahibi, aydın bir kadın...Eşi, geceleri "Beyoğlunda başka kadınlarla gönül eğlendiren" cinsten... Kadın, okumuş da olsa pencere önünde kocasını bekliyor. Ancak öykümüzün kahramanı farklı... Kocasının eve gelmediği bir gece, penceresini açıyor, karşı konağın penceresindeki ışığı fark ediyor ve sadakatini noktalıyor."Karanlık Yollar" öyküsü şöyle bitiyor:"Bir aydan beri hep korkarak, bir tehlike gibi görmek istemediği gölge yine oradaydı. Bu sefer kaçınmadı."Tarihe dikkat:1918...* * *Öykünün yazarı; Nezihe Muhiddin...Kadın hakları hareketinin önderlerinden... 19. yüzyılın sonunda İstanbulda doğmuş. "İyi bir hatip, karizmatik bir kişilik, esaslı bir feminist" olarak tanınıyor.Farsça, Arapça, Almanca, Fransızca biliyor.Çocukluğu II. Abdülhamidin baskı dönemine rastladığından "hürriyet âşığı" olarak yetişmiş. 20 yaşında İttihat Terakki Kız Sanayi Mektebine müdür olmuş. Aynı yaşlarda Sabah, İkdam gibi gazetelere sosyoloji, pedagoji, psikoloji yazıları yazmaya başlamış.Sahnelenmiş piyesleri, operetleri, filme alınmış senaryoları var.2 kez evlenmiş, ama hep babasından devraldığı
Bunu, yaşayarak öğrenmişti.Ona yaşatılan şey, Türkiyede çok partili rejimin sakat doğmasına neden oldu.***Yaşı yetenler hatırlar:DPyi iktidara getiren seçim 14 Mayıs 1950de yapıldı.Seçime 10 gün kala DPyi destekleyen Zafer gazetesinin 1. sayfasında bir kaza haberi yayımlandı.Haberin başlığı, "Kayalıbayın ölümündeki esrar"dı.Haber, Muzaffer Kayalıbay adlı vatandaşın 1945 yılında, Taksimdeki bir kavgada yaralandığını ve sonra da arabayla ezilerek öldüğünü duyuruyordu.Seçime 10 gün kala, 5 yıllık bir ölüm haberinin neden manşete yerleştiği seçimden 40 gün sonra anlaşıldı.DP milletvekili Ahmet Gürkan Mecliste "Bu olay bir kaza değildir. Şef sisteminin bu memlekette karanlıklar içinde bıraktığı bir faciadır" dedi.Gürkana göre "Kayalıbayı o gece tekmeleyerek yere düşüren ve üzerinden otomobille geçerek öldüren kişi, Ömer İnönüydü".***DP milletvekiline göre olay şöyle yaşanmıştı:Kayalıbay, Olga adlı bir Rus kızıyla evliydi. Olay günü, Olganın Rus kız arkadaşı ve dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğanın oğlu, bir otelde içip sarhoş olmuşlar, sonra da Dolmabahçe Sarayını aramışlardı.Sözde Tandoğan, telefonda "Şehzade"ye, "İstediğiniz kadınlar burada, yola çıkıyoruz, bizi karşılayın"
Köyünden kaçıp kötü yola düşmüş bir genç kızın öyküsü...Oyunun finalinde sevdiği oğlan, genelevde bıçaklıyor Fadik Kızı...Ve Fadik, "Demedim mi ben size, Alim beni sever" diyor son nefesinde... Seyirci ağlayarak alkışlıyor.Tam perde kapanacakken, videoyu başa sarar gibi, geriye alıyor oyunu yönetmen Gülçin Üstüntaş...Aynı sahne yineleniyor:Bu kez Ali, koşup sarılıyor yıllar sonra bulduğu Fadikine... Fadik, sevgilisinin kollarında, seyirciye gülümserken aynı repliği tekrarlıyor:"Demedim mi ben size, Alim beni sever!"Bu kez alkıştan yıkılıyor salon...Adeta kamuoyu yoklaması yapıyor Üstüntaş... Her oyunda aynı karşılığı alıyor. Alkışlardan anlaşılıyor ki, seyirci "namus davası"nda mutlu son istiyor.***İki "Fadik Kız" vakası yaşadık bir ay içinde:Biri Bitliste, diğeri Almanyada iki Türk kızı "namus derdi"ne düştü.İkisi de Anadolunun tutucu ailelerden gelmeydi.Biri evlilik dışı hamile kaldı, diğeri porno filmde oynadı.Güldünyanın cezası ölüm oldu; Sibeli babası evlatlıktan reddetti.Güldünya susturuldu ebediyen; Sibel, "Hayat benim, size ne" dedi.Güldünyanınki acı finaldi; Sibel, mutlu sona erdi.***Alman basını, olayı sansasyon haline getiren Bildi kınarken, "Alman sinemasını sadece
