Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya rapor alıp 20 gün için ayrılınca, 6 Eylüldeki adli yılı açış görevi de Birinci Başkan Vekili Mater Kabana kalmış oldu.Mater Kaban, Eraslan Özkaya için ilk incelemeyi yapacak olan Birinci Başkanlık Kuruluna da başkanlık edecek.* * *YARGITAY Birinci Başkan Vekili Mater Kabanın konuşmasının genellikle ilkeler bazında olacağı belirtiliyor. Kaban, konuşmasında ağırlığı daha çok genel sorunlara verecek. Yargının, adalet sisteminin bilinen, bilinmeyen sorunları bu konuşmada geniş bir şekilde yer bulacak.Yargıtay Birinci Başkan Vekilinin cümleleri arasında, kişisel konuların kurumlarla özleştirilmesine karşı çıkan ifadelerin yer alması da bekleniyor.Özetle, kişilerle ilgili problemlerin genelleştirilmesinin, kurumlara mal edilmesinin yanlışlığı özellikle vurgulanacak.Konuşmada son olaylarla ilgili kişilerin isimleri telaffuz edilmeyecek.Yargıtaya yakın çevreler, Mater Kabanın konuşmasının ana hatlarıyla bu içerikte olacağını belirtiyor.* * *BU arada, 6 Eylülden hemen sonra Yargıtay, Eraslan Özkayanın durumunu ele alacak. Yeni adli yılın başlamasıyla birlikte daire başkanları ve Yargıtay üyelerinden oluşan 9 kişilik Birinci Başkanlık Kurulu toplanıp
İsrailin kurulma arifesinde de yabancılar, yani çeşitli ülkelerdeki Yahudiler, Filistinde toprak alımını hızlandırmışlardı.Araplar da para uğruna gayrimenkullerini elden çıkarmaya razı oluyorlardı.Bu gaflet bölgedeki Arapların sonu oldu.Yabancıların arazi kapatması bizde de Filistindeki sonucu doğurur, demek istemiyorum. Bu abartılı olur, gerçekçi olmaz.Ama bugün ülkelerin gayrimenkullerini yabancılara satmada pek de bonkör davranmadıklarını da biliyoruz.Avrupada da, Amerikada da yabancıya satışlara sınırlamalar getirildiğini görüyoruz. Bazı ülkelerde özellikle tarım arazilerinde toprak edinmek mümkün değil.ABnin eşiğindeki bazı ülkelerde yabancıya toprak satışı yasak.Rusyada yalnız belli süreler için kiralama yapıldığı biliniyor.Herhalde bu önlemler boşuna değil.Oysa, Türkiyede bugün tam tersi bir durum var. ABye uyum yasaları arasında çıkarılan bir yasayla yabancıların Türkiyede gayrimenkul edinebilmeleri sağlandı.Bu tarihten itibaren de yabancı özel ve tüzel kişiler taşınmaz mal alımında yoğunlaştı.Oysa Türkiyede de, yabancıya sınırsız gayrimenkul satışının ülke çıkarları ve kamu yararına aykırı olduğu düşünülmüş ve aşağı yukarı 20 yıl önce, bugünküne benzer bir yasa Anayasa
Kaçak yapılaşma, gecekondulaşma aslında bir sonuç, plansız, programsız göçün sonucu.Su baskınlarının yol açtığı felaket de göçle geldi.Bugün şehrin nüfusu nereden başlıyor belli değil. Çünkü İstanbulun sınırları belli değil.Önüne gelen yeni yeni mahalleler, semtler yaratıyor. Her yıl 400 bin, 500 bin yeni insan İstanbul denilen araziye gelip sere serpe yayılıyor. Dere içlerine ev yapıyor. Dur diyen çıkmıyor. Sonra tartışma başlıyor; altyapı ve hizmet yetersizliği tartışması. Ve adaletsiz bir paylaşım. Yani bazılarının vergisiyle, hak hukuk tanımayan bazılarına altyapı ve hizmet götürülmesi. Planlı programlı bir şehirleşmede, altyapısı hazırlanmayan yerleri iskâna açmak, keyfi genişlemeye imkân sağlamak mümkün müdür?Çağdaş şehircilikte şehirlerin sınırları bellidir ve yatağı yorganı sırtlayıp ben buraya yerleşeceğim diyenlerin hatırı için şehir büyümez, genişlemez.* * *Siyaset de İstanbulun kamburlarından biri. Yeşil alanların, politik nedenlerle talanına yıllarca göz yumuldu. Kanunlar çıkartılarak da yağma pek çok kez meşrulaştırıldı.İstanbul, kapanın elinde kaldı. Rüşvetle bütünleşen demokrasi de bu yozlaşmada rol oynadı. Nüfus artışına göre idari sınırlar, yetki alanları
