<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe, zirvedeki keyif haftalarında oyuna kendine işkence yaparak başlamayı adet edindi sanki...
Yani önce rakip sıkıştıracak, hatta gol atacak ve Fenerbahçe işte o zaman kırmızı alarmı çalmışçasına, oyunu sahiplenip, kaleye yüklenmeye başlayacak... Dün geceye de öyle başladı Fenerbahçe on biri... Savunma çizgisi bir an dalgaya düşüp, Selahattin'i sağ çizgiden kaçırınca, Volkan da, bu sert vuruşu kapadığı köşeden çelme becerisini gösteremedi... Eyvah, yine "stres dolu bir gece yaşacağız" korkularına hazırlanırken, bir de baktık ki Fenerbahçe, orta alandan sağlı - sollu çıkışlarla akmaya başlıyordu Sebatspor savunmasının üstüne... Sağ kulvardan Serhat ve Ali Güneş'in yaptığı ani bindirmeler, soldan da özellikle Tuncay'ın sağlık dolu atak zenginliği bir anda Akçaabat Sebat'ın oyun düşüncelerini ve savunma dizilişini alt üst ediyordu... Göbekten Nobre, Hooijdonk ve Aurelio'nun çıkışları da, iyice bunalan Sebat orta alanı ile savunmasını karıştırıyor, Sarı - Lacivertliler önce Tuncay, sonra da Serhat'ın iki sayısı ile daha ilk yarıda bitiriyordu dün geceki kolay maçta rakibinin umutlarını...
Ancak Fenerbahçe, yine de orta alandaki pas organizelerinde
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Adanaspor - Fenerbahçe maçında Tomas'ın oyundan alınması, bu oyuncunun formasını çıkarıp, Daum'un önüne fırlatarak karara tavır koyması amma da büyütüldü bu haftaki medya haberlerinde...
Halbuki biz bu olayın ne kadar daha önemli olanlarını seyrettik mazide kalmış zamanlarda... Hiç unutmam; Baba Gündüz Kılıç'ın Galatasaray'daki en görkemli teknik adam devirleriydi... Suat Mamat, Coşkun Özarı, Turgay Şeren, Kadri Aytaç, Metin Oktay gibi bütün büyük ustaların, futbolumuza en unutulmaz, en lezzetli gösterileri sunduğu yıllardı o zamanlar... Sezonun son maçlarında takımda her zaman orta alandan öne doğru oynayan ve Cim - Bom'un bütün hücum gücünü organize eden Suat Mamat ustanın, son Fenerbahçe derbisi öncesi "maçı hafiften alacağı" gibi bir şaibe havası" yaratılmıştı basınımızda... Dedikodular günlerce devam etmiş, ancak büyük maçın saatleri de gelip çatmıştı o tarihi 90 dakikanın başlama noktasına...
Rahmetli Gündüz Hoca, Suat'ı her zaman oynadığı yerden çekmiş, onu ön libero gibi daha riskli bir yerde oynatmıştı o gün... Tabii başta Suat Mamat olmak üzere, Cim - Bom müthiş tempolu bir oyundan sonra sahadan galip çıkarak, şampiyonluğunu ilan etmişti...
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe, korkularla kol kola oynuyor şampiyonluk yolculuğunda... Biri ligin zirvesinde, diğeri ise son koltuğunda oturan Adanaspor... Ama sahada iki - üç pasla rakip defansın içlerine iniveren taraf, şampiyonluk namzeti takım değil de, İkinci Lig yolcusu olan ev sahibi ekip nedense...
Evet, Fenerbahçe'de herkes iyi niyetli ve de çalışkan... Ama hücuma kalkış ve rakip alanda gol alanları yaratma incelikleri ve de becerilerinde hâlâ ne yaptığını bilmeden oynuyor Sarı - Lacivertli ekip... Rakip hata yapacak, Fener gol atacak... Yahut Hooijdonk ölü top kahramanlığı yaratacak ve takım gole kavuşacak... Yahu ligde şu kadar hafta geçti ve neredeyse futbol mevsiminin sonlarına doğru geldik... Ama Fenerbahçe, birkaç oyun dışında hafızalara kazınacak cinsten bir futbol şöleni koyamadı daha ortaya...
