Maltepe Üniversitesi Kampüsü’nde başlayan Türkiye Şampiyonası ve Milli Takım seçmelerinde 20 seyirci vardı. Onlar da aileler.Bugüne kadar yüzme izlemek için bilet almış tek bir Türk vatandaşı gösteremezsiniz. Bedava olmasına rağmen, her türlü şampiyona, sadece yüzücülerin ailesine yapılır burada. O zaman Abdi İpekçi’nin dibini oyup niye havuz yapıyorsunuz?.. Kime?..
Bu bir Türkiye Şampiyonası... Milli Takım seçmeleri de cabası...
Misak-ı milli sınırları içinde bir spor branşının en büyük organizasyonu, zirvesi, sonu yani. Ötesi yok!
Peki kaç seyirci var?
Yaklaşık 20 civarı... Tamamı sporcuların ailesi. O aileler ki, parasıyla-zamanıyla-emeği ile kölesi olmuşlar zaten bu sporun.
Hey gidi Fenerbahçe... Üç yıl şampiyonluk “garantisi” ile yola çıkacaksın, daha birincisinin yarısına gelmeden lige ve hedefe öyle bir “yabancılaşacaksın” ki, kendi kalende “iki gol atana üçüncüsü ofsayttan bedava” durumları yaşayacaksın ve gıkını çıkarmayacaksın!..
Evet... Fenerbahçe’ye iki gol atınca ofsayta falan bakmıyor hakemler; üçüncüyü “bonus” olarak hesaba geçiriyorlar.
Var mı itirazı olan? Yok.
Taraftarlar “ha iki, ha üç” diye düşünüyor.
Yöneticiler öyle. Teknik direktör öyle. Hepsi tamam da maç sürecinde bedeni kimyasal atıklarla dolmuş, beyni yorulmuş, zihni bulanmış, adrenalin yüklemesine uğramış genç adamlar, nasıl bu kadar itirazsız kabul ederler en büyük futbol haksızlığını?
Beşiktaş maçı. Dakika 89. İhtiyar delikanlı İbrahim Üzülmez sol kanattan Uğur İnceman’a pasını veriyor. Uğur bekletmeden vuruyor. Buram buram ofsayt kokuyor gol.
“Ofsayttan üçüncü gol”ün ilk örneği... O yüzden “adet yerini bulsun diye” biraz mırın kırın ediyor Fenerbahçeli futbolcular golü kabullenmeden. Ama kısa kesiyorlar.
Yatacak yeri yok bu Mustafa Denizli’nin... “Nazlana nazlana” başladığı sezonun üçte birini “hevessiz” bir “münzevi” tavrıyla geçirip herkesin ümidini bitirdikten sonra Beşiktaş’ı sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da “baskı altında en iyi paslaşan” Zeka Olimpiyatı şampiyon adayı takımlarından biri haline getirdi ve cümle futbol kanaat önderini ters köşeye yatırdı ya...
Alacağı olsun.
Zaten bedelini ödemeye başladı!..
Aynı zevat bugün Mustafa Denizli’yi yere göğe koyamıyor, padişahlıktan sör unvanına kadar verecek paye bulamıyor, ayak seslerine bile methiyeler döşeniyor; kimse inanmıyor.
Oh olsun!..
Sadece yorumcuları mı mahvetti Denizli?..
Keşke o kadarla kalsa... Asıl Beşiktaş tribünlerini yaktı!
Artık Galatasaray’ın basketbolunda yaşanan skandaldan çok bu skandalın “kimler” tarafından ve “nasıl” kullanılacağı” önemlidir Galatasaray için!..
“Rakipleri”, “düşmanları” bırakın, Galatasaray’ın “patronaj”ına bakın.
Olay,“liselilerin” zaman içinde yitip gitmeye yüz tutan egemenliğini “hayatın gerçeği” olarak kabul etmek yerine, yeniden pekiştirmek için bir manivela olarak kullanmasına doğru gitmektedir.
Kime, ne kadar zarar vereceği göz ardı edilerek hem de...
Bu “vehme” nasıl mı kapıldım?..
Forma sahtekârlığını müstakbel Galatasaray Başkanı Yiğit Şardan’ı feda ederek dengelemeye çalışan Yönetim’in, kendilerini Galatasaray’ın sahibi, kulübü de malları olarak görenleri tatmin edemediğini belgeleyen “Galatasaraylılar Derneği’nin deklarasyonuna” bakın:
* * *
Almanya’da kaç vatandaşımız var?.. 3 milyon civarında değil mi... Anavatanda yaşayanların yaklaşık 20 de 1’i yani.
Peki Almanya’daki bu geniş ailemizden çıkan genç futbol yetenekleri, 20 katı nüfustan çıkanların üç-dört katı ise bu size ne anlatıyor?
“Burada en az 20 misli yetenek olmalı ama kaybolup gidiyor”!
Buharlaşıyor her şey.
Aynen “sahtekarlık” gibi...
Bakın, Deniz Feneri Alman Adaleti’nin çabası.
Futbolda bahis şikeleri Alman Adaleti’nin çabası.
İsteyen istediği kadar yırtınsın; bugünkü büyük gösterinin sadece iki “yıldızı” vardır; biri Beşiktaş diğeri Fenerbahçe futbol takımları. Onbir sağda, onbir solda... En çok altı tane de kulübeden. O kadar.
Ne reji, ne sahne amirleri, ne figüranlar, ne seyirci, ne de her köfteye maydanoz eleştirmenler “rol çalmaya” kalkışmasın.
Yeter... En azından bugün... Maça kadar.
Çünkü fazlasıyla yaptılar.
* * *
Bakın... Sahnedeki starlardan sonra, oyuna “etkisi ve yetkisini” tartışmanın çok makul sayılabileceği Denizli ve Daum bile bu kritik karşılaşmanın haddinden çok önüne geçtiler.
Adım gibi biliyorum ki, “bilerek isteyerek” yapıyorlar.
Düşünsenize... ABD Büyükelçiliği’nde “doğu hizmeti” yapan diplomatların çat-pat Türkçe söken çocukları hiç yadırgamıyorlardır bu ülkeyi.
Televizyonu açıyorlar, birinci haber “basketbol”.
Gazeteye bakıyorlar; önde sür manşet, arkada tam sayfa “milli” sporları...
Sokakta basketbol, okulda basketbol konuşuluyor. Arda’nın domuz gribi bile hava.
Yapandan da, yaptırandan da Allah razı olsun.
“Küçük Amerika” olduk sonunda.
* * *
Adına “spor” dediğimiz “organize suç dosyası” kartopu gibi büyüyüp statlardan salonlara, oradan evlerimize evlatlarımıza doğru gelirken, yöneticilerin/tetikçilerin/iki yüzlülerin “utanma Pazar mideyi bozar” durumları psikolojinizi bozuyorsa...
Sırtınızı ürpertiyorsa...
Ve anılarınızda kalan “spor” anlamında bir iki güzel manzara görmek, bu ülkenin geleceği hakkında umutlar beslemek istiyorsanız. İhtiyacınız varsa.
“Doğu”ya bakın.
Orada bir şehir var uzakta... Ağrı...
Hep trajedilerle haber olan, biraz mazlum, biraz hüzünlü, hayli kaderci insanların kenti. Ama bir senede kaderi değişti.
Çünkü Ağrı “skandalı” sıçrama tahtası yaptı.