Finans dünyasının içinden bir arkadaşımla konuşuyordum. “Krizin neresindeyiz?” diye soru sordum. Yani dipte miyiz, yoksa yeni dipler mi arayacağız? Şaka yollu bir cevap verdi:
“Sana makro bilgiler verebilirim, aynı zamanda mikrolarını da... Grafikler çıkartabilirim, analizler yapabilirim. Geçmiş krizlerle bugünkü arasındaki benzerlikleri, farklılıkları da anlatabilirim. Ama öyle olaylar yaşıyor, öyle konuşmalara tanıklık ediyoruz ki; kimin neyi ne kadar bildiği konusunda herkesin bir fikir birliği içinde olabileceğini zannetmiyorum...”
Önüme her gün onlarca rapor, araştırma, inceleme geliyor. Vakit buldukça bunları okuyorum, bazılarını da saklıyorum. Benzer yorumlar da var, birbirinden çok farklı olanlar da...
Çok değil...
Temmuz, ağustos aylarında bunların neredeyse zıt raporlar sunan kurumlar olmuştu. Demek ki, geleceği doğru okumak o kadar kolay değil. Bu ekonomist dostum ise gerçeğe en yakın tahminler yapan bir kişidir. Değerli dostum devam etti:
“Sana söyleyebileceğim çok önemli ve öncü göstergeler var. Ama hiçbiri şimdi söyleyeceklerimin yerini tutmaz.”
“Nedir?” dedim.
Tam iki yıldır eyalet eyalet, şehir şehir dolaştılar. Sadece Amerikalılar değil; bizler de McCain’i, Obama’yı da çok iyi tanıdık.
Tabii McCain’in yardımcısı Palin’i de, Obama’nın yardımcısı Joe Biden’i de...
Hatta özel hayatlarındaki en ince ayrıntıya kadar... Barack isminin “bereket” kelimesinden geldiğini biliyoruz, Obama’nın hangi pizzayı sevdiğini de...
Ailesi ve arkadaşlarının ona “Barry” dediğini de, mezar taşında neyin yazılmasını istediğini de.
Kullandığı otomobilin Chrysler 300C, en çok tekrarladığı sözün “Bakın size bir şey söyleyeyim” olduğunu da.
Barack Obama’nın Kenya’daki köklerini de, büyükannesini de, babasının yaşam öyküsünü de sizlere anlatabilirim.
Bu ayrıntılı bilgiler McCain için de geçerli...
Davos, İsviçre’de Alplere sırtını dayamış küçük bir dağ kasabası...
Bundan 37 yıl önce Davos’ta bir araya gelen 440 işadamı, akademisyen ve politikacı, bir gün dünyanın en etkili düşünce platformu olacak bir yapılanmanın temelini attıklarını elbette bilmiyorlardı.
Davos, en çok 1973’teki petrol şokundan sonra adından söz ettirdi. Küresel ekonomide ortaya çıkan yeni manzara, yeni rekabet koşulları ve uluslararası siyasetin enerji eksenli yeni görünümü Davos’ta mercek altına alındı. Davos’un kurumsallaşması 1979 yılında oldu.
80’lere girerken yeni bir dünyayı tartışan fikir önderleri, Davos’u, değişimin platformu haline dönüştürdü. Birçok ekonomiste göre, 1979’daki toplantılarda batının Çin’le ticari ilişkilerini düzenleyecek felsefi altyapı inşa edildi.
O günden bu yana forum başkanı olan Klaus Schwab, forumun başlangıçtaki yönünü Avrupalı işadamları için uluslararası pazarlarda oluşan fırsatları değerlendirmek olarak çizmişti.
Ancak aradan geçen 35 yılda, forum dünyanın dört bir yanından binin üzerinde üst düzey şirketin üyesi olduğu bambaşka bir dünyaya dönüştü.
Bunları neden yazıyorum?
EXPO 2015’in kararının verileceği gün Türk heyetinin Paris’teki heyecanını tarif etmek mümkün değildi.
Kongrenin yapıldığı salonlar tıklım tıklım doluydu.
BIE Genel Kurulu’na giremeyenler için hazırlanan özel mekanlardaki dev ekranlarda bir yandan sunumlar izleniyor, bir yandan da yorumlar yapılıyordu.
Herkesin ortak fikri EXPO’nun İzmir’e verileceği yönündeydi.
Yaşananları biliyorsunuz.
Önce “İzmir kazandı...” haberi dalga dalga yayıldı.
Heyetin birbirini kutlamasını, zafer çığlıkları atılmasını unutamıyorum.