Kanatlar kopuk bir halde, hele Mahmut'un oynadığı sol kulvar ıssız bir semt sokağı kadar sessiz ve tenha... Evet, Tuncay cezalı, ama o sol boşluğu dolduracak adam Ümit Özat mı olacak yani ? Sezon başından beri Fenerbahçe'nin en iş yapan bölgesi savunmanın göbeği; yani Luciano ve Tomas ikilisinin birlikte bütünleşen defans emniyeti. Öyleyse daha ilk yarıda Tomas'ı
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fatih Terim sendromu... Lucescu'nun Beşiktaş'ta ortaya koyduğu akıl almaz teknik adam yanlışları Cim - Bom'u Terim'in yerine Hagi'ye bir futbol sihirbazı bulmuşçasına sarılmasındaki akıl almaz hatalar ve Şenol Güneş'i apar topar gönderen federasyonun gösterdiği kabalıktan sonra milli kadronun başına kimin getirileceği sualleri... Ne de "sıcak günler" yaşıyoruz futbolumuzda değil mi ? Bütün bu yapılanların futbolumuzun geleceğine nasıl yansıyacağı, kimlerin doğruya, hangi kulüplerimizin yanlışların içine dalıp gittiğini birlikte izleyeceğiz...
Burada önemli olan başlık Milli Takım'ın başına kimin geleceği ve gelmesi gerektiği gerçeğidir bizce... Ulusal takımımızın bir işletme şeması olduğunu asla unutmamalıyız bence... Yani yeni gelecek teknik patronun senede 5 - 6 maçla yetineceğini yazıp, çizenler büyük bir yanılgının içindedirler bizce... Şu satırların yazarının da içinde bulunduğu, hatta başı çektiği grup, "milli takım teknik direktörü" sıfatını yırtıp, atarak federasyon lugatından çıkarmış ve "milli takımlar teknik direktörlüğü" tarifini koyarak bir araya getirmiştir bütün kademelerdeki milli takımlar çalışmalarını... Unutulmaz başkan Sahir Gürkan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ligin zirvesindeki Fenerbahçe, alt sıralarda "sırat köprüsü" haftalarına girmiş Bursaspor ile kader maçı oynuyordu adeta Kadıköy'de... Fenerbahçe, sakat ve cezalı isimlerin dışında kalan kadrosu ile ve 3 - 5 - 2 anlayışıyla oyuna giriyor, Bursaspor ise önce rakibinin hücum denemelerini kesmeye uğraşıyor, sonra da kanatlardan ve göbekten girişlerle kovalıyordu oyundaki gol ihtimallerini...
Fenerbahçe'nin; Hooijdonk, Nobre ve dün çok çalışkan bir oyun sergileyen Tuncay'la kovaladığı uzun paslı toplarla tehlikeler doğuyor, ancak Bursaspor kalesi önünde çabuk kapanabildiği için Sarı - Lacivertliler'in aradığı, tüm tribünlerin beklediği pozisyonlardan gol haberi gelmiyordu bir türlü...
23. dakika gelince kavuştu Fenerbahçe aradığı gole Tuncay'ı ile... Tek golün sonuç adına asla garantiyi getirmediğini iyi bilen Sarı - Lacivertliler, sayıyı artırmak için uğraş veriyor, ancak ani Bursaspor ataklarında Volkan kalesinde garip durumlar yaratıyor, defansla pek denk düşmeyen pozisyon kararsızlıkları Fenerbahçe kalesinde kara bulutlar yaratıyordu. İlk yarının uzatmalarında defans kademeleri arasına ustaca sızan Okan, tribünlerin hayretle bakışları arasından
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Mükemmel bir kupa yarışmasının son derece kaliteli düşünce, gol ve ayak izleri vardı dün geceki üstün oyunda... Fenerbahçe, sahasında olmanın da verdiği emniyet duyguları ile önce mükemmel bir defans şuuruyla yarışıyor, kısa veya uzun ama muhakkak pas hatası "sıfıra yakın" dikkatle kendi oyun biçimini kurgulamaya çalışıyordu. Ayrıca golü bulmak için doğru zemini ve zamanı çok dikkatle de kovalamaktaydı. Gençler ise, bu maçın gelecek yılki Avrupa'ya çıkış adına "olmazsa olmaz" bir yarışma olduğunun bilincinde, deplasmanda, hele hele Kadıköy'de "ateş çemberi" gibi hava yaratan Fenerbahçe seyircisi önünde kazanmanın ne denli bir zorluk olduğunun da hesabını yaparak, karşı koyuyordu zorlu rakibi önünde.
