<#comment>#comment>Slovakya, Avrupa Şampiyonası’nın açılış maçında müthiş bir kazanma inadıyla başlıyordu oyuna... Çok çabuk ve gol arayan çizgi ataklarıyla kalemize sokulmaya çalışmaları beş - altı dakika sürdü sadece.
Slovakya’nın bu ateşli başlangıcı bizim takımı çok tahrik etmiş olacak ki, Dünya Üçüncüsü Türkiye, orta sahada kurduğu olağanüstü pres ve top kapma kavgalarıyla yavaş yavaş rakibini sahadan silmeye başlıyor, oyunun bütün pas viteslerini de milli formalı ayaklarımız ele geçiriyorlardı... Yıldıray, Emre, Hakan Ünsal ve Tugay’ın çıkardıkları zıpkın gibi sivri ve gol maksatlı toplar rakip savunmanın kademe anlayışını alt üst ediyordu... Bu tempo ve pas üstünlüğünün sahadaki diğer bir unsuru da tabii ki Okan’ın sakatlık sonrası oynama azgınlığından da kaynaklanıyordu... Türkiye şık ataklar ve gollerle serinin ilk maçında bütün tribünlerin alkışlarıyla sarmaş dolaş oluyordu bir anda...
Hakan Şükür’süz ve İlhan Mansız’sız Türkiye hücumda ne yapar suali bizim de kafamızı kurcalıyordu işin aslında sahaya gelirken... Ama maçın erken dakikalarında anlaşıldı ki, ne Arif, ne de Serhat oyunu kazanma çalışmalarında kimselerden geride kalmıyor ve sürekli bölge değiştirerek
<#comment>#comment>Basketbolda Avrupa ikincisi apoletleriyle Dünya Şampiyonası için İndianapolis’e taşınan basketbolcularımızın ne sahadaki yarışma stillerini, ne de oyun ve kazanma konsantrasyonlarını tanımakta güçlük çekiyordu bütün Türkiye... Hele hele Aydın Örs ile Çetin Yılmaz’ın kenar yönetimi olarak saha içi olaylara buz gibi ve umutsuz bakışları, Türkiye’den Amerika’yı izleyen on milyonlarca seyirciyi daha yarışmalar devam ederken sonuçlar adına büyük korkulara ve üzüntülere kilitliyordu...
Evet, NBA’de Hidayet, Panathinaikos’ta İbrahim, Maccabi’de Hüseyin Beşok forma giyiyor, Siena’da Mirsad, Detroit’te de Mehmet Okur sabırsızlıkla yeni takımlarında oynamayı bekliyor. İyi ama, milli formada yarışmak duyguları ile kulüp formalarıyla oynamak arasında sahaya yansıyan büyük bir düşünce ve özveri farklarının milli formadan yana oluşması gerekmez mi ? İşte bu teknik farklar nedeniyle, Amerika’daki bütün rakiplerimizin büyük bir saha içi dersi verdiğini üzülerek seyrettik "12 Yorgun Adam" ımız ve kenar yönetiminin kaderci teknisyenlerine...
* * *
"12 Dev Adam" sloganını yaratan sponsorlar ve ajans düşünürleri, Avrupa Şampiyonası’nda bayağı ürün satışı
<#comment>#comment>Fenerbahçe, Feyenoord önünde kaçırdığı maddi ve manevi değerlerin kırgınlığı ile de yarışıyordu sanki Denizli önünde...
