Kıbrıs duvarını nasıl deldim?

7 Şubat 2004

"Vizeniz yok. Kıbrısa giremezsiniz."Bunu söylerken mahcup bir edası var. "Oh olsun" havasında değil... Tunç, biletleri ve vizeleri alan turizm şirketinin "Yunan vizesiyle Güney Kıbrısa da girebilirsiniz" dediğini hatırlatıyor."Yunanistan ayrı, Kıbrıs ayrı devlet... Bize ayrı vize lazım" diyor polis...İyi de, Türkiyede Güney Kıbrıs temsilciliği yok ki vize alabilelim? O yüzden Atina üzerinden geldik.Pek karşılaşmadıkları bir durum bu... Sorun, üst kademeye taşınıyor. Biz bekliyoruz. Pasaportlar o odadan bu odaya gidiyor. Ve karar çıkıyor:"İlk uçakla geri yollanmalarına..."Bavulları alırken hâlâ direniyoruz, "Vize verin o zaman" diyoruz.İşte bu aşamada "bizim mahalle"nin o malum kuralı devreye giriyor:"Her şeyin bir yolu bulunur."Birkaç dakika sonra uzun boylu bir yetkili gizlice zafer işareti yaparak müjdeyi veriyor: "Amirimiz Atinayla görüştü. Size bir ayrıcalık yapıyoruz."Adam başı 5er pound vererek vizeleri alıyoruz. "Zafer", çikolata ikramıyla kutlanıyor.İşte duvarın öte yanındayız. Larnaka Havaalanı... Pasaport kontrolü... Rum polisi bir uzattığım pasaporta bakıyor, bir yüzüme... Sonra "Yorgo" diye karşı bankodaki polise sesleniyor. Bir süre onunla konuştuktan sonra acı

Yazının Devamı

Canavar?..

3 Şubat 2004

Ve ben reklam panolarında o "öcü"yü ne zaman görsem "Kim bu canavar" diye sormaktan kendimi alamıyorum.6 yaşındayken bana da saldırmıştı. Alnımda ve bacağımda pençe izleri hâlâ durur.Birkaç yıl önce bir yetkili "İşte trafik canavarı bu" diye kameralara sarhoş bir kamyoncuyu teşhir etmişti. "Oh, nihayet yakalandı" diye rahatlamıştık. Ama sonraki bayramlarda baktık ki bizim canavar yine klişe manşetlere imzasını atmış:"Canavar tatil yapmadı: Şu kadar ölü, bu kadar yaralı..."Anlaşılan o sarhoş kamyoncu değilmiş canavar..."Demek hâlâ yaşıyor" diye düşünerek çocukken çok yakından gördüğüm o korkunç yaratığın peşine düştüm.* * *Yetkililere çocukluk hafızama kazınan canavarı tarif ettim.Tarifim üzerine çizilen temsili resmi, bilgisayara verdiler; "Canavar araştırma programı" uzun uzun taradı ve ekranda bir isim belirdi:"H. G. Hilts".Bu ismin peşine düştük. Araştırdık ve izini bulduk. Adam, ABD Federal Karayolları Kurumunun eski Genel Müdür Yardımcısı imiş.Ne ilgisi olabilirdi ki bizim trafik canavarıyla?..Meğer 2. Dünya Savaşından sonra bir heyetle Türkiyeye gelmiş, Bayındırlık Bakanlığına o güne dek izlenen "anayurdu demir ağlarla örme" politikasının terk edilmesini, "Sovyetlere karşı

Yazının Devamı

Üniversiteyi yeterince dövmedik mi?

31 Ocak 2004

Popüler Kültür gazetemiz için "Türkiyenin Yıldızları" yarışmasının ön elemelerini izlemeye gitmişti. Ve orada "Türkiye gerçeği"yle yüzleşmişti.Bilmediği şey değildi gerçi; ama 1.5 yaşındaki bebeğiyle gelen annelerden, 70lik emeklilerden çok, öğrencilerini star kuyruğunda görmek koymuştu ona... SBF Uluslararası İlişkilerden, Hacettepe Kamudan, Gazi Kimyadan, Bolu İzzet Baysal İşletmeden, Konya Selçuk Biyolojiden, Kıbrıs Lefke Bilgisayar Mühendisliğinden kopup gelmişlerdi."Niye" sorusuna şu cevabı vermişlerdi:"Doktor olsan seni 10 bin kişi tanır. Ünlü olursan milyonlar, belki de dünya tanıyacak. Televizyonda hem şöhret var, hem de para..."***Gazetede bir haber başlığı:"Seksapel kariyeri yendi"."Evli ve Çocuklu" dizisinde Zuhal Olcay, hüzünlü bakışları nedeniyle kadrodan çıkarılmış, yerine "seksi şempanze" olarak ünlenen Yıldız Kaplan atanmış.Bu haber de ertesi günkü gazeteden:"Üniversitenin arka kapısından çıkıp en zengin adam oldular".Haberde geniş bir liste var. 40 milyar dolarlık serveti olan Bill Gates, üniversite 1den terkmiş. CNNin kurucusu Ted Turner, odasında bir kadınla yakalandı diye okuldan kovulmuş. En zengin Asyalı Li Ka - shing liseyi bile bitirmemiş.***Ve bir

