Terim’in İspanya önündeki oyun planları çok yerinde ve çok da göz alıcı bir gösteriyle işlemekteydi İspanya’da...
Fatih hocanın taktiği ünlü İspanyollar’ı kendi oyun anlayışlarıyla mat etmekti aslında... Yani, “ayağa top-tek top-çabuk pas” mantığıyla dünya futbolunun zirvelerinde gezinen İspanya karşısında millilerimiz de “hatasız pas-çabuk kapanma-ani ataklar” prensiplerini en işler şekilde kullanmaktaydı Madrid’de...
İlk yarıya baktığımız zaman Türkiye’nin Casillas’ın koruduğu kalede gol tehlikesi yarattığını ve gol sayısına çok da yakın oynadığını zevkle görmekteydik. Çünkü özellikle orta alanda pas tezgahlarını Tuncay-Aurelio-Emre Belözoğlu-Nihat-Arda ve Semih başta olmak üzere tüm takım anlayışıyla kurgulayan Türkiye bu başarısıyla hem kendi savunmasını hem de İspanya’yı yarı alanda karşılayıp etkisiz kılma gerçeğini yaratıyordu yarışmada...
Ayrıca rakipten kaptığı toplarla ve kendi oluşturduğu paslaşma düzeniyle de İspanya’nın yüreğini ağzına getiren atakların
Türk futbolundaki yabancı oyuncu ve teknik adam ithalatı can sıkıcı bir halden çıkıp, derin maddi yaralar ve milli formaya zarar verici vahim durum haline geldi.
Şu maskaralığa bakar mısınız? Del Bosque efendinin eli öpülüyor ve kendisine Beşiktaş’tan kopardığı müthiş paralarla İspanya’da hayır kurumlarına yardım ettiği için Türkiye adına şükranlar (!) sunuluyor. Öte yandan Galatasaray’da kimseleri iplemeyen Lincoln efendi tasını tarağını toplayıp, ülkeyi terkediyor ve koca Galatasaray da çaresiz kalıp, antrenmanlara noter getiriyor, Lincoln’ü dönüşünde cezalandırmak adına... Fenerbahçe’de Appiah maskaralağına hiç girmeyelim dilerseniz. Çünkü kurt masalı gibi kirli bir hikaye bu işin iç yüzü. Aragones macerasının nasıl biteceği aslında açıkça ortada. Hazret kaçmaya hazır, yönetim de göndermeyi dört gözle bekliyor. Ancak iki taraf da sahte gülücüklerle lig haftalarının eriyip, sezonun bitmesini beklemedeler. Eh, bu kadarlık bir giriş dahi üç
Fenerbahçe’de sezon başından beri devam eden “yanlışlar dizisi” romanının son sayfası dün Bursa’da yazıldı, çizildi ve noktalandı.
Futbol, soluklu planlar isteyen, defansta, orta alanda ve gol bölgelerinde eksiksiz işleyen doğru mantığın özünden yaratılan bir oyundur. Fenerbahçe’de bilinen yabancı transfer yanlışları yanında Türkiye liglerinden hiç haberi olmayan ancak rütbeleri yüksek bir Aragones’e Fenerbahçe’nin teslim edilişi de ondan beklenenler de daha sezon başındayken bir hayaldi, bu işe ömrünü vermiş bilge insanlar için... Fenerbahçe kendi sahasında aylardır tek santrforla oynayıp bütün oyun formatını bu anlayış üzerinde yoğunlaştırdıktan sonra Bursa önünde çift golcü ile kazanma denemesine çıkmıştı.
Düşünebiliyor musunuz genç Bursaspor’un sahanın her yerine basan, tatlı sert oynayarak Fenerbahçe’yi yıldırmak üstüne kurulu puan kapma anlayışının karşısına Fenerbahçe hayli zayıf ve mücadele temposu düşük bir orta alan ve
Fenerbahçe, Sivasspor maçlarıyla başlattığı kazanma serisini dün Kocaeli önünde adeta heba ederek şampiyonluk yolunda “harakiri” yaptı kanatimizce...
