Bizimkiler başlıklı bir yazıya girerken Türk futboluna ömrünü vakfetmiş yerli hocalarımızın hangisinden başlamalı diye düşünmek zorunda insan doğrusu.
Fatih Terim’den yola çıksak, Metin Türel’le Coşkun Özarı’ya, Özarı’dan başlasak rahmetli Gündüz Kılıç’a saygıda kusur etmiş olacağız. En iyisi maziden çıkıp şimdilerde işlerinin başında olanlarla konuya girelimde hayatın akış gerçeklerine ayak uyduralım.
Terim’in UEFA patronluğu, Türk futbolunun onur zaferi olarak tarihteki yerini almıştır futbol dünyamızda. Sonrasında Şenol Güneş’in Uzakdoğu’da sağladığı Dünya üçüncülüğü futbolumuzun yücelişindeki bir başka haykırıştır. Ya 2008 Avrupa üçüncülüğündeki müthiş sonuçlar ve tüm Avrupa’nın ay-yıldızlı formaya duyduğu saygı ve sevgi adına ne yorumlar yapmalıyız. İşte bu sonuçlara ve başarıları yakalayan hocalarımızı dikkatle inceleyip teknik gerçekleri mercek altına yatırabilirsek, yerli teknik adamlığın önemli bir BAŞKALDIRIŞ içinde olduğunu görebiliriz.
İsyanın ayak sesleri
Liglerimize ve içerideki yeni ayaklanmalara bir göz atalım dilerseniz. Bülent Uygun’un, Sivas’ta iki yıldır ortaya koyduğu olağanüstü performans neyin ifadesidir. İstanbul’un yabancı çalıştırıcı ve futbolculara
Oyuna fırtına hızıyla başlayıp tüm top kullanımlarında rakipten önce davranırsanız yarışmadan beklediğiniz sonuca erken ulaşırsınız. Alex’in olağanüstü meziyetlerine takım arkadaşları da yürekten yardımcı oldu mu gol ve golleri bulmak tabiki kolaylaşacaktır...
Dün ilk sayıdaki Semih farkını birlikte izledik. Sağ kulvardaki topu kale çizgisine en yakın noktada bekleyen Alex’e aktarmayıp, “Güiza’nın geçmişte yaptıkları gibi” kendisi kaleye vursa gol olmayacaktı belki de... İşte Semih’in daha beşinci dakikada ortaya koyduğu bu kalite farkı belki de Fenerbahçe’yi farka götüren “anahtar golün” anlamını ortaya koymaktaydı. Yani, sayın Aragones’in Semih’in gol ve goller konusundaki uzmanlığını artık kabullenip beynine kazıması lazım.
Fenerbahçe’nin “çabuk düşünüp çabuk oynama” özellikleri yanında sahaya yayılış düzenindeki doğru dengeler de dün sarı-lacivertli ekibin özelliği olarak görüntüdeydi. Sağ ve sol kanattaki oyuncuların yan çizgiye yakın oynamaları Fenerbahçe’nin geniş alanlarda top gezdirme meziyetlerini açık tutuyordu. Ve takım kontra, uzun paslarla Hacettepe’yi çaresiz bırakıyordu, özellikle ilk yarıda...
Evet, ilk 45’teki “gol yağmuru” haline dönüşen sonuçta tabi
Fenerbahçe’de işler gerçekten karışık ve can sıkıcı bir hale geldi. Geçmiş zamanlarda yapılan müthiş yanlışlar şimdilerde bir bir sırıtmaya, hatta kusmaya başladı.
Sarı-lacivertli yönetimin kulübü maddi-manevi değerler adına yüksek mertebelere taşımasına tüm camia saygı duyuyor. Kulübün marka değerinin kıymet kazandığı hiç tartışılmaz, ancak sonuçta Fenerbahçe’nin dünyadaki her ünlü kulüp gibi futbol ekibinden başlayan bir değer birimiyle ölçülüp, biçilmesi de kaçınılamaz bir doğrudur. Aragones’in takımın başına getirilip, Zico ve teknik ekibinin gönderilmesi 2008’deki sonuçlara bakılarak değerlendirilirse, ortada bir çarpıklık görülmeyebilir. Öyle ya, İspanya’nın teknik patronunu dünyanın şaşkın bakışları arasında Türkiye’de Fenerbahçe’nin başına taşımak o günlerin futbol ambiansı içinde büyük alkışlar da almış olabilir.
