Sorması kolay, cevaplaması zor bir soru: “Kim kazandı?”
1983’ten beri PKK ile bir savaş sürüyor.
Başta “Bir avuç çapulcu” denen bir örgüt, dünyanın en güçlü ordularından biriyle savaşıyor.
Çeyrek asır sonra sormak hakkımız:
Sonunda kim kazandı?
* * *
İlk silah patladığında bu ülkede Kürtçe konuşmak yasaktı.
Bakan Micheline Calmy-Rey, minarenin derin korkuları simgelediğine inandığını ve bunların ‘küreselleşmenin, 11 Eylül’ün, finans krizinin, kontrol edemedikleri etkileri’ olduğunu söyledi
İsviçre’nin sosyalist Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey’i Lozan’daki Türkiye-Ermenistan müzakerelerindeki arabulucu olarak hatırlıyoruz.
İki gün boyunca taraflar arasında mekik dokuyarak ve ortak açıklama krizini çözerek adından söz ettirmişti.
Bu kez, bir başka krizle başı dertte...
Kendisinin karşı olduğu, ama kucağında bulduğu minare yasağı kararıyla uğraşıyor.
Calmy-Rey ve Hükümeti, oylama öncesi bu yasağın ibadet özgürlüğüyle bağdaşmayacağını söyledi, ancak halkoyunun kararı aksi yönde oldu.
İsviçre’de minare yapımı yasaklandı ve yasak kararı, anayasaya girdi.
Birkaç gündür Fransa’dayım. Birçok insan Türkiye’de olup biteni anlamlandırmakta güçlük çekiyor.
Kuvvet komutanlarının darbe girişimi şüphesiyle 10 saat sorguya çekilmesi hayretle karşılanıyor.
“Nasıl oldu da en üst düzeydeki komutanlar müdahale kararı alıp uygulayamadılar? Ne oldu da Türkiye bir darbe girişimini yargılayabilecek duruma geldi?” diye soruluyor.
Çok büyük keşif sayılmayacak, basit bir cevap veriyorum:
“Çünkü (bu kez) Amerika istemedi.”
* * *
Ardından kısa bir tarih hatırlatması yapıyorum:
3. Napolyon tahta çıktığında Avrupa’daki diğer krallardan tebrik mesajları gelmiş.
Napolyon’u aristokrat kabul etmeyen diğer liderler, birbirlerine “Değerli kardeşim” diye hitap ederken Napolyon’a “Değerli dostum” hitabıyla tebrik yazmışlar.
Napolyon zarif bir sitemle teşekkür etmiş:
“Bana ‘Dostum’ diye hitap etmenize memnun oldum. Çünkü insanlar akrabalarını kendi iradeleriyle seçemezler; ama dostlarını kendileri seçerler.”
* * *
Geçen hafta Strasbourg’daki Odyssee sinemasının tarihi salonunda bu örneği veren, sinemanın yöneticisi Faruk Günaltay’dı.
Bu ay 21’incisi düzenlenen “Türk Sinema Günleri”nin açılışını yapıyordu.
Başbakan Erdoğan köşe yazarları için “Her gün yazıyorlar. Yarım saatte şişiriyorlar” dediğinden beri kim görse “Sen kaç dakkada yazıyorsun?” diye soruyor.
Bizim meslekte sekiz saat ıkınıp da yazamayanları da biliyorum, öğle yemeğinde bir eliyle atıştırırken öbürüyle döktürüverenleri de...
Benim için şu olmalı doğru cevap:
“30 yıl + 2 saat...”
Perimiz yanımızda
Aslında yazmak dünyanın en keyifli işi olsa da, zaman baskısı hakikaten sevimsizdir.
Her gün değilse bile haftanın beş-altı günü belli bir saate kadar, belli uzunlukta bir yazıyı yetiştirmek zorundasınızdır.
Sen her vesileyle “Minareler süngümüz” diye uluorta şiir söylersen, elin adamı da kendi ülkesinde giderek çoğalan minareleri, “Müslümanlara ‘Süngü tak’ emri” gibi algılar.
Sen “camileri kışla, müminleri asker” olarak gösterirsen, onlar da kışlana saldırır.
“Asker”ini düşman görür; süngü taarruzunu, süngüyle püskürtür.
* * *
Ders kitaplarında bize hep “Medeni Kanun’u aldığımız ülke” diye tanıtılan İsviçre, kötü bir medeniyet dersi verdi gerçekten de...
Temel insan haklarını bile referanduma götürme şansı veren bir anayasa, toplumun korkularını oylatmaya ve devlete dayatmaya başladı.
Bern’den ateşlenen fitil, hemen Avrupa’nın Hıristiyan Kulübü ortaklığını ve sağ partilerdeki ırkçı damarı ortaya çıkardı.
Yazıma başlamadan önce Sayın Başbakan’a bildireyim:
Bu yazı için 2 saat ön çalışma yaptım, sonra da (evet) yaklaşık yarım saatte yazdım. Bilmem uygun mudur?
* * *
Nobel Barış Ödülü sahibi Obama’nın Afganistan’a 30 bin yeni asker gönderme kararı, ödülün yanlış kişiye verildiğini mi gösteriyor, ”barış”ın yanlış anlaşıldığını mı?
Amerikan Başkanı, yeni Afganistan stratejisini açıklarken “Taliban’ın kazandığı ivmeye rağmen Afganistan kaybedilmedi” dedi. Ama “2011’den itibaren çekilmeye başlıyoruz”u da ekledi.
İbretlik değil mi?
1980’lerin sonunda Kızıl Ordu da Afgan mücahitleriyle baş edemeyip çekilirken benzer şeyler söylemişti.
Okurlardan gelen mesajlara cevap yazamasam da hepsini okuyorum. Hatta yıllık klasörlerde saklıyorum.
Bazen tepki vardır o mesajlarda, bazen tebrik...
Bir talep ya da çığlık...
Geçen yılsonu gelen mesajda öyle bir çığlık vardı:
“Derin mi derin bir aşk acısı çekiyorum Can abi... Yardım!” diye başlıyordu coşkulu satırlarına...
İzmirli bir kızın mektubuydu...
Mardinli bir oğlana tutulmuştu.