İstanbulun dışında da, önce Tunceli Valisine suikast girişiminde bulunuldu. Sonra Van Valisine...Eski bir milletvekilinin oğlu emniyete silahlı baskın yapılarak kaçırıldı.Bu olay nedeniyle bir AKPli; Mikail İlçin Ankarayı tehdit cüretini gösterdi.Bunun tartışması sürerken Van Valisine ikinci bir suikast hazırlığı izlenimi veren, iki teröristin girişimi patlak verdi. Bu arada Diyarbakırda bir karakola saldırı düzenlendi ve bir bekçi şehit edildi.Teröristler, "Hevsel Bahçeleri" denen bölgeye sığındı ve onlardan biri çatışmada ölü olarak ele geçirildi.* * *Bu olaylar ve benzeri saldırılar, mayın patlamaları terördeki tehlike çanlarının yeniden çalmaya başladığını göstermiyor mu?Oysa 3 ay önce Güneydoğuya yaptığım bir gezide çok umutlanmıştım. Pırıl pırıl şehirlerde batıdan farklı bir durum yoktu. İnsanların yüzü gülüyordu. Turizm çok canlanmıştı.Bu manzara herhalde birilerinin hoşuna gitmedi ki, 30 bin yurttaşımızın ölümüne neden olan terör yeniden başlatıldı.Bundan kim kazançlı çıkar? Herhalde teröristler değil. Son 20 yılda açıkça görüldü ki, Türkiyeyi bölmek imkansız. Öyleyse bölge halkının rahatına, huzuruna zarar vermek niye?* * *Bu arada önemli ve ilginç olan Diyarbakır
Ne zaman değildi ki? Ama geldiğimiz noktada sorunlar ağırlaşarak kabul edilemez hale geldi.Üniversitelere ve liselere giriş sınavlarında sıfır puan alan öğrenci sayısı 100 bini buldu.Peki, iyi puanları alanlar ne olacak? Onların kaçını parlak bir gelecek bekliyor?Onlar istedikleri fakültelere girebilecekler mi? Girdiler farz edelim, çıkınca iş bulabilecekler mi?Bu soruların ortaya koyduğu manzaraya Türkiyede eğitimin iflası denilmezse ne denilir?Olacakları yıllar önce görenler, haber verenler vardı ama kulak asan yoktu. Kulak asan olmayınca önlem de alınmadı.Bunu Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) araştırmasına dayanarak söylüyoruz.Devlet Planlama Teşkilatı, daha 2000 yılında, yani bundan dört yıl önce kötü geleceği haber vermişti. DPT önümüzdeki beş yıllık dönemde Türkiyedeki üniversitelerin çeşitli bölümlerinden mezun olacak öğrenci sayısı ile aynı dönemde bu mesleklere duyulacak olan ihtiyacı araştırıyor. Çıkan sonuca göre "beş yıllık dönemde tahsilli işsizlerin sayısı katlanarak artacak" diyordu.DPT haklı çıktı.DPT, hangi yükseköğretim kurumundan mezun olacak öğrencilerin işsizlik sorunuyla daha çok karşı karşıya kalacağını da rakamlarla ifade ediyordu.* * *ÜLKELERİN belli