Yazının Devamı

Şarkılarda yaşayan kırık bir aşk hikâyesi

27 Ocak 2004

Balkonundan nazlı Boğaz akıyor, sereserpe...Pencerenin kenarında bir piyano...Piyanonun tuşlarında bir adamın elleri...Notalara, her gün geçtiği bir yolun tanıdık kaldırım taşları gibi basıyor. Her basışında gençliğimin bir başka unutulmaz şarkısı çınlıyor salonda...Ve Melih Kibar, seyrelen saçlarında aklarla, eski bir aşkı ve o aşktan doğan her bir şarkının öyküsünü anlatıyor. Bu akşam CNN Türkte yayımlanacak "Yüzyılın Aşkları" belgeselinde, bu yaratıcı aşkın hikâyesini getireceğiz ekrana...Alıştığımız aşklardan değil bu...Öyle ilk görüşte vurulmalar, uğruna ölümü göze almalar, evlilikler, boşanmalar yok. Ama aşkını kendi içinde yaşatan, duygularını fazla dillendiremeyen, konuşamadıklarını birbirine şarkılar aracılığıyla diyen iki insanın yarı platonik, kırık, buruk beraberliğinin öyküsü var. Belki de "Melih Kibar - Çiğdem Talu aşkı"nı, öbürlerinden farklı kılan yanı da bu...Tanıştıklarında Çiğdem Talu, 36 yaşında bir İngilizce öğretmeniymiş. Melih Kibar ise 24 yaşında bir kimya mühendisi...Çevreye ilişkilerini hiç belli etmemişler; ama bu 12 yaşlık fark, kemirmiş içlerini..."Öğrencisi yaşında bir gençle beraber olmak" öğretmen ahlâkıyla yetişmiş Çiğdeme ağır gelmiş.Ve kimya

Yazının Devamı

Kara civciv

25 Ocak 2004

Fark etti ağladığımı; şaşırdı, sordu."Filmde anlatılan bizim hikâyemiz..." dedim, "...annenin... benim... bizim gibilerin..."12 Eylülü ilk kez anlattık ona... Askerler niye bir Eylül sabahı gürültülü konvoylarla gelip girivermişti hayatımıza...?Niye evlerinden alınıp götürülüvermişti onca insan? Neden bir kısmı dönememişti?"Ya kitaplar? Askerler niye kütüphanedeki kitapları devirdiler baba? Ne varmış ki o kitaplarda..?"* * *"Vizontele2"deki çocuk gibi 1980 Eylülüne gittim bu soruyla...Sabahın 5inde teyzemle sokağa çıktığımızda tank paletlerinin uğultusuyla ürküyor ve hep aynı şeyi düşünüyordum:"Kitaplarım... Kitaplarım ne olacak?"O saat kim bilir kaç evin kazanında kitaplar yakılıyor, basılan kaç evden kanıt diye dergiler toplanıyordu. (Sahi niye "Az okuyan bir toplumuz" biz?)Ne ilginç; filmin açılış sahnesinde ("Ekim 1980/ Aydınlıkevler İlkokulu") Yılmazın kompozisyon dersinde "iki satır yazıyı yazamıyor" diye azarlandığı okulun önünden geçip işe gidiyordum, o günlerde her sabah..."Yazamıyor" diye azarlanan o çocuk, şimdi kalemine hâkim olamayan bir obur gibi, oyun, film, şiir, skeç, stand up ne bulursa yazıyor.Ne intikam ama..!* * *Evet, çocukluğumuzun son yazıydı.Bir güz içinde

Yazının Devamı

Ölmeyeceksin!

