Christoph Daum, Fenerbahçe’nin Avrupa’daki zaferleriyle kişisel kariyerini zenginleştirebilir. Fenerbahçe’nin, Süper Lig şampiyonluğu ile hem Almanya’daki hem Türkiye’deki karizmasını süsleyip püsleyebilir. Fenerbahçe her derbiyi Galatasaray’a dar ettikçe keyiflenebilir, coşabilir.
Anasının ak sütü gibi helaldir.
Ama arkasına derbi skorunu ve Fenerbahçe’yi alarak Rijkaard’dan daha iyi olduğunu kanıtlamaya kalkarsa, bunun adı “yetkiyi kötüye kullanma” olur.
Fenerbahçe’nin birinci vazifesi Daum’u parlatmak değildir ki!
Hele işi “Rijkaard mı büyük, ben mi”ye kadar taşıyorsa, Hollandalı meslektaşının kişisel tarihini silemez, ama bilgisi ve birikimini kullanımına kiralamak için anlaştığı ve karşılığında yüklüce bir para aldığı Fenerbahçe’yi zora sokmak olur bu.
Aklıma estikçe “Ben şundan daha iyi yazarım” diye bu köşeyi meşgul edemem mesela ben. Hem ayıp olur, hem tutup kolumdan atarlar. Kaldı ki, polemik de bizim konumuzdur.
Teknik direktörler arasında yarışma, çalıştırdığı kulüpler ve aldığı sonuçlar üzerinden yapılır; laf sokarak değil.
Fikret Güvercin 23 yaşında amatör futbolcuydu. Forvet oynuyordu. Müthiş yetenekliydi.
Gelişmiş kas-beyin koordinasyonu hem sahada harikalar yaratmasını sağlıyordu hem de geçinmek için yaptığı işte...
Koca iş makineleri eli ayağı gibiydi. Bir yanı kepçe, bir yanı delici o dev yengeçlerde operatördü.
O gün yine erken kalktı. Anasının hazırladığı azığı yanına aldı. Mis gibi bir ekmek ve bir parça helva vardı naylon poşette.
Yaşadıkları yere ve imkanlara göre iyi bir öğle yemeğiydi. O doğduğunda kurulmuştu beldeleri. Teröre karşı “devlet-millet el ele” projesine ilk koşan ve savunması kolay olsun diye mezralardan, köylerden toplanıp adeta bir kale oluşturan 7860 kişilik ailenin bir bireyiydi Fikret.
Hep tehlikedelerdi. Ama alışmışlardı.
Futbol sanki bir bayraktı onlar için... “Buradayız, yaşıyoruz, bizi yıldıramazsınız” bayrağı.
Galatasaray’ın kupadaki rakibi Bucaspor, bakın internet sitesinde kendisini nasıl özetliyor: “Cumhuriyet’le birlikte çakan bir kıvılcımız biz...
Yüreklerdeki spor sevgisini tutuşturan...
79 yaşında dev bir çınarız.
Güçlü... Köklü... İlkeli... Kararlı...”
Muhteşem değil mi?... Ne kadar manalı. Ne kadar özgüvenli.
Bir, iki “ayrıntı” dışında Fenerbahçe’den farkı yok yani...
Renkleri de sarı-lacivert.
Rijkaard’ın dediği gibi, yetki ve sorumluluk başkasının omuzlarındayken “işkembe-i kübra”dan sallamak kolay.
Olay, sebep/sonuç ilişkisini doğru kurabilmekte:
Dakika sıfırın altı... “Yardımcı hakemin kafası kanamış, maç oynanmamalıymış”!..
Bu ne hiddet bu celal!.. Başlamadan bitirmeye niyetli birileri.
Hani hakemin birinci görevi oynatmaktı?
Derbi tatil edilse, henüz hakemle alıp veremediği olmayan “yaratıkların” attığı taşa Orhun Yazıtları gibi imzasını kazımış olmayacak mıydı hakem?
Neden?..
Bu Dünya’da “biyoenerji” diye bir şey varsa, Türkiye-Avrupa şampiyonluğu da yetmez; kainat şampiyonu olması lazım Fenerbahçe’nin... O kadar yaygın ve derin Fenerbahçe’yi sırtından iten eller. O kadar çok. O kadar cömert.
