Fenerbahçe - Denizli oyununun ilk 20 dakikasındaki “matrak olaylar” sanırız bu sezonun en hatırlarda kalacak pozisyonları olarak yaşayacaktır hafızalarda...
Kaleci Süleyman’ın inanılmaz ıskalarına Kezman’ın yaptığı “karşı komiklikler” tribünleri sinirlendirmek yerine tam bir hayret dalgalanması yaratıyordu beyinlerde...
Topu boş kale yerine dışarıya postalayan Kezman da oyundaki gol atma umutlarını yitirmek üzereydi neredeyse... Ama Kazım’ın sağ kanattan şık vücut hareketleriyle getirdiği top bu kez Kezman’ın ayağından köşeye yapışınca hem moral çöküntüsü içine giren Kezman hem de Fenerbahçe, Denizli önündeki stresli havadan çıkıp normal tempolarına kavuşuyorlardı...
Evet, Fenerbahçe’de, Kazım’ın oyuna ve sonuca katkıları gelecek zamanlarda çok daha göz kamaştırıcı olacak sanırız. Bu oyuncunun topa olan hakimiyeti ve rakibi eksiltmedeki meziyetleri tam da Fenerbahçe formasına yakışır bir tarzda gelişiyor.
Tabii Alex’in farklı oyun stili her maçta olduğu gibi dün gece de bir
Fenerbahçe, Avrupa’daki başarılı çıkışlar yaşamının tantanasından sıyrılıp kendine gelmelidir artık...
Aslında Chelsea maçına kadarki sarı-lacivertli ekibi hatırlarken, saygı duyulacak yarışma tempoları, müthiş bir düşünsel birikimden yola çıkan duygu ve “özveri patlamasının” keyifli anıları tüm tazeliği ile yaşıyor hafızalarımızda... Tamam da, Chelsea’ye turu adeta hediye edercesine hedefsiz ve yavaş oynayan sarı-lacivertli takımın nerelerde hata yaptığını da incelemek gerekmektedir. Gereklidir, çünkü Fenerbahçe’nin lige dönüşünde hem teknik beyinlerde hem de yarışmacı bazı isimlerde tam bir “rehavet ve rakibi hafife alma” gibi şampiyonluk adına son derece tehlikeli sinyaller göze çarpmaktadır. Sorun orta sahada çok belirgindir. Alex’in hareket alanını çok adamla kontrol eden her takım Fenerbahçe’nin hücum hazırlıklarını kolayca kilitlemektedir.
Evet, Aurelio-Deivid gibi isimler hemen devreye girmek için hareketlenmekteler. Ancak Maldonado’nun hantal düşünceleri, oynama
Avrupa Süper Lig vitrinlerinden inip, kendi iç maçlarına dönen Fenerbahçe’de göze batan bir özellikli futbol yoktu Ankara’da...
Sarı-lacivertli kadronun Avrupa’da yarı finale çıkamama özürlerini “Fizik güç volümlerindeki azalma” olarak yorumlamak gereğine inananlardanım. Doğrudur... Dışarıda, içeride Inter-CSKA-Sevilla-Chelsea gibi dünya devleriyle oynamak bu arada kendi liginde de zirveyi korumak futbolda kolay işlerden değildir doğrusu... Ama dünyanın tüm unvanlı takımları için durum aynı değil mi? Hepsi 2-3 gün arayla sayısız doksan dakikalarla yarışıyorlar, ama fizik yapılarında öyle gözle görülür tempo tükenişlerine rastlamıyorsunuz.
Ankaraspor önünde Maldanado’ya bakalım. Adam kendi ekseni etrafında bir alan yaratmış, onun dışına hiç çıkmıyor. Hep “Kısa-yan ve geri paslar”la... Yani durumu idare ediyor. Kendisine, takıma uyum için bir süre tanımak gerekir. Ama kaç hafta oldu yahu... O kilo ve ağır hareketlerle Fenerbahçe orta alanı kimseyi
Dördüncü dakikada gelen “şok gol” de neden kademe hatası bu denli açık ve netti? Aurelio başta olmak üzere bir yığın sarı-lacivertli kalabalık Ballack’ın hemen arkasında bu kabahati yüklenirlerken kader ne kadar da acımasız davranmıştı Fenerbahçe’ye ve sarı-lacivert forma aşıklarına...
Halbuki İstanbul’daki ilk yarıda tam yarım saat fırtına gibi esen Chelsea’den eser yoktu dün Londra’daki yarışmada...
Evet, Chelsea topa daha hakim, düşünce ve çabuk oynama maharetlerinde Fenerbahçe’den daha üstün görüntülerle götürmekteydi oyunu... Golsüzlükle taşıyabilseydi, ikinci yarıda sarı-lacivertli ayakların paslaşma ve Chelsea kalesine yüklenme planları çok daha dengeli, hareketli ve de batıcı olabirdi.
Fenerbahçe’de ilk devre eldeki kadro adına çok doğruydu aslında. Semih ve Kazım ile başlamak Zico ustanın yerinde görüşü olarak yorumlandı tribünlerde... Özellikle Kazım’ın bu itimada çok da layık olamadığı bir durgunluk içinde sıkışıp kaldığını da
Fenerbahçe dün Kayseri önünde kendine işkence edercesine “mazoşist” duyguların gölgesinde geçen bir futbolsuzlukla baş başaydı ilk 45’te...