Halbuki çabuk düşünüp, hızlı oynama mantığı üzerine Fenerbahçe kendini ne kadar da yenilemiş bir görüntüdeydi son haftalarda...
Tüm takım istekle oynuyor, defansta, orta alanda, hücumda tam bir birliktelik mantığı içerisinde arı gibi çalışıyordu Fenerbahçeli ayaklar. Peki dün gece ne olmuştu da Carlos’un daha oyunun başında yakaladığı büyük avantaj golüne rağmen Fenerbahçe ikinci sayıyı yaratarak üç puanı garantiye almayı beceremiyordu bir türlü?
Çünkü Fenerbahçe her şeyi Alex’ten bekleme, tüm mucizeleri Semih’ten yaratma hayalleri üstüne kurduğu için işte böylesine ligin dibinde gezinen takımlara karşı sırt üstü düşüp kalıyordu. Yani ortada Aragones’in bu takımı fikstürün akışına göre değerlendirip rakibe göre tertipler ve can alıcı düşünce atakları yaratmadaki beceriksizliğinden bir türlü kurtulamıyordu. Neydi yani, sürekli defans blokundan kopup gelen Lugano, Edu gibi adamlar mı buldukları gollerle Fenerbahçe’yi şampiyon yapacaklar ki...
Futbol oyununda Fenerbahçe gibi büyük takımlar hele hele erken buldukları gol sonrasında
İstemek başarmanın yarısıdır sözcüğü her meslekte geçerlidir. Hele takım yarışmalarında bu tarif alfabetik bir hakikattir doğrusu.
Fenerbahçe’de, Sivas maçlarında parıldayan duygu zenginliği, Kayseri’de zirvelerde dolaşmaktaydı gerçekten... Yoksa Kayserispor yepyeni ve göğüs kabartıcı stadın açılışında Fenerbahçe’den puan kaparak bu önemli günün tarihini kendi sayfalarına yazmak istemez miydi?
Sarı-lacivertli kadronun komple takım hüviyetini son üç önemli oyunda sahiplenmesinin en anlamlı ve en geçerli sebebi Aragones’in silkelenip kendine gelmesi ve takımın ilk tertibinde beceriksizlik marifetleri iyi bilinen Güiza’nın dışındaki bir 11’le sahaya çıkmasıdır. Fenerbahçe’nin hücumlardaki akıcı ve sonuca giden uslübunun, Alex-Semih ikilisinin futbolcu kimyalarındaki uyumdan yola çıktığını görüyoruz son haftalarda. Carlos’u da izliyorsunuz... Gençlik yıllarını anlatan canlılığı ve ustalığının yanında Alex’e tek pas yaptı ve kaptanın sağ ayağındaki sihirli vuruş tam da Fenerbahçe’nin galibiyetteki garanti golünü getirdi.
Gökhan, Fenerbahçe’nin gizli serveti sanki. Futbolculuk sanatkarlığını sürekli geliştirirken hem kendine hem de takımına Avrupa’dan kazanılacak bir euro
Fenerbahçe’nin çeyrek asırlık kupa hasretininin önündeki önemli bir engel daha kaderine teslim olacak gibi görünüyor
Sivasspor’un dörtlük yenilgi sonrasında sahada kontrollü oynamaya çalışıp, savunma bloğunu sürekli alarm halinde tutan bir anlayışta olması çok da doğruydu.
Bu düzende hem Alex - Semih - Uğur - Emre - Deivid gibi Fenerbahçe’nin gol canavarlarını kontrole alması kolaylaşıyor hem de kontrataklarla birkaç tane net gol pozisyonu yakalama başarısını da elde ediyordu Sivasspor ilk yarıda...
Fenerbahçe’nin lig maçındaki oyun temposunu ve taktik anlayışını aynı volümlerle yarışmanın gündemine sürdüğü izleniyor, erken sayı bulmak için de her türlü atak planlarıyla yükleniyordu rakibinin üzerine... Yani işler yine orta alandaki çabuk top kapıp - çabuk kullanma maharetçilerinin becerilerine kalıyordu.