Şükrü Saraoğlu’na gidenler tribünlere bakıp kendi kendilerine hayran oluyorlar ya... Stadın yanı, altı, muhtemelen bin kilometre uzağı bile öyle.
Maçtan önce “Maçkolik” diye bir müesseseye takıldım biraz... Bembayaz bir köşkü, pub yapmışlar. Müşteri popülasyonu Birleşmiş Milletler gibi. Karşımda İsveç’ten maç için gelen iki Türk, yanlarında Norveç’ten gelen iki Norveçli, yanımda Bağdat Caddesi’nden Nedim ve Dr. Tolga. Bir de kaynağı belirsiz iki Fenerbahçeli. Hallerine bakılırsa Stat’ta doğmuşlar.
Üst üste insanlar... Maç öncesinde tezahüratlar Fenerbahçe’yi yücelten, Galatasaray’ın yedi ceddini mezarda döndüren cinsten. İşin ilginci genç kızlar dans ediyor bu tempoyla. Muhatap orada olmayınca küfür o kadar ayıp değil galiba.
Neyse maç başlarken Birleşik Fenerbahçeliler Vakfı’na atıyorum kendimi. Orası da tribün gibi. Yani Saracoğlu “tıka basa!” diyorlarsa doğru söylüyorlar; tribünlerin altındaki işyerleri bile dolu. Kapanmışsa Migros’ta kimse yoktur, o
Tanımam etmem, selamsız sabahsız küt diye sordu: -Derbiyi kazanan, şampiyon değil mi?
Zaten canım sıkkın; ağzımdan çıktı:
“Şampiyon çoktan belli oldu sevgili kardeşim. Kutlamaları bile yapıldı”!
-Nasıl yani!
“Şampiyonlar pırıl pırıl üniformalarını giyip otobüsün üstünde Silopi’den girdiler ve Milli Takım’ın dünya üçüncülüğünden beri görülmemiş bir coşkuyla karşılandılar, görmedin mi?.. Neyse , yakında İstanbul’da tekrarlanır; izlersin”.
Kös kös gitti.
İki kuruşluk zevki vardı, onu da benim huysuzluğuma kurban verdi.
Fatih Terim “boş iş” yapmaz. Tarih vererek, bekleterek, merak uyandırarak bir basın toplantısı düzenliyor ve “manifesto” diye, yıllardır yaza yaza kalemimizdeki mürekkebi tüketen, artık top toplayıcılar tarafından bile ezbere bilinen “malum” sorunları 8 ana maddede toplayıp önümüze koyuyorsa, vardır bir bildiği...
Aksini düşünemem. Zekasına hakaret edemem Terim’in.
* * *
Evet. Söyledikleri sonuna kadar doğrudur.
Alt yapısız Milli Takım, koca kafalı ince bacaklı uzaylı fiziğindedir ve yaşadığımız Dünya’ya, çağa pek uygun değildir.
Futbolcu ihracatımız sıfır, ithalatımız Arap şeyhleri gibidir. Petrolümüz de olmadığına göre...
Okuldan, sahaya değil tribüne adam yetişmektedir. Gurbetçi genç yetenekler TC pasaportunu saklamaktadır. Sakat futbolcu popülasyonu bayram günü Yeni Cami avlusu kalabalığındadır. Çekemezlik çekilmez hale gelmiştir.
Süper Lig’in dokuzuncu haftasına bakıp, onuncu haftadaki Fenerbahçe-Galatasaray derbisi için fikir yürütenler, büyük bir olasılıkla yanılacaklar.
Sonucu tutturabilirler... Alt tarafı % 33... Ama argümanları yanlış olacak; o kesin.
Bir kere, dokuzuncu haftaya objektif bakamıyoruz ki...
Bir tarafta Antep’te attığı golün üstüne yatmaya çalışıp beceremeyen ve yenilen Fenerbahçe... Diğerinde Ali Sami Yen’de yediğinden bir fazlasını atarak kazanan Galatasaray.
İkisi de yerin dibine sokuluyorlar.
Aynı oranda. Aynı şehvetle.
Yahu Fenerbahçe’yi eleştirmeyi anlarım!.. Planlarını dura/yürüye oynayan Alex’in kurtarıcılığı üzerine kurmuş “Türkiye ötesi” bir takım... Yetenekler maç kazanırken rekorlardan bahseden, gözünün önünde maç giderken kılını kıpırdatmayıp “yenilgiden ders almaktan” söz eden bir hoca.