Fakat işte meselenin ‘püf’ noktası da buradadır. Yani İspanya dışında hiç çalışmamış bir hocanın Türkiye’de neler yapıp, yapamayacağını ölçüp değerlendirmeleri o devrenin heyecanı içinde değil de Fenerbahçe’nin kadro yapısı zemininde yorumlayabilmek futbolda derin bir bilgi birikimini gerektirir ki, Fenerbahçe’nin transfercileri her kimlerse, onlardaki
Olimpiyat Stadı’na deplasmana çıkmış Fenerbahçe ile Belediyespor arasında aklı başında bir futbol yarışması yerine tam bir KÖRDÖVÜŞÜ oynanmaktaydı sanki.
Belediye’nin mazereti ortadaydı aslında. Altı maçtır önüne gelene yenilen takım geçen hafta Eskişehir’de 6 golle mağlup olmanın ezikliğiyle çıkıyordu Fenerbahçe karşısına... Ama sarı-lacivertli takım öyle mi? Bilinen şöhreti ve özellikleri yanında nakit kıymeti tartısında da kıyaslanmayacak bir ağırlığın sahibi taraf değil miydi? Fakat gelin görün ki, sarı-lacivertli takım oyunun daha 5. dakikasında yaptığı inanılmaz bir defans laubaliliğiyle golü yemiş sonrasında ise tüm hatlarıyla apışıp kalmıştı bu sıradan rakibinin karşısında...
Attığı ilk golle tüm moralitesini yenileyen Belediyespor servet bulmuş gibi oyuna sarılmış, tek vücut hale gelerek sahanın her bölgesinde Fenerbahçe’yi preslemeye ve sarı-lacivertli bedenleri çaresiz pozisyonlar içinde kilitleme harekatını sürdürmeye başlamıştı... Bu arada Fenerbahçe’de Güiza uç adam olarak son hareketler veya topla buluşmalarda inanılmaz gariplikler sergiliyor, devrenin sonlarında ise boş kaleye atamadığı ve direğe çarpan topla da Fenerbahçe taraftarlarını çileden çıkarmaya
Fenerbahçe, Bursa’da çeyrek finali maçın erken zamanlarında garantiye alırken biraz da Bursa’nın inanılmaz bireysel hatalarıyla farklı sonucu yakalıyordu.
Aslında Fenerbahçe’de Aragones’in yine tek forvette inadı ile Semih’siz bir tertipte ısrarı üzeri asla sonuca göre örtülmemesi gereken bir gariplikti yine de...
Evet, Alex bilinen futbolcu hünerlerini müthiş kurnazlıklar kullanarak Bursa savunmasını şaşkınlığa kilitliyor, erkenden attığı çifte golle de maçın kaderini kolayca etkiliyordu.
Bursa ise kendi sahasında neden bu kadar prensipsiz, başıbozuk ve de Fenerbahçe’yi küçümser bir laubaliliği sergiliyordu ki?
Ertuğrul hocanın ciddiyeti ve iş ahlakı Bursaspor soyunma odasında henüz “işbaşı yapmamış” anlaşılan... İlk yarıdaki Bursaspor’un futbolun ana ilkelerinden bu kadar kopuk kalmışlığını ömrümde hiç seyretmedim dersem bana inanınız lütfen...
Biz yine çeyrek yüzyıldır Türkiye Kupası isterisiyle yaşayan Fenerbahçe’nin dört takım arasına kalışı meselesine dönersek; dünkü sonucun sarı-lacivertli futbolcuların dahi hayretle karşıladıkları bir kolaylıkta geçtiğini belirtmeliyiz...
Yalnız Emre Belözoğlu’nun ilk yarıda Volkan Şen’e müthiş bir serkeşlikle ve de “geçerli hiç bir
Geçen haftaki Bursaspor’un gözalıcı Fenerbahçe’si, Gaziantep önünde niçin yine eskiye dönüşün futbol anlayışına dönmekteydi?
Dünkü yarışmada, geçmiş haftayı inkar eden bir tertiple yer almıştı Fenerbahçe... Güizalı ve tek hücumcu ile oynamaya dönmek gibi koskocaman bir yanlış, Aragones tecrübesi ve kariyerindeki bir hocaya yakıştı mı hani?