Herkesin merak ettiği konu AKP’nin 2009 Mart’ındaki alacağı oy oranı...
22 Temmuz’da alınan yüzde 47 bu seçimlerde 40’lara, 30’lara gerilerse bunu nasıl okumak gerekir?
Ya da 47’nin üzerinde bir oy çıkarsa AKP kurmaylarının genel seçim sonrasındaki biraz da zafer sarhoşluğu olarak yorumlanan dayatmacı politikaları devam eder mi?
Bir başka açıdan bakıldığında...
Sandıktan çıkacak hangi tablo muhalefetin zaferi, iktidarın düşüşü olarak yorumlanmalı?
Belki bugünlerde bu soruların cevapları gündemin ilk maddelerini işgal etmiyor.
Ancak Mart’a yaklaştıkça dikkatler bu noktalara odaklanacak.
Cumhuriyet haftasındaki bayram heyecanı kadar Can Dündar’ın hazırladığı “Mustafa” filmi de damgasını vurdu. Kimileri çok beğendiğini, kimileri Atatürk’ü yalnız bir adam gibi gösterdiği için eleştiri oklarını Dündar’a çeviriyordu. Belgeselle ilgili pek yorum yapmak istemiyorum. Size tavsiyem belgeseli gidip görün. Ama şunu söyleyebilirim ki; Atatürk gibi yüzyılın en büyük lideriyle ilgili bir belgesel yapıyor ve bu iki saate hayatının tamamını sığdırmaya çalışıyorsanız mutlaka eksik kalan bir şeyler de oluyor.
* * *
Hafta içinde siyasetteki kullanılan üslup, dil konusunda bir yazı yazmış ve “Toplum bunları hak ediyor mu?” diye bir soru sormuştum.
Bu köşeye zaman zaman konuk ettiğim Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Çağatay Üstün, bir detaya dikkat çekiyor.
Aslında hayatın her alanında farklı yorum ve görüş açılarıyla karşımıza çıkan Atatürk’ün bakış açısını anlatan önemli bir detay olması açısından da bunu önemli buluyorum.
Üstün, Atatürk’ün “Hiçbir millet yoktur ki, ahlak esaslarına dayanmadan ilerlesin” sözünü hatırlatıyor ve ekliyor.
“Ahlaki tavır ve tutumlar sergileyen bireylerin inanmalıyız ki, mutlaka sağlam bir
İtibar yönetimiyle ilgili konulara zaman zaman köşemde yer veriyorum.
Bu konuyu ısrarla yıllardır dile getiren Orsa’nın kurucusu Salim Kadıbeşegil’in de yorumlarına...
Kadıbeşegil diyor ki...
“Tüm kurumlar şu dönemde itibar sınavından geçiyorlar...”
Ardından da ekliyor.
“Kriz ortamları, normal dönemlerde kurum itibarına yatırım yapan şirketlerin, bu yatırımlarının meyvelerini topladıkları ortamlardır. Çünkü, toplumun geniş kesimlerinden kurum itibarını etkileyen konularda göstermiş oldukları performans nedeniyle avans almışlardır. Bu avansı, kriz döneminde tutarlı ve toplumun duyarlılıklarına paralel kararlarla yönetme becerisine sahip şirketler kriz sonrasında doğal olarak ciddi bir rekabet avantajı kazanacaklardır. Panik halinde yıllarca yatırım yaptıkları çalışanları ani bir kararla kapının önüne koyan yöneticiler kriz sonrasında bunun hesabını veremeyebilirler ve giden itibarı uzun yıllar geri getiremeyebilir.
Krizler, kurum itibarının er meydanıdır. Bu meydanda temel öncelik güven inşa etmektir. Çalışanları, tedarikçileri, müşterileri ve hissedarları, yatırımcıları başta olmak üzere şirketler tüm paydaşları karşısında kriz ortamını kısa vadeli değil, uzun vadeli
Anıtkabir’deki Cumhuriyet Bayramı törenlerini izlediniz mi?
Klasik, bilinen törenler olmasına rağmen ben her yıl televizyonun başına geçer izlerim.
Bu sene de öyle yaptım.
Büyük bir dikkatle izledim, bir saniyesini bile kaçırmamaya çalıştım.
Çünkü 29 Ekim, Türkiye Cumhuriyeti için çok önemli bir gündür, sembolik anlamı vardır.
Bir alışkanlığım daha vardır.
Anıtkabir’deki canlı yayın biter bitmez, bilgisayarımın başına geçer, ajanslardan geçen fotoğrafları da tek tek incelerim.