<#comment>#comment>Kadıköy’deki çok önemli tur maçında sahada futbol taktiği ve tekniğinden çok iki ekibi de sarıp, sarmalamış bir stres elektriğinin çok yüksek voltajları çekip çeviriyordu oyunu... AIK Solna, defans ve orta sahayı et ve kemikten oluşmuş futbolcu duvarlarıyla ölümüne savunuyor, üstün fizik gücüyle yakalamayı düşündüğü gol ve goller için de kontrataklar sergiliyordu Fenerbahçe kalesi üzerine... İyi de, beraberlik avantajıyla oynamasına rağmen Fenerbahçe niçin kendi sahasında rakibi kadar güçlü, nefesli ve de organize ataklarla gidemiyordu