Zico’nun inanılmaz Kezman inadı yanında bir de onu “uçta tekli oynatması” Fenerbahçe’nin hücum gücünü sıfıra doğru çekiyordu bu çok önemli puan yarışmasında... Halbuki Deivid’i solda, Chelsea maçının jokeri Kazım’ı sağda oynatarak işe başlasa hem Fenerbahçe golsüzlük içinde sıkışıp kalmayacak hem de Kayseri orta alanda ve karşı kontrataklarda Fenerbahçe’ye kök söktürür bir futbol inadını uzun zaman sürdüremeyecekti.
Düşünün, Kayseri deplasmana gelmiş ama kalecisinin her degajı veya defansının her uzun topuna İglesias - Cangele - Mehmet Topuz - Mehmet Eren kalabalığından en az ikisi seri deparlar atıyorlar, Fener’de ise Serdar’ın vuruşları veya savunmasının uzun toplarına sadece Kezman deli danalar gibi anlamsızca saldırıp duruyor. Ehhh, böyle bir hücum derbederliğiyle yola
Kadıköy’de 12. dakikada sahaya düşen gol talihsizliği bir anda Saracoğlu tribünlerini mateme boğuyordu sanki...
Deivid üzgün, takım şaşkın, tribünler ise ağır bir anlamsızlığın içinde sıkışıp kalmıştı bir anda... İşte, beklenmeyen bu talihsiz ana bir süre kilitlenip kaldı Deivid de, takım da seyirciler de... Bu durumun Fenerbahçe’de bir ağırlık yaratması, Chelsea’nin ise bu durumdan yararlanarak sahada “futboldan özel görüntüler sergileyecek“ bir fırsat yakalayarak boy göstermesi ise futbolun doğasındaki gerçeklerdi tabii... Bu arada hızla ilerleyen zaman içinde Zico kulübesinde de ince hesaplar yapıyor, Uğur Boral’ın kolektif oyundan uzak kalan “başına buyruk durumuna”, Kezman’ın ise ileride yine durgun, yine yaratıcılıktan uzak kalan tepkisizliğini de izliyor, ikinci yarıya Kazım ve Semih ikilisini daha maçın birinci perdesi bitmeden değişiklikler adına işaretliyordu sanki...
***
İkinci yarıda tam da ilk devrede yaptığımız tespitlerin gerçekleşmesiyle oyun başlıyor, ilk 45’te yenilen “pis
Tarihi statta 100 yıllık iki ezeli rakip yine puan kavgaları adına kıyasıya bir yarışmayı yaşatmaktaydılar taraftarlarına...
İlk yarıda önce Fenerbahçe’nin oyuna rahat başlangıcı ve Beşiktaş defansını aşmada gösterdiği rahat hücum hamleleri oyunu sarıp sarmalamakta, heba olan bir kaç önemli gol şansı sonrası 11. dakikada Alex’le gelen sayı Fenerbahçe’ye kazanma kapılarını açmaktaydı.
Sarı-lacivertli taraftarlar fark yaratacak umutlarının hesaplarına dalıp gitmekte iken Beşiktaş seyircisi de büyük endişeler içerisine kilitlenmekteydi. İyi de Fenerbahçe’nin özellikle Kazım’ın sağ kulvardan yaptığı can alıcı çıkışlarını Beşiktaş orta alanı neden önlemekte gecikmeli davranmakta, İbrahim Üzülmez’in üstüne yığılan sayısız hücum kalabalığına adeta seyirci kalmaktaydı. Yani Ertuğrul hocanın ilk yarıda defans açıklarını Üzülmez kaptana fatura edip onu ikinci yarıda oyundan alması nedenli doğruydu anlayamadık.
Fenerbahçe’nin deplasman oyunundaki “gol at-üstüne yat“ gibi görülen
Fenerbahçe çok da doğru bir hız harekatı ile başlamıştı Kasımpaşa oyununa... Tek top kullanmalı akıllı düşünceler süratle gelişiyor ve sarı-lacivertli ekip özellikle Alex’le ve Aurelio’nun “reis”liklerinde göz kamaştırıcı paslaşmalarla kurguluyorlardı yarışmayı...
Şöyle yarım saate yakın süren bu harekât devrenin son çeyreğinde yavaşlıyor, Kasımpaşa, Fenerbahçe kalesini daha çok sayıdaki ataklarla zorluyor ve Fenerbahçe’nin iki-üç ciddi pozisyonu dışında bir türlü gol kapılarını açacak sayıyı bulamıyordu kendi seyircisi önünde ve sahasında... İyi de “ortadaki yanlış ne idi?“ suali çıkmıyor muydu kendiliğinden ortaya...
Hata şuradaydı bizce... Fenerbahçe defanstaki son adamı Edu ile uç oyuncusu Kezman arasında çok geniş bir alan bırakarak oynuyordu nedense... Halbuki takımın içerideki yönetmeni Alex bu anlamsız derinliği erkenden görebilse ve takımdaki defansif hattı orta çizgiye çekse o zaman Fenerbahçe’nin dar alanlardaki kısa pas maharetlerini