İşte bu dikkatli oyunun sayısız pozisyon lezzetleri tribünleri sarıp sarmalıyor, ancak Türkiye'de şu andaki en zirve futbol grafiğine oturmuş iki takım da az hatasız oynadıkça da, maçta önemli gol pozisyonları doğmuyordu ilk yarıda öyle kolayca... Gerçi Nobre'nin, Hooijdonk'un atakları bazı pozisyon korkuları doğursa da, Gençlerbirliği savunması atik davranıp, çabucak kapanmada beceri gösteriyordu. Hooijdonk, Nobre, Aurelio, Tuncay gibi isimlere karşıt Gençler'de
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe, ligin zirvesinde yaşamanın zevkini dün gece de sürdürüyordu seyircisi ile birlikte...
Konyaspor, sanırım Fenerbahçe'yi fazla incelememişti oyun olarak... Yani kısa toplarla Fenerbahçe orta alanındaki pozisyon kavgalarından kolayca sıyrılıp, Sarı - Lacivertli defansın üstüne yüklenmek lüksüne sahip bir takım mı sanıyor kendini Konya ? Ayrıca Fener'in kendi sahası ve seyircisi önünde böylesine alarga toplar kullanmak ve de göstere göstere pas hatalarına düşmek, işte böyle çok farklı bir mağlubiyetin çukuruna düşürür bir takımı...
Kaldı ki Fenerbahçe, ligin ikinci yarısında depara kalkıp, önüne gelen takımı şanına şöhretine bakmadan devirip geçmiş bir lider ekip... Böyle bir takıma daha kapalı oynayıp, savunma kapılarını sımsıkı tutmak, işin doğrusu olmaz mıydı Konya adına ?.Fenerbahçe, geniş bir alana yaydığı hazırlık paslarıyla oyuna ve sahaya sahip çıkarak, rakibini hamur gibi yoğuruyordu işin aslında... Başta Hooijdonk olmak üzere Nobre, Aurelio, Ali Güneş ve bütün savunma isimleriyle mükemmel bir pas ile zamanlama zenginliğini sahaya yayıyor, birkaç şaşkın top dışında Konyaspor'a paslaşabilecek hiçbir boş alan bırakmıyordu... Tabii
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Galatasaray'da kongre yaklaşıyor... Kimin kazanacağı, kimlerin kaybedeceği tabii kongre günü sandıklarda belirlenecektir...
Benim üstünde durmak istediğim konu ne borçların nasıl tasfiye edileceği meselesi, ne de Ali Sami Yen'e taşınalım mı, yoksa Olimpiyat Stadı'nda kalalım mı konularıdır... Benim merak, hatta oldukça da endişe duyduğum konu, Fatih Terim'in hoyratça ve haksızca harcanmasından sonra Galatasaray'ı kimin çalıştıracağıdır... Cim - Bom'un soyunma odasına Hagi'nin patron olarak geleceği haberleri her gün medyanın manşetlerine düşmektedir... Eğer Hagi gelirse, korkarım Cim - Bom futbolda uzun bir gerileme dönemi yaşamaya mahkum kalabilir... Hagi'nin büyük bir oyuncu olduğunu hiç tartışmam, ama ondan "teknik başpatron" olabileceğini düşünen başkan adayı varsa, bakın onun futbol aklından yoksun olduğunu yıllarca tartışabilirim...
Hagi eğer bir futbol düşünürü olarak kabul edilseydi, önce Romen Federasyonu onu Portekiz'e gidecek Milli Takım'ın başına getirirdi ve bu görev için Lucescu'yu düşünmezdi... Ayrıca Hagi'nin, Bursaspor'u çalıştırma hayalleri hüsranla sona ermiş ve kendisi Romanya'ya geri dönmüştür... Hagi'nin büyük bir futbolcu