Johnson, Cem Karaca ve Ali Güneş’le ilk on biri tertiplenmiş Fenerbahçe, adeta "sil baştan" anlayışıyla çıkmıştı Denizlispor’un önüne... Denizli’nin klasik deplasman anlayışındaki pas çabukluğu kurma planlarına Fenerbahçe’nin Stevic, Ali Güneş, Cem Karaca, Johnson gibi isimleri çok yerinde pres hareketleriyle tavır koyuyor, Ortega ve Serhat ile ileri - geri çalışarak rakibinin oyunda hakimiyet kurma ısrarını daha düşünce faslında alt üst ediyorlardı. Geride Fatih Akyel, Mirkovic ve Ogün kaleci Rüştü ile de kurdukları olumlu pas diyaloglarıyla maçın "topla oynama" yüzdelerini zenginleştiriyorlar ve Fenerbahçe, Denizli önünde derli toplu bir lig oyununun klasik gösterilerini sergiliyordu taraftarına... Ortega, topla buluşmaların üstün ve klas hareketleriyle oyunu süslüyor, ancak yine de Washington veya kanatlara kayması gerekenler, topsuz oyun adına pas alır hale gelerek bir türlü rahat bırakmıyorlardı Arjantinli ustanın kafasındaki oyun kurma düşüncelerini... Bir başka doğru düşünce de Fenerbahçe’nin telaşsız oynaması ve geri üçlünün savunma
<#comment>#comment>Fenerbahçe’de bu yıl işlerin kötü gideceğini haftalardır yazıp durmaktayız... Lorant’ın Fenerbahçe’ye getirilişinin büyük bir yanlış olduğunu, evrensel boyutlarda düşünce zenginliği olmayan bu hocayla Sarı - Lacivertliler’in Avrupa zirvesini kovalama amaçlarının sadece bir "hayal" olduğunu dün de söyledik, bugün de yazıyoruz, yarınlarda da haykırmaya devam edeceğiz...
Fenerbahçe yönetimi, Lorant’la el sıkışırken futbolun hangi teknik kıstaslarıyla yeterliliğini ölçüp, biçmiştir ve de uygunluğuna kimler nasıl karar vermiştir merak ederim... Galatasaray’da transferi sadece Fatih Terim yapar ve kılı kırk yaran teknik tartıları kafasında yüzlerce kere ölçüp biçtikten sonra karar verir kimleri alıp, kimleri göndereceğine... Peki de Fenerbahçe’de hangileri karar vermiştir Washington gibi bir futbolcu kalıpsızlığını temsil eden oyuncunun alınmasına ?.. Hele hele Andersson gibi bir santrfor beceriksizini bir sezon boşu boşuna oynatıp, gördükten sonra aynı tip bir adamı aynı bölgede kullanmak fikri ve kararı asla bir futbol bilgeliği olamaz; tam tersine bir "yönetim cehaleti" dir sadece...
Fatih Terim evine arada sırada gider... Çünkü onun gerçek evi Florya
<#comment>#comment>Futbolda puan kazancı üstüne oynamanın farkıyla eleme üzerine yarışılan bir 90 dakika kavgasının krampon oyuncuları arasındaki maç stratejilerinde, soyunma odası tertip ve taktik kurgularının ne kadar tartışılmaz olduğu dün gece bir kere daha netlik kazanmıştır...
Fenerbahçe, kendi sahasında oluşmuş bütün teknik ve tribün avantajlarına rağmen, kendi oyun planlarının doğruluğunu asla oyunu takip eden dikkatli kafalara ispatlayamıyor, buna karşın ise Feyenoord on biri tertemiz bir deplasman üslubuyla tur umutlarımızı dakika dakika eritiyordu. Hollanda temsilcisi, elde ettiği kazancı ve Fenerbahçe’nin kendi sahasındaki "tur galası" nı dikkatli ve görevli gözlere ısrarla sunuyordu...
Toplu bir savunma ve orta alanda kalabalık çoğalma taktiğiyle oynamak futbolda her deplasman planının on yıllardır var olan doğru düzenidir... Yani Feyenoord’un, bu basit doğruları Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nda sergilemesi pek mi takdire değer bir oyun şıklığıydı sanki ?..
* * *
Ama Bay Lorant, uluslararası maç tecrübesi dışına düşmüş "kariyer fukaralığını" gala gecesinde de vizyona sokmuş ve Johnson’suz ve Washington’lu bir tertipsizlikle ne acıdır ki,
<#comment>#comment>Dünya’da futbol dolara dayalı büyük cirolarla ve de olağanüstü bir seyirci kitlesiyle sarmaş dolaş olmanın dayanılmaz sarhoşluğu içinde yaşıyor. FIFA, UEFA bu gelişmelerden çok mutlu... Kasalarına akan paraların ve de Dünya devlet başkanlarına yakın itibarla yaşamanın amansız keyfini çıkarmakta haksız da değiller. İletişim dünyasının dev adımlarla gelişmesi, FIFA Başkanı İsviçreli Sepp Blatter, UEFA Başkanı İsveçli Johansson ile birçok yardımcı ekiplerini de birer dünya patronu haline getirdi. Bütün bunları biz de zevk ve sevgiyle takip edip, takdir ediyoruz. Ancak futbolun son Dünya Kupası’ndaki ortaya koyduğu temaşa faslına gelirsek, gerek Uzakdoğu’daki dolu tribünlerin, gerekse Dünya TV’lerinin başından ayrılmayan milyarlarca insanın, hem oynanan oyunların kalitesizliğinden, hem de yıldız futbolcuların hiç olmadığı kupkuru takımların seyir zorunluluğundan sükutu hayale kapıldıklarını görüyoruz... Bu konuda hem Dünya basını büyük şikayetler içinde, hem de bizim Avrupa’daki futbolu çok iyi bilen özel dostlarımız.
