<#comment>#comment>Farkında mısınız; şanlı Türk demokrasisi döndü dolaştı 1946'da başladığı noktaya döndü.
Bayar ve İnönü'ye...
Merkez sol bunca isimle toparlanamayınca, kurtarıcı olarak İnönü ismine sığındı.
Merkez sağa ise şimdi Bayar ailesinden bir toparlayıcı getirtiliyor.
Okullarda istenildiği kadar Cumhuriyet'le "hanedan rejiminin kaldırıldığı" öğretilsin; bunun adı apaçık "hanedan rejimi"dir.
Cumhuriyet Dergi, Guardian' ın 11 Eylül'den sonra Şaron' la yaptığı bir r"portajı yayımladı.Ailesi Rusya'dan g"çmüş.1922'de Tel Aviv yakınlarına yerleşmişler.Babası Samuel, ziraatçıymış. "Asla bir siyonist olmayan" annesi Vera ise kendini istemeye istemeye Yahudilerin yerleşim sorununa adayan bir tıp "ğrencisi... "Tehlike, hayatımızın bir parçasıydı" diyor Şaron:"İngiliz mandası yıllarında tüfeklerimizi at pisliklerinin altına saklardık. Çok küçük yaşlarımda tekrar tekrar tüfekleri saklayıp çıkardığımı hatırlıyorum."Şaron, çiftliğindeki bu s"yleşide "koyunların bile kendisinden korktuğunu" s"ylüyor. Toprak sevgisinden s"z ederken "Filistinliler de bu toprakları seviyor" denilince "Evet, buna saygım var. Aslında onlar mükemmel çiftçi" cevabını veriyor ve çocukluğunda - hatta yakın zamana dek - Arap arkadaşları ve çiftliğinde çalışan Araplar olduğunu anlatıyor. Sonra "güvenlik nedeniyle" bundan vazgeçmişler. "Bütün hayatımız boyunca Araplarla birlikteydik. Ama ter"rle birlikte olamayız. Büyükbabam, annem, babam, ben, oğullarım ter"rle birlikte yaşadık. Elde kılıç bekleyemeyiz" diyor.* * *Peki kimin ter"rü bu? "Buldozer" lakaplı Şaron' un biyografisinde bunun da
<#comment>#comment>Kimdir dünyayı ateşe veren Ariel şaron?Cumhuriyet Dergi, Guardian'ın 11 Eylül'den sonra Şaron'la yaptığı bir röportajı yayımladı.
Ailesi Rusya'dan göçmüş.
1922'de Tel Aviv yakınlarına yerleşmişler.
Babası Samuel, ziraatçıymış. "Asla bir siyonist olmayan" annesi Vera ise kendini istemeye istemeye Yahudilerin yerleşim sorununa adayan bir tıp öğrencisi...
"Tehlike, hayatımızın bir parçasıydı" diyor Şaron:"İngiliz mandası yıllarında tüfeklerimizi at pisliklerinin altına saklardık. Çok küçük yaşlarımda tekrar tekrar tüfekleri saklayıp çıkardığımı hatırlıyorum."Şaron, çiftliğindeki bu söyleşide "koyunların bile kendisinden korktuğunu" söylüyor. Toprak sevgisinden söz ederken "Filistinliler de bu toprakları seviyor" denilince "Evet, buna saygım var. Aslında onlar mükemmel çiftçi" cevabını veriyor ve çocukluğunda - hatta yakın zamana dek - Arap arkadaşları ve çiftliğinde çalışan Araplar olduğunu anlatıyor. Sonra "güvenlik nedeniyle" bundan vazgeçmişler.
"Bütün hayatımız boyunca Araplarla birlikteydik. Ama terörle birlikte olamayız. Büyükbabam, annem, babam, ben, oğullarım terörle birlikte yaşadık. Elde kılıç bekleyemeyiz" diyor.
Başkale, sesi Şıvan Perwer' inkine benzeyen bir devrimci ozandı. Onları çalıştığı otele davet etti. Gittiler.Delikanlılar Kürtçe bir türkü dinlemeye o kadar hasretti ki... Fırat kuşkuyla etrafa baktı; kimse var mı diye... "Bir duyan olursa ihbar eder, hayatımız kayar" dedi.Sonra onları otelin bodrumunda karanlık, basık, küçük bir odaya g"türdü. Sazını kucaklayıp Kürtçe türküler okudu.Birkaç saat sonra iki delikanlı da illegal bir eylemden çıkmış gibi ürkek, ama memleketin dağlarına kavuşmuşçasına mutluydu.Gençlerden biri Yılmaz Erdoğan' dı...Diğeri ise, yıllar sonra onun biyografisini kaleme alırken bu anıyı yazacak olan dostu Muhsin Kızılkaya... ("Yılmaz", Sel Y. 2001. s. 153)* * * Milliyet, "Kışlada Kürtçe türkü" manşetini patlatınca Muhsin' in kulaklarını çınlattım.Habere g"re, Bitlis il Jandarma Alayı'nın gazinosunda erler orkestrası Kürtçe "Zeyno" s"ylemiş, yetkililer tempo tutmuştu.İstanbul'da Şıwan Perver' in yeni kasetinin ilanları afişlerdeydi.Ve MGK, "Kürtçe yayın" ı gündemine alıyordu.Neredeyse bir asır, b"yle bir dil olduğunu inkar edenler, o dili kullananlara dünyayı dar edenler, üstüne vazifeymiş gibi "Dili kullanma hakkını versek birbirlerini anlamaz
<#comment>#comment>1980'lerde, Hakkarili iki delikanlı Aksaray'da yürürken hemşehrileri Fırat Başkale'yle karşılaştılar.