Ne yazık ki, medya, birkaç usta kalemi dışında konuya gereken tepkiyi göstermedi.Malum, Kıbrıs görüşmelerinde "müzakerelerin sağlığı açısından", medyanın "bir nevi" oto - sansür uygulamasını istedi Başbakan Tayyip Erdoğan...Bunun anlamı belli:Kamuoyunu bilgilendirmekle görevli medyanın, kendi iradesiyle belli bilgileri kamuoyundan gizlemesi... Başbakan, "ulusal çıkarlar"ın böyle gerektirdiği kanısında...***Bir yandan, Avrupa Birliği mevzuatına uyum niyetiyle girişilen bir açılım çabası var: Resmi belgeler üzerindeki gizlilik perdesinin kaldırılması için yasal düzenlemeler yapılıyor.Öte yandan sansür görevi, kendisine "düzenin bekçisi" rolü verilen basının sırtına yükleniyor.İstenen şu:Diyelim Denktaş, Kıbrıs pazarlığından çıkışta "karşı tarafı tahrik edecek" bir açıklama mı yaptı, medya, sorumluluk duygusu gereği o açıklamayı yayınlamayacak.Irak savaşında Türk hava sahasından Amerikan askerleri mi nakledilecek; ulusal çıkarlar gereği basın bu haberi kendiliğinden sansürleyecek.Türkiyenin Avrupadaki sicilini bozacak bir işkence vakası mı ortaya çıkarıldı, televizyonlar bu konuda gönüllü suskunluğa gömülecek.***Medyadan böylesi bir sadakat beklemek, daha çok otoriter rejimlerde
Armağan Çağlayan, Hürriyetteki "eleme hatıraları"nda, bir annenin, star olup evi geçindirecek kızına popçu elbisesi alabilmek için 3 milyar lira borçlandığını yazdı.Antalyada lise 2 öğrencisi, öksüz bir kızı da star olsun diye İstanbula çağırmışlar. 16 yaşındaki bu kız, şimdi okulu bırakıp seçmelere gidecek; kazanamazsa, jürinin kendisine sahip çıkmasını bekleyecek.***Göğüslerinde mahkumlarınkini andıran kocaman numaralarla geceden kuyruğa girip jürinin iki dudağı arasındaki kararı bekleyen bu gençler, yarından ümidini kesmiş Türkiyenin kurbanları...Çaresizlik, yoksulluk ve cehalet, her aşağılanmaya katlanmaya, bir umut uğruna borçlanmaya, mesleği, eğitimi boşlamaya itiyor onları...Tahsilin yerini şans, deneyimin yerini yırtıklık alıyor. Okuyarak, emekle, alın teriyle hayatta var olmayı vazeden toplumsal gelenek, kolayından şöhret olup yırtmayı teşvik eden anlayışa yenik düşüyor.Tahribatı yıllarca sürecek ve vesile olanlara büyük vebal yükleyecek bir akım bu...***İbretle gözlediğimiz bu tablonun bir başka yüzü var:İzlediklerimizin çoğu, Batılı TVlerin lisansıyla üretilen yapımlar... Amaçları, birilerini gözlemek, sevenleri evermek ya da star yetiştirmek değil...Global ölçekte
"Yapılan yoklamalar, rakibimizin şansının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ankaralı bastırıyor. Biz çekiliyoruz. Seçmenimize Karayalçına oy vermelerini söyleyeceğim" diyor.Veya Karayalçın geride kalacağını görüyor, Ateş lehine yarıştan çekiliyor."CHPli sol ittifak", başkenti Melih Gökçekin elinden alıyor.Ve bu jest, yepyeni bir güç birliğinin harcı oluyor.Hayal mi?Şimdilik öyle...Ama gerçeğe çevirmek biraz da bizim elimizde...***İnsan, yolu üzerindeki bir çukura düşerse bunun adı "ihmal"dir.Ama ertesi gün aynı çukura yeniden düşerse buna "aptallık" denir.Peki "aslan sosyal demokratlar"ın iki kez düştükleri çukura, üçüncü kez kararlı adımlarla yürümelerine ne ad vereceğiz?Şimdi lütfen rakamları dikkatli okuyun:1994 seçimleri... CHP Ali Dinçeri, SHP Korel Göymeni aday gösterdi. İki aday toplam yüzde 26.9 oy aldılar. Yüzde 27.3 oy alan Melih Gökçek, 6 bin oy farkla aradan sıyrıldı.1999 seçimleri... CHPnin adayı Karayalçın, DSPninki Doğan Taşdelen... İki sol adayın aldığı toplam oy yüzde 42.5... Ama oylar bölündüğü için yüzde 33 oy alan Melih Gökçek kazanıyor.2004 seçimleri... Sol ittifak Karayalçını, CHP Yılmaz Ateşi aday gösterdi. Gökçek ellerini ovuşturuyor.Yılmaz Ateşi çeyrek