Dünya Şampiyonu Brezilya’ya bakınız... Türkiye ile oynadıkları iki maç onların en korktukları oyunlar olmuş. Ronaldo’nun sadece iyi gol kokusu alan
<#comment>#comment>Beşiktaş’ta fizik kondisyon değerleri pek yerli yerinde... Ama takımın oyun şeması ile pas dağılımlarındaki dikkatsizlik ve derbederliği pek anlayamadım ben... Demek ki bu takım henüz ciddi yarışmalar kıvamına gelememiş.
Kocaeli savunmasının göbeğindeki müthiş adam kalabalığını aşmak adına duvar pasları veya özel maksatlı aradan sıyrılma maharetleri hiç yoktu dünkü Beşiktaş takımında... İlhan Mansız ve Nouma gibi gol asları takıma henüz katılamadı. Onların olmaması çok önemli Beşiktaş adına. İyi ama, Sergen, Tümer, Pancu ve birçok oyuncu kalabalığını Kocaeli savunmasının içine yığmakla maç kazanılmaz ki... Ayrıca Beşiktaş defansı neden çok önlerde kurduğu savunma çizgisini daha gerilere çekerek, takımın hazırlık paslarında özgür ve görerek oynamasına imkan sağlamıyordu ki ?
Bence Beşiktaş’ın asları olmadığı zaman, Sergen’in daha bir ciddi hareketlere soyunup, rakip ceza sahası içinde her türlü bilek meziyetlerini oyuna sürmesi lazım... Bırakınız Beşiktaş’ı, Türkiye’de çok özel bir teknik şeytanlığı istediği savunmaya yutturacak Sergen’den başka biri var mı ki ?.. Ama dün Sergen, çok iyi niyetle çalışmasına rağmen kornerleri atmaya gidiyor, ama Kocaeli
<#comment>#comment>Feyenoord önünde çok kontrollü bir oyun düzeni ortaya koyan Fenerbahçe, Trabzon’daki maç sonrası gözlere ve düşüncelere hoş geliyordu doğrusu... Ama golü yediğimiz 65. dakikaya kadar...
Johnson’un da sol beke çekerek Feyenoord’a karşı beşli bir defans duvarı kuran Lorant ne kadar da doğru bir oyun planı uyguluyordu Rotterdam’da... Futbolda galibiyetler ve şampiyonluklara giden en doğru yol sağlam bir savunma anlayışından geçer... Öyle "hücum futbolu" - "bol gollü galibiyet hayalleri" gibi fantazilerin kare kökü sağlıklı bir defans ve kontrollü futbolun varlığına dayalıdır. Stevic kesinlikle bu takımda sürekli forma bulur. Ve de Fenerbahçe sağ kanatta aradığı oyuncusunu da bulmuştu nihayet... Ancak Kaptan Ogün’ün saha içindeki sinirliliği ve sürekli el - kol hareketleriyle hakeme bir şeyler anlatmaya çalışması böylesine kritik bir oyunda anlaşılır gibi değildi.
Ortega’nın dünkü ilk tertipte yer almaması, hele Ogün’ün sarı kartlı olarak oyuna devam edişinin risklerini taşımak acaba Lorant hoca adına ne kadar doğruydu? Ortega’nın oyuna girdikten sonra yaptığı enfes hareketleri hepimiz izledik. Böylesine virtüöz bir oyuncuyu kıyıda - köşede bekletmeyi sürdürürse