Başkale, sesi Şıvan Perwer'inkine benzeyen bir devrimci ozandı. Onları çalıştığı otele davet etti. Gittiler.
Delikanlılar Kürtçe bir türkü dinlemeye o kadar hasretti ki...
Fırat kuşkuyla etrafa baktı; kimse var mı diye...
"Bir duyan olursa ihbar eder, hayatımız kayar" dedi.
Sonra onları otelin bodrumunda karanlık, basık, küçük bir odaya götürdü. Sazını kucaklayıp Kürtçe türküler okudu.
Gerçekten tonu oldukça ağır bir ifadeydi.Ankara'daki yabancı ajanslar hemen haberi dünyaya yaydılar.Başlıkta dünyanın, "zellikle de Yahudilerin iyi tanıdığı bir İngilizce s"zcük vardı: "Genocide" yani soykırım...* * *Saatler gece yarısını geçtikten sonra 00.45'te Başbakanlık Basın Merkezi'nin sürpriz bir açıklaması ulaştı Anadolu Ajansı'na: Başbakan' ın DSP grubundaki konuşmasında geçen "soykırım" s"zcüğünün "bazı çevrelerde maksadını aşan yorumlara neden olduğu" belirtiliyordu.S"zcüğün yanlış anlaşılacak bir yanı yoktu oysa... "Soykırım", soykırımdı. Anadolu Ajansı, haberi dün saat 01.14'te geçti.Grup konuşmasından sonra geçen 15 saat içinde ne olmuştu da, Başbakan, sabahki açıklamasını gece düzeltmek zorunda bırakılmıştı?* * *Benim kaynaklarım "hiç iyi şeyler olmadığı" nı s"ylüyor.Kulislere yansıyan bilgilere g"re Başbakan' ın açıklaması, akşam saatlerinde Washington' a ulaştı ve bir süre "nce Ankara'da Ecevit' le g"rüşen Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in ofisinde "rahatsız edici" bulundu.Bu rahatsızlık derhal Ankara'ya iletildi.Dışişleri, "düzeltme" gereği duydu.Diplomatlar, "mızrağı çuvala sığdırma" çabasına giriştiğinde Ecevit, Afgan konuğu Muhammed Şerif
™ğleden sonra soluğu doktorda aldım.Dünya tatlısı bir doktor, ilk bakışta ç"zdü derdimi: "Direnç kaybına bağlı iltihaplanma...""Sorun g"zünde değil aslında..." dedi doktorum, "...baktığın yerde... Hep karanlığa bakmaktan feri s"nmüş g"zlerinin... Yılgın düşmüşsün. Yorgunluk mikrobu, seni g"zünden vurmuş". Bu teşhisin ardından "yle bir reçete yazdı ki dostlar başına: "Pozitif düşüneceksin. Hayata sımsıkı sarılacaksın. İşinden kafanı kaldırıp sevdiklerinle vakit geçireceksin. Kendine yeni heyecanlar yarat. Sev, ki hücrelerin yenilensin. Sana enerji vermeyecek hiç kimseyle de birlikte olma."* * * Benzer s"zleri "nceki gün Milliyet'in yemeğinde duymuştum. "Enerji uzmanı" Uri Geller, g"zümüzün "nünde, "düşüncenin gücünü enerjiye d"nüştürerek", bir dokunuşta çorba kaşıklarını bükmüş, turp tohumlarını filizlendirmişti.Biz hayretle seyrederken "işin püf noktası" nı açıklamıştı: "Her gittiğim yerde kaşık eritme numarasını isterler, oysa bu g"steriyle asıl yapmaya çalıştığım şey, olumlu düşünmenin yaratabileceği enerjiyi sergilemek..."* * *"Sıkıysa gel Türkiye'de bir hafta yaşa; bakalım turpların filizleniyor mu" tepkisi geçti içimizden, sustuk. "Bugün ne yazsak" der demez, cümle
<#comment>#comment>Hollywood filmlerinde Kızılderililerin saldırdığı posta arabasının yolcuları, tabancalarındaki son kurşunu da tükettikten sonra tam birbirleriyle vedalaşırken bir trampet sesi duyulur ve askerler yetişir ya...
...bu sahneye benzer bir "Yaşasın yetiştiler" sevinciyle alkışladım, 40 barış gönüllüsünün beyaz bayraklarla İsrail kuşatmasını yarıp Arafat'ın ışıksız, aç ve susuz kıstırıldığı karargahına girmesini...
Son ana kadar ve asla insandan umudu kesmemek gerektiğine bir kez daha ikna oldum.
* * *
Şimdi Arafat'ın canlı kalkanı durumuna gelen bu "uluslararası barış gücü"nün arasında tanıdık bir Fransız çiftçi var:
Jose Bove...Yandaşlarının "Fransa'nın Robin Hood'u" dedikleri Bove, dünyada yükselen globalizm karşıtı akımın öncülerinden...