Antep, dünkü yüksek volümlü, heyecan yüklü mücadelede Fenerbahçe’den çok daha çalışkan ve oyuna hakim bir grafiğin zirvelerinde yarışmaktaydı... Beto-Tabata-İlhan-Hakan Bayraktar-İvan-Murat-İsmail gibi isimler orta alanı abluka altına almakta, dengeli ve kontra paslarla hem sarı-lacivertli defansı bunaltmakta, hem de Fenerbahçe’nin orta alanının karşı çıkışlarını felç etmekteydiler.
Hadi Gökhan Gönül ani bir hastalık mazeretine yakalandı. Belki de Bursaspor oyununun en atak ve pas yüzdesi zengin ismi Vederson niçin kızağa alındı acaba hocam? Semihsiz bir tertiple yola çıkmak, yine tek santrforlu bir yanlışa dönmek, kabahatleri hayli birikmektedir Fenerbahçe’de...
Hazan yaprağı
Güiza hücum çıkışlarında bir hazan yaprağı gibi savrulup duruyor sağa sola... Rakiplerin en sıradan dokunuşlarında dahi fiziksel yorgunluklarını döküp saçıyor
Fenerbahçe, kupada çeyrek finalin ilk ayağını oynarken keyifli ve oldukça da özgür bir futbol anlayışının rahatlıklarıyla yarışıyordu Bursaspor’la...
“Özgürce” ifadesini kullanıyoruz çünkü Güiza’nın yarım sezondur süren hücumdaki “gölge adam”lığı dün Aragones’ce takımdan çekip alınmış, “Semih-Deivid” ikilisiyle Fenerbahçe bu sezon ilk kez çift santrfor dizilişiyle çıkmıştı rakibinin karşısına...
Sol kanatta topu ayağına yapışık gibi kullanıp geçmişte takımın tüm hücuma kalkışlarını darmadağın edip bırakan Uğur Boral da yerini tek topla oynama anlayışına sadık Vederson’a bırakınca Fanerbahçe’deki pas trafiği hiçbir tıkanmaya takılıp kalmadan çalışıyordu maçın tamamında...
Haaa... “Alex’in olmayışı neyi ifade ediyordu?” diyorsanız bu sualin cevabını kendiniz bulunuz lütfen... Çift santrforlu düzende orta dörtlünün sağ kanadında veya göbeğinde her zaman forması hazırdır üstadın... Ancak “paslar ben de toplanacak” kompleksi yaratılmadığı sürece... Alex’in böyle bir iddiası olduğu söylenemez, ancak bu büyük futbolcunun santrfor arkası tekli olarak oynatılması takımdaki bu konuyu teknik açıdan bir çıkmazın içine kilitliyor. Yani Fenerbahçe’nin derbi ve özel stratejisi olması gereken
Fenerbahçe-Trabzon yarışı birinci sınıf futbol hareketliliği içinde geçen bir heyecan kasırgası temposunda oynanmaktaydı doğrusu...
Trabzon’un oyunun başlangıcı ile Fenerbahçe defansı üstüne yığılması Ersun Yanal’ın bilinen baskıncı anlayışını hatırlatmaktaydı sanki bizlere... Umut Bulut’un daha ikinci dakikada Volkan ile karşı karşıya kalışı ve herkes ofsayt sanısı içindeyken kaçırdığı müthiş fırsat Fenerbahçe adına olağanüstü bir şansın ta kendisi değil miydi? Önce Trabzon’un tüm hatlarıyla Fenerbahçe’den çok daha hazırlıklı bir oyun planıyla yarıştığını söylemeliyiz. Orta alanda dönen topları Fenerbahçeli ayaklardan çok daha çabuk düşünce ve hareketlerle toplayan Selçuk İnan, Umut Bulut, Gökhan Ünal-Colman ve Hüseyin gibi isimler hem orta alanı kontrolde Fenerbahçe’den önlere çıkıyor hem de karşı atak yenilenmesi adına önemli işler çıkarıyorlardı. Burada Fenerbahçe geri dörtlüsünü Gökhan Gönül başta olmak üzere kalede Volkan’ı, Carlos’u, Edu’su ve Lugano’su ile gerçekten kutlamak gerek. Çünkü sayısız Trabzon atakları gol ve gollere dönüşmediyse eğer bu oyuncuların olağanüstü dikkatleri, çabuklukları ve yürekten oynamalarıydı sonuçta...
* * *
Fenerbahçe, Trabzon’a karşı