Geride bıraktığımız yılın bizcileyin kahramanıydı Rıza... Heybesinde ümit, midesinde simitle, varsıl bir kostümün içinde kendi yoksulluğunu yaşayan, zoraki bir Noel Baba...
Yüzünde bir gülümseme; buruk...
Üstünde bir kıyafet; savruk...
İçinde bir adam: kavruk...
* * *
“Hüzünlü şarkılar gibi güzel”di “Neşeli Hayat”...
Kahramanı bizdendi:
“Kekremsi” bir yıl, son nefesini vermek üzre... “Kekre”yi bilirsiniz değil mi?
Genzi yakar. Ekşimsidir. Nahoş...
Buruktur. Asık suratlı. Acımtırak.
Damağımızda bu tatları bırakarak gidiyor 2009...
2010’dan umutlu muyuz?
Bilmiyoruz; acemisiyiz yeni bir yılın, yeni başlangıçların...
Ama yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın habercisidir.
Ankara’da olup bitenlerin ayrıntısını bilmiyoruz. En iyisi, tarihe bakıp gidişatın yönünü kestirmeye çalışmak...
Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim:
“Askeri tesise girersin, giremezsin” tartışmasının gerisinde, 90 yıllık bir iktidar savaşı var.
* * *
Cuma günü Genelkurmay Başkanlığı’nda İsmet İnönü için bir anma toplantısı vardı.
Konuklara bir kitapçık dağıtıldı.
Kitapçıkta İnönü’yü tanıtan satırlar şöyle başlıyordu:
Başbakan’la görüştüm. Genelkurmay Başkanı ile ne konuştuklarını sordum.
“Özel Harp Dairesi’yle ilgili elimdeki tüm bilgileri aktardım kendisine” dedi.
“Mutlaka bu örgütü demokratik hukuk devleti çerçevesine sokmak gerektiğini” söylemiş.
Bunu, kendisine görev olarak vermiş.
Cevap?
“Hiç merak etmeyin. Halledeceğiz“ diye söz vermiş.
Ama Başbakan, önlem alınacağından emin değil gibiydi.
Gazeteciler Mete Akyol ve Hüseyin Ezer, yatak odasındaki bir tabelanın altındayken İsmet Paşa’nın fotoğrafını çektiler. Ertesi gün de fırçayı yediler
İsmet İnönü’nün 36’ncı ölüm yıldönümü dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı’nda bir tören düzenlendi.
Askerler, “İsmet Paşa”yı anlattılar.
Hariciyeciler, “diplomat İnönü”yü...
Özden Toker, “aile reisi İnönü”den söz etti.
Adalet Bakanlığı, Öcalan yüzünden çapraz ateş altında...
İmralı’daki koşulları iyileştirse “Vay Apo’ya prens muamelesi yapılıyor” diye eleştiriliyor.
Koşulları sıkılaştırsa örgüt, Güneydoğu’yu sokağa döküyor.
Bu kıskaçtan çıkmanın yolu yok mu?
Var.
Uluslararası hukuka sadık kalmak...
Suçu ne olursa olsun her mahkûma eşit mesafede durmak...
“Kurumlar arası çatışma yok, işbirliği var” demişti Cumhurbaşkanı Gül, daha önceki gün...
Makamının gerektirdiği sorumlulukla konuşuyordu; belki de kamuoyunu yatıştırmaya çalışıyordu. Ama daha bunu söylediği gün, olaylar onu tekzip etti.
“Arınç’a suikast hazırlığı” atışmasında kurumlar “Hayır, çatışıyoruz, çatışacağız” dedi.
Önce hükümet cephesi Emniyet aracılığıyla “adresi yutan subaylar” bilgisini sızdırarak rest çekti.
Ardından Genelkurmay, “Arınç’ın değil, ona bilgi taşıyan muhbirin peşindeydik” anlamında bir açıklamayla resti gördü.
Polis ile asker, hükümet ile Genelkurmay arasındaki derin savaş bir kez daha açığa çıktı.
* * *
Gece havaalanına gidiyordum. Gözü yaşlı bir kadın arabamın camını tıklattı.
“Ben intihar eden yarbayın akrabasıyım” dedi ağlayarak:
“Dün ölüm haberini aldık. Yeniden tutuklamaya gelmişler. O da gururuna yedirememiş. İçeri gidip canına kıymış. İçimiz yanıyor. Çok dürüst bir insandı.”
O da alana cenazeyi karşılamaya gidiyordu.
Alana varınca İstanbul uçaklarının iptal edildiğini öğrendim.
“Windshear” yüzündenmiş.
“Windshear”, “rüzgâr kırılması” demekmiş.