24 Ocak 2004

Ve o güzelim Bedri Rahmi şiirini bana okuduğu günü...Karlı bir Ankara akşamıydı. Esenboğa Havaalanında karşılaşmıştık. Onun emektar arabasıyla şehre dönüyorduk. Deri eldivenleriyle camın buzlarını temizledikten sonra direksiyona geçmiş ve yol boyu bana, çalışmakta olduğum 32. Gün programıyla ilgili hazırlamakta olduğu dosyayı anlatmıştı."Seni severim; o yüzden bilmeni isterim. Ciddi bir yolsuzluk dosyası açıyorum bu konuda... Eve gel, göstereyim. Bu işte bir haram kokusu var" dedi ve sözü şiire getirdi:"Bak şair ne diyor: Ne bir haram yedin, ne cana kıydın / ekmek gibi temiz, su gibi aydın / Hiç kimse duymadan hükümler giydin / yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Ardından böyle söyleyebilmeli insanlar..." Bir yıl sonra bütün Türkiye, onun ardından bu türküyü söyleyecekti.* * *"Ölmeyeceksin" demişti Sezen Öze; "Ölünce bu işin devamı yok..."Sezen Öz, kontrgerilla için açacağı davanın hazırlık soruşturmasını yürütürken öldürülen Ankara Savcı Yardımcısı Doğan Özün eşiydi. Doğan Öz vardığı sonuçları, bir rapor halinde dönemin Başbakanı Ecevite sunmuştu:"Bazı yabancı istihbarat örgütlerinin, devlet aygıtını da kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar

Yazının Devamı

Iraka şeriat yasaları

20 Ocak 2004

Başlarında Kamu İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Nesrin Balvari vardı.Çoğu, kadın haklarıyla ilgili örgütlerin üyesi olan kadınlar, Irak Geçici Konseyinin medeni kanunu değiştirmeye yönelik kararnamesini protesto ediyordu.Göstericiler "Yeni Irakta kadın erkek ayrımına hayır" yazılı pankartlar taşıyordu.Balvari, kararnameyi hayretle karşıladığını söylüyordu.***Komşumuzla ilgili bu çok önemli haber, nedense Türk basınında gereken ilgiyi görmedi.Irak, bildiğiniz gibi Arap dünyası içinde en laik hukuk sistemine ve kadın haklarına sahip ülkelerden biri... Baas partisinin ana hedeflerinden biri Arap kadınını erkeklerle eşit şekilde topluma katmaktı. Bu amaçla ülkede kadın özgürlüğünde büyük mesafe kat edildi. Çokeşliliği zorlaştıran ve boşanma halinde kadını koruyan 1959 tarihli Medeni Kanun, Ortadoğunun en ilerici yasalarından biri sayılıyor.Lakin Saddamın devrilmesinden sonra ABD öncülüğünde oluşturulan Geçici Konsey, geçenlerde bu Medeni Kanunu feshetme kararı aldı. Konseye göre "kişisel haklar dini yasalara göre korunmalı"ydı ve yasalar, din erbabı tarafından denetlenmeliydi. Haber, Irak yönetiminde muhtemel bir şeriat yöneliminin işareti olarak yorumlandı.***Iraka özgürlük,

Yazının Devamı

Sevgili Allah!

18 Ocak 2004

Ankaraya yeni oyunu "Oscar ve Pembeli Meleği"ni sahnelemeye gidiyordu.Başkentten İzmire geçecek, sonra da Amerika turnesine başlayacaktı. Oyunun İstanbul gösterimi bir telif sorunu nedeniyle şimdilik yapılamıyordu.Özel tiyatroların sıkıntılarından ve yeni oyunundan söz ettik yol boyu...Oyunu anlatırken, her bir çizgisinde bin bir tecrübe saklayan yüzü sevinçle ışıldıyor, sesinde, sahneden tanıdığımız o coşkulu heyecan çınlıyordu. Bir ara önündeki oyun metnine kapandı; dua okur gibi mırıldanarak temrine başladı. Metne bir göz attım; ilk satırında "Sevgili Allah" yazıyordu.* * *Ertesi akşam oyunda aldım soluğu...Yoğun kar yağışına rağmen Büyük Tiyatro tıklım tıklımdı. En önde Cumhurbaşkanı Sezer ve eşi oturuyordu.Uçaktaki mütevazı ve nazik kadın şimdi sahnede, her dalından ayrı meyve veren bereketli bir ağaca dönüşmüştü.Eric Emmanual Schmittin oyununda iki rolü bir arada oynuyordu:10 yaşındaki lösemi hastası Oscar ile 100 yaşına merdiven dayamış bakıcısı "Pembeli Melek"...Günden güne ölüme yaklaşan Oscar, kalan sayılı günlerini, Allaha mektup yazarak geçiriyor, çocuksu sorular ve dileklerle hayatı, ölümü ve inançları sorguluyordu.Uçakta gözüme ilişen "Sevgili Allah" hitabı, onun

Yazının Devamı