Geçen gün bir işadamı dostum aradı. Dedi ki...
“Her seçim yaklaştığında siyasete girip girmeme konusunda tereddüt ediyorum. Partim yok... Benim partim Türkiye, benim partim İzmir... Bu ülke için hizmet etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu ülkenin okullarında okuduk, yetiştik, iş sahibi olduk. Ailemiz; çoluğumuz, çocuğumuz burada... Başka bir yerde yaşamak istemiyorum. Aklımdan bile geçirmiyorum. Zaman zaman kendimi sorguluyorum. ‘Bizler değil de kim siyaset yapacak’ diye... Yakın çevreme bu fikirlerimi anlatıyorum. Bakıyorum... Onlar da aynı fikirde... Aynı ruh halinde... Aynı istek içinde... Öyle bakan olalım, başbakan olalım değil derdimiz. Milletvekilliği, belediye başkanlığı bile olmayabilir. Düz bir siyasetçi, bir delege bile olsak, bu ülkenin aydın insanlarının siyasette olması gerekiyor. Böyle düşünüyorum...”
Arkadaşıma sonuna kadar katıldığımı söyledim.
Kendisini cesaretlendiren sözler söyledim.
Mutlu oldu.
Ama sonra da şu yorumu yaptı.
“Deniz, gazeteleri okuyorum. İçim kararıyor.
Şu İzmir ne talihsiz bir kenttir. Herkes “Bir şey yapılmıyor” der. Ama atılan her adıma da bir itiraz gelir. Yürütmeyi durdurma talepleri öylesine bıktırmıştır ki; projeler ya bekletilmektedir ya da vazgeçilmek zorunda kalınmıştır. Böyle ruh hali içinde olan onlarca büyük girişimci tanıyorum.
İzmir ve çevresine yatırım yapmak için fırsat kolluyorlar ama her seferinde de geri adım atıyorlar. Onları çok da eleştirmek istemiyorum.
* * *
Alsancak’a her gittiğinizde otopark problemi yaşamıyor musunuz? Çok sevdiğim Alsancak’a sırf bu yüzden çoğu kez gitmek bile istemiyorum.
Kordon’da yürümek, beğendiğim bir kafede oturup bir kahve içmek her zaman yapmak istediğim bir şey...
Eminim sizler de benim gibi düşünüyorsunuzdur? Günün yorgunluğunu atmak, İzmir’in keyfini çıkarmak için daha güzel bir fırsat olabilir mi?
Son zamanlarda İzmir’in birçok yerine çok şık kafeler açılmaya başlandı. Sadece Alsancak’a değil; Güzelyalı’da da, Karşıyaka’da, Bornova’da
Ege turizminin bir karar vermesi gerekir. “Her şey dahil” sisteminin Antalya’yı ne hale getirdiği ortada...
Geçmişte yapılan hatalardan bugün geri dönmeye çalışılıyor. Ama sonuç almak zaman alıyor.
Yine de Antalyalı turizmciler kendi içlerinde çözüm aramaya devam ediyorlar.
Örneğin kongre turizminde epeyce yol alınmış durumda.
Özellikle sağlık kongrelerinin çoğu burada yapılıyor.
Spor turizminde de Antalya epeyce iddialı...
Binin üzerinde futbol takımı ara kamp dönemlerini Antalya’da geçiriyor.
Milliyet yazarı Reşat Kutucular, şu notları yazarak yakın dostlarına yolladı ve bu yorumlara katkı istedi. Kutucular neler yazmıştı.
ABD bile her şeyi kurgulayamaz, kontrolü kaybedebilir, çaresiz kalabilir.
Piyasalar panikliyorsa nedeni vardır, ciddiye alınmalıdır. (Lehman’ın batışı piyasa oyuncuları tarafından aylar önce öngörülmüştü.)
Dünya üzerinde batmayacak şirket yoktur.
Borsa değerleri tamamen itibaridir. (Bakınız AIG’nin bir yılda 200 milyar dolardan 7 milyar dolara aslında sıfıra inişi.)
Piyasa oyuncuları da
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı hiç kuşkusuz bu kentin en önemli kurumlarından biri... Hatta birincisi...
Fikir önderliği de, yatırım liderliği de yapmak öncelikle belediyenin görevidir.
Hele sözkonusu olan İzmir ise... Demokrasinin en güzel örneklerini veren bir şehir ise...
O yüzden bu makamda oturmak önemlidir.
Çünkü Türkiye’nin en önemli 10 - 15 koltuğundan biridir ve sembolik bir anlamı vardır.
İsterseniz bir anket yapın ve şu soruyu sorun.
“Bakanlık mı yapmak isterseniz, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı mı?”
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile geçen gün sohbet ediyorduk.
Dedi ki...
“Ben seçim yarışına Bornova Belediye Başkanı olmak için girdim. Kimse Ahmet Piriştina’nın aramızdan bu kadar erken ayrılabileceğini bilemezdi. İçimizden biri Büyükşehir Belediye Başkanı olacaktı. Tercih edilen ben oldum. Bu kararı genel merkezimiz de onayladı ve Büyükşehir Başkanı seçildim. Bu kararın onaylandığı gece eve gittiğimde düşündüm, önümde sadece iki hedefim olabilirdi. Birincisi eşimin, çocuklarımın, yakın çevremin
Türkiye gerçekten garip bir ülke... Gerçek gündemlerin peşinden koşacağımıza bazı konulara saplanıp kalıyoruz. Sonuç... Patinaj... İki ileri bir geri... Bir değil yüzlerce örnek verebilirim.
Bir tanesini ele alarak size anlatayım. Birkaç ay öncesine kadar EXPO’yla yatıp EXPO’yla kalkıyorduk.
İzmir için bu projeyi almak çağ atlamak gibi bir şeydi. Onlarca yıl sonra yapılacak birçok yatırım EXPO sayesinde kente birkaç yıl içinde gelecek; İzmir’in geleceği garanti altına alınacaktı. Proje büyük olunca sahip çıkanları da çok oldu.
Deyim yerindeyse; herkes bir tarafından çekti, iş sakız gibi uzayıp gitti.
AKP EXPO’yu seçim yatırımı olarak gördü.
Yüklendikçe yüklendi... Kötü mü oldu? Evet, kötü oldu.
“İzmir’i mutlaka alacağız, bunun yollarından biri de EXPO’dan geçer” mantığıyla hareket edilince bütün yetkiler Dışişleri Bakanlığı bünyesinde toplandı.
Aziz Kocaoğlu ne diyor:
“Adayları Genel Başkan Deniz Baykal ve yetkili kurullar belirleyecek. Kimi tercih ederlerse etsinler, ben bir nefer olarak çalışırım. Hiç gocunmam. CHP’li belediye başkanı olarak onurla beş yıl görev yaptım. Kimsenin yüzünü yere baktırtmadım. Yolsuzluğa, usulsüzlüğe karıştırmadım...”
Bu sözlerde kulağa aykırı gelen bir şey var mı?
Bence yok...
Aksine, Aziz Bey’in CHP’liliğini sonuna kadar ispat eden sözler...
Devam edelim...
“Yerel seçimlerde önemli olan partinin başarısıdır. Bayrağın yere düşmemesi lazım. Aday gösterilsem de