9 Eylül İzmir için çok anlamlı bir gün... Bu coşku yıllardır aynı heyecanla kutlanır.
9 Eylül’ün Türkiye Cumhuriyeti için de sembolik bir anlamı var.
Çağdaşlığı, modernliği, geleceği çağrıştıran bir kenttir İzmir’dir.
O yüzden sadece İzmirliler değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşı bu günün kıymetini çok iyi bilmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, 2000’li yıllardan sonra İzmir’e farklı bir siyasi anlam da yüklenmiştir.
İktidar İzmir’i “fethedilmesi gereken bir kale” olarak yorumlarken, muhalefet ise İzmir’i “Atatürk Cumhuriyeti’nin ve modern Türkiye’nin sembolü” olarak göstermektedir.
2009 Mart’ındaki yerel seçimlerde bütün gözler burada olacaktır.
22 Temmuz seçimleri öncesinde Güneydoğu’daydım. Halkın nabzını tutmak; bölge insanıyla oturup konuşmak, görüşlerini almak için şehir şehir dolaştık.
Kahvedeki insanla da, sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle de bir araya geldik. Bir gazeteci için kamuoyu yoklamalarından çok daha değerlidir bu seyahatler... İzlerseniz, gözlemlersiniz, halkın beklentilerini bire bir görürsünüz.
Bu turdan sonra İzmir’e döndüğümde; hem yazılar yazdım, hem de görüşlerimi değişik platformlarda dile getirdim.
Herhangi bir partinin
“Deveci Armutu”nun öyküsünü yeni öğrendim. Oysa daha önce öğrenmiş olmayı isterdim.
“Deveci Armutu”na isim babalığı yapmış olan Lütfi Deveci’yi çok yakın bir zamanda kaybettik. www.izmirizmir.net sitesinin editörü sevgili Pervin Mısırlıoğlu’nun bir yazısında bu öyküyü okumuştum.
Sizlerin de öğrenmesini istedim.
Yazan Pelin Omuroğlu’ydu.
Organik çiftçiliğin gelişmesinde önemli projeler yürüten Pelin Omuroğlu, Lütfi Deveci’yi şu sözlerle anlatıyor.
* * *
“Bir duayen daha aramızdan ayrıldı.
Arşivimde TOBB bünyesindeki sanayi, ticaret odaları ve borsaların başkanları ve yönetim kurullarından oluşan bir heyetin, Anıtkabir’e yaptığı ziyaretten bir fotoğraf vardı. Klasik bir Ankara fotoğrafı... Onlarca oda başkanının içinde olduğu bu fotoğrafta bir tek kadın yoktu. Girişimci dendiğinde hep akla erkekler mi geliyor bu ülkede? Galiba öyle...
Ama öyle başarılı kadınlarımız, öyle adından söz ettiren girişimcilerimiz var ki...
Peki onlar niye sivil toplumun bu en önemli omurgasında aktif olarak görevde değiller?
Eğer bir değişimden söz ediyor ve
Bir kente aşık olunur mu? Olunur... Bırakamazsınız, gidemezsiniz, terk edemezsiniz.
Hemen dönmek istersiniz, uzaklaşamazsınız.
Bir kente aşık olunca sokaklarını, caddelerini, parklarını özlersiniz.
Binalarını, kentin eşyalarını... Sembollerini, havasını...
Bitki örtüsünü; ağaçlarını, parklarını özlersiniz...
Beyninizdeki arşivde binlerce fotoğraf, binlerce anı vardır.
Olaylar, insanlar... Yaşanmışlıklar, yaşanacaklar...
Anayasa Mahkemesi’nin kararı kapatma yönünde olsaydı siyasiler yaz, sıcak dinlemeden sokaklara dökülecekti.
Siyasete şimdilik yaz molası verildi. Ramazan’dan sonra kulisler hızlanacak, yine politik gündemle yatıp kalkacağız.
Göreceksiniz, seçim belediyelerde olmasına rağmen Türkiye’nin gündemini tartışacağız.
Adaylar, projeler değil; liderler, partiler ön plana çıkacak.
Ne yazık ki; bu değişmiyor, kentlerimiz geleceği konuşmak yerine gündelik problemlerle uğraşıp duruyor.
Size şu detayı hatırlatmak istiyorum.
Ben olaylara partiler üstü bakılmasından yanayım.
Bir siyasetçiye de düşen seçimlerden hemen sonra parti rozetini bir kenara koyması ve hizmet üretmesidir.
Elbette seçildiği parti önemlidir, ama halkın beklentilerine cevap vermek çok daha önemlidir.
Ve de daha kutsaldır.
Uzun zamandır toplumda “bizden, ondan” tartışmaları devam ediyor.
Özellikle hükümetin türban konusunda ısrarcı tutumları ve anayasa değişikliği toplumun genelinde bir gerginlik yarattı.
Bakın Keçiören Belediyesi’nde yaşananlara...
28 Mart 2004 tarihinde bir yazı yazmıştım. Başlığını da “Hayat, hep 1-0 önde olma sanatı mıdır?” diye atmıştım.
Bugün bu yazıyı tekrarlama ihtiyacı duydum.
Neden mi?
Bir okurumun şu notu üzerine...
“Değerli Deniz Sipahi... Sizin bir yazınızda okuduğum ‘Hayat matematik değildir?’ sözünü o günden beri aklımdan hiç çıkarmadım. Bu sözün bendeki etkisi gerçekten çok fazla oldu. Sıkıntılı olduğum günlerde okuduğum bu cümle ve kendi kendime kaldığım birkaç gün şu yargıya vardım. Ben son yıllarda hep bir hesaplaşma içine girmiştim. Önceden planladığım