Malı aldık müdürüm şimdi yola çıkıyoruz

16 Mart 2002


<#comment>
Bakü’deydik. Nazım Hikmet belgeselinin çekiminde... Çekimlere vakfı temsilen katılan Tarık Akan bir dosya getirip "Gece şunu bir okusana" dedi. Gece otel odasına çekilip, A - 4 kağıda daktiloyla yazılmış notları okumaya başladım. Onun "12 Eylül anıları"ydı. Daha ilk satırlardan dehşete kapıldım. Yaşanan her an, öyle büyük ustalıkla aktarılmış, öyle zengin ayrıntılarla bezenmişti ki, kitap insanı bir anda içine alıyor, 12 Eylül’ün ürpertici iklimine sokup sarsıyordu. Satırları yutarcasına okudum. Sayfalar ilerledikçe anıların kasvetinden bitap düşmeye başladım. Senaryo filan değildi. Kaskatı, yalın ve gerçekti. ...daha ilk satırdan insanı, bir askeri darbe döneminin o ürpertici iklimine sokacak ve karnına bir yumruk gibi yerleşecek kadar gerçek...***Müjdat defterimi sakla
"Uçak havaalanına yaklaşırken Müjdat (Gezen) beni yatıştırmaya çalışıyordu. Onu duymuyor gibiydim. Tutuklanırsam onun neler yapması gerektiğini düşünmeye çalıştım; tanıdık birkaç kişinin adını saydım. Bütün gazeteleri aramasını tembihledim. Yerde beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Uçak inişe geçti. Arkama dönüp baktım. Halit (Kıvanç) ağabeyle işaretleşerek selamlaştık. Perran (Kutman) ‘Güçlü

Yazının Devamı

Çetin Altan yazmasa ne olur?

14 Mart 2002


<#comment>Afrika'nın uçsuz bucaksız topraklarında bahar yağmurlarıyla oluşup, yaz güneşinde yok olan geçici göller varmış.
Yerliler dermiş ki:
"- Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları..."Yani bugün karıncada olan üstünlük, yarın balığa geçebilirmiş.
Kimin kimi yiyeceğini, suyun hareketi belirlermiş.

* * *

Yazının Devamı

"MGK, Avrupa'ya mesaj verdi!"

12 Mart 2002


<#comment>İlginç bir vesile ile, ilginç bir karargahta, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kimi üst düzey komutanlarıyla birlikte oldum geçen gün...
Uzun görüşme, yemek ve ardından kahve sohbeti ile devam etti.
Söz verdiğim için vesileyi de, karargahı da, komutanların adlarını da yazmayacağım.
Ama konular "gündemdeki konular"dı, komutanlar da "gündemdeki komutanlar".
Doğrusu, içeriğini doğrudan haber kaynağına atfen yazamayacağım görüşmelerden, gazeteci tabiriyle "background" (perde arkası) bilgiler vermek, sevdiğim bir yöntem değil.
Ancak son dönem, basında öyle kafa karıştırıcı beyanlar, yorumlar yer aldı ki, birçoğuyla orada ilk kez tanıştığım komutanlardan, bu konularda, birinci elden edindiğim izlenimleri aktarmakta yarar gördüm.

Yazının Devamı

Bir miras hikayesi

10 Mart 2002


<#comment>Nazım Hikmet'in oğlu Memet'in babasının şiirlerini yayınlama hakkını Yapı Kredi Yayınları'na devretmesinden sonra Türkiye Komünist Partisi'nin "Gerçek varis biziz" iddiasıyla ortaya çıkması ve bir korsan baskıyla şiirleri "kamulaştırması" ilginç bir tartışma başlattı.
Aslında bu, siyaseten "Nazım'a kim sahip çıkacak" kavgası olmakla birlikte hukuken de Nazım'ın 2 varisi arasında yaşanacak bir polemiğin işaretini veriyor.

* * *

Nazım'ın vasiyeti, onun siyasi mücadelesini, kadınlarla ilişkilerini ve şair kişiliğini harmanlayan ilginç bir belge...

Yazının Devamı

Hani "hain"di?

9 Mart 2002


<#comment>İlkin şunu belirteyim:
Bilinç endüstrisi alanındaki her tür tekelleşme ihtimali beni ürkütüyor. O yüzden "kültürel hegemonya" konusunda temkinli olmak gerektiğini söyleyen her uyarıyı dikkate alıyorum.
Ama bu, ayrı tartışma konusu; Türkiye Komünist Partisi'nin "son eylemi" ise apayrı:
Kendini Nazım'ın "gerçek varisi" ilan eden TKP, şairin eserlerinin yayın hakkının, oğlu Memet tarafından "yağmacı düzenin sembol isimlerinden biri"ne, Yapı Kredi Yayınları'na verilmesini "geçersiz" ilan etmiş ve bir "korsan baskı" yapmış.

* * *

Yazının Devamı

Kaf Dağı’na yolculuk

7 Mart 2002


<#comment>"Felsefe Taşı"nın peşindeki Harry Potter’a benzeyen 16 yaşındaki Umut’un, Avustralya yerlileriyle tanışmak ve onlarla özgürlüğü yaşamak üzere evinden kaçtığını okuyunca "İnşallah gidip hayal kırıklığına uğramaz" demiştim.
Bazılarına cennet görünen yer, başkalarının cehennemi olabiliyor.
Tanışsak, Umut’a Avustralya’ya gittiğimde gördüğüm Aborjin’lerden dinlediğim yürek yakan öyküleri anlatmak isterdim.
"Beyaz Adam"ın, yerlilerin çocuklarını nasıl evlerinden kaçırıp, manastırlarda dilinden, kültüründen kopararak hizmetçi olarak yetiştirdiğini...
...yüz binlere öksüz Aborjin’in bugün hala gerçek ana - babalarını tanımadığını, tanısa da onlarla kendi dilinde söyleşemediğini, bu yüzden de yerli dilin neredeyse tamamen yok olduğunu...
200 yıllık bu asimilasyondan artakalanlara bugün "kayıp kuşak" denildiğini...

Yazının Devamı

Kindarlık ve olgunluk

5 Mart 2002


<#comment>Cumartesi bu köşede yayımlanan "Peki sonra ne oldu Ali Kemal'e" başlıklı yazımdan sonra çok sayıda ve farklı tonda mesaj geldi.
Bir kısmı Mustafa Kemal'e "maskara" diyen ve idamını isteyen Ali Kemal'in linç edilmesini doğal karşılayan, "vatan hainlerinin böyle bir finali hak ettikleri"ni vurgulayan kin satırlarıydı.
Bir kısmı ise işin linçle bittiğini bilmediklerini belirtiyor ve soruyordu:
"Peki Ankara hükümeti iktidara geldikten sonra ne oldu?"Bu da bir başka ibretlik öyküdür.
O gün Ali Kemal'i vatan hainliğiyle suçlayanlarla bugünkülerin yaklaşım farklılığını sergilemek ve "kin" üzerine istikbal kurulamayacağını göstermek açısından anlatmakta yarar var.

Yazının Devamı

Bahar gelme üstüme!..

3 Mart 2002


<#comment>Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...

Yazının Devamı