Yarım kalan sinema filmi gibi.Sormak istediğim şu: Günlerce 7den 70e herkesi çok yakından ilgilendirdiğini gördüğümüz, adeta ülkeyi iki kampa ayıran "kamusal alan" konusu ne oldu?Çözümlendi ve sorun olmaktan çıktı da o nedenle mi gündemden kalktı?* * *TÜRKİYEde türban sorununun çözümü isteniyorsa önce kamusal alanın tarifi üzerinde yaklaşım gerekiyor.Oysa bizde herkes, kamusal alanı, körün fili tarifi gibi, daha doğrusu ideolojisine göre tarif ediyor.Örneğin, Başbakan Tayyip Erdoğana göre: "Kamusal alan özgürlüklerin ve hakların hayata geçirildiği, yaşandığı alandır. Her türlü farklılığın kendine hayat bulduğu bir yerdir."Bu tarif kabul edilirse, her yere türbanla girip çıkmak da mümkün olacaktır.Başbakan Yardımcısı Şenerin tarifi de Başbakanınkinden farklı olabilir mi? "Kamusal alan tüm bireylerin yararlanabileceği bir alandır..."Meclis Başkanı Arınçın tarifi, daha doğrusu tarifsizliği ilginç: "Kamusal alan diye bir şey yoktur, Anayasada gören varsa bana da söylesin..."* * *KAMUSAL alandan "resmi olan"ı anlayan var.Kamusal alandan "devletle ilgili olan"ı anlayan var."Devletin sivil topluma iradesini kabul ettirdiği alanı" kastedenler var.Kamusal alan yerine "özel, toplumsal ve
7 Haziran günü, yani bundan 45 gün önce Başbakan Erdoğan şunları söylüyordu:"Türkiyenin 41 yıllık AB serüveni önemli bir dönüm noktasına geldi... Aralıkta tarih verilmemesi halinde biz Kopenhag kriterlerinin adını değiştirir, onu Ankara kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz. Biz Türk milleti olarak dik dururuz."İşte Erdoğanın aklına gelenler bunlar.Başına gelebilecek olansa Almanya Başbakanı Gerhard Schröderin hafta başındaki cümlesinde var: "Türkiye için şartlı evet denilebilir."Tabii ki, ABden müzakere tarihini şartlara bağlı olarak almak Türkiyenin işine gelmez ve bu kabul edilemez.Başbakan Erdoğanın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chiracla yaptığı görüşmeden de iyimser bir sonuç çıkmadı. Belki de bunda Fransız kamuoyunun Türkiyenin üyeliğine büyük muhalefetinin rolü oldu. Ama sebep ne olursa olsun geldiğimiz noktada Schröder de, Chirac da açık seçik Türkiyenin lehinde konuşmuyor.* * *ALMAN Hıristiyan Demokratlar açıkça "Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için ABye hiçbir zaman üye olamaz" görüşündeydiler. Bu münasebetsiz gerekçeyi daha önceki yıllarda AET Komisyonu Başkanı Jacques Delors ileri sürmüştü. Ona göre "Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübüydü."Jacques Delorsdan bir yıl
***ECEVİT karizmatik kişiliği, vizyonu, dürüstlüğü ve deneyimiyle başarı kazandı.İnönüyü devirdi, ortanın solunu üstlendi, Kıbrısı fethetti, Apo onun döneminde yakalandı.DSP Ecevit, Ecevit DSP oldu. Parti "Ecevit partisi" haline geldi."Eğer Ecevit ayrılsa, DSP kalır mı?" sorusunu sorduracak kadar, partiyle lider bütünleşti.***GELDİĞİMİZ noktada DSP tükenme dönemini yaşıyor. Böyle giderse siyaset arenasında DSP diye bir parti kalmayacak. Genel ve yerel seçimlerde alınan sonuç bunu gösteriyor.İşte bu kritik dönemde Ecevit belli nedenlerle çekiliyor.25 Temmuzda kongre var.Bu kongre, Ecevitsiz DSPyi kurtarır mı?***ECEVİTin yerine birkaç aday var. Ama en önemlileri Ecevitlerin veliaht ilan ettikleri Zeki Sezer ile eski Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel.Herhalde bunlardan biri kazanacak ama bu DSPnin de kazandığı anlamına gelecek mi? Yani parti canlanıp, halkla bütünleşip, iktidar adayı, gerçek bir sol parti olabilecek mi?Zor olan bu...***TÜRKİYEde sağ var. Ve sağın her zaman iktidara aday partileri oldu.Ama iktidara aday sol yok. O nedenle de Türk demokrasisi topallıyor.Bakın CHP kriz içinde, DSP yaşam savaşı veriyor. Oysa Türkiyede fikri bir sol potansiyel var.