Sivasspor’un orta alan komandolarının Fenerbahçe’nin oyun kurucularına tatlı serti de aşan bir üslupla kilitlenmeleri konuk kırmızı-beyazlı ekibin gol yeme korkularını net şekilde ortaya koyuyor ve Fırat Aydınus’un eli sarı kart taşıyan cebine sık girip çıkıyordu...
İlk yarı işte bu atmosfer içinde kontrollü futbolun hakim olduğu bir 45 dakika yaşanıyordu Kadıköy’de...
* *
Kadıköy’de müthiş bir futbol gösterisi yanında, hırs-tempo-hız gibi bu oyunun ana unsurları dışında göz kamaştırıcı gol ve goller lezzeti de gündemdeydi.
Fenerbahçe’nin “bu maç ya kazanılacak-ya kazanılacak” inancına sımsıkı bir düşünce bütünlüğüyle yarışmaya sarılması taraftarının aylardır beklediği bir takım anlayışıydı...
Bu düşünce bütünlüğü dünkü oyunun ana teması olarak yüceltmekteydi sahadaki yarışmayı. Fenerbahçeli futbolcuların sahanın her bölgesinde ve her kritik pozisyonda tüm dikkatlerini ve hareketlenme titizliklerini korumaları dünkü mükemmel sonucun ince detaylarıydı.
Gökhan dün defans ve kanat çıkışlarında maçın flaş ismiydi bize göre... Seri atakları hem Sivas’ın savunma dengelerini bozuyor, hem de Alex ve Semih’in oyun alanlarındaki rahatlamayı sağlıyordu.
Uğur Boral’ın sol kulvardaki enfes bindirmelerini ve sağ kanattan çıkan topları maharetle takipteki başarıları hem Uğur’un iki gol atmasını hem de Fenerbahçe’nin tarihe geçecek bir galibiyet yakalamasının yorumunu sağlıyordu.
Emre Belözoğlu orta alanın göbeğindeki görev anlayışına iyice yerleşmiş gibi... Topsuz hareketlenen arkadaşlarına dağıttığı paslar hem Fenerbahçe’nin hücum inceliklerini ateşleyen hem
Ankara’da yine görünen odur ki, Fenerbahçe’nin lig yarışmaları adına ciddiye alınacak bir A Planı yoktur
Futbol oyunu bir yerde garipliklerle de kol kola yaşayan taraflarıyla da vardır işte... Geçmiş hafta elinizi - kolunuzu sallayarak 7 sayı yakalarsınız, hemen önündeki oyunda ise gol kıtlığıyla yaşamaya mahkum bir 90 dakikaya kilitlenip kalırsınız.
Hiç “baraj şöyle yapılsaydı- Deivid daha dikkatli olsaydı”- veya - “Volkan yön değiştiren topta daha çabuk olabilseydi-” gibi kehanetlerde bulunmanın bir alemi yoktur. Çünkü futbol böyle bir oyundur işte...
Haaa, Fenerbahçe’nin yediği talihsiz sayıdan sonra apışıp kalması, ekibin çaresizlik görüntüleri içinde sahada dolaşıp durması çok tartışılır tabii... Alex’in ve Semih’in sihirli havalarından yoksun bir gece yaşamaları, Semih’in iki-üç pozisyonda son hareket sorunu içine sıkışması dünkü oyunun Fenerbahçe adına önemli sıkıntılarıydı muhakkak...
Gençlerbirliği’nin bulduğu “beleş gol”den sonra oyunu sarılıp ayağına kadar gelmiş puanları ciddi bir şekilde sonuna kadar kovalaması da muhakkakki doğaldı... Galip oynamanın avantajıyla tek top kullanmaları doğru ve yerli yerinde paslaşmalarla Fenerbahçe’yi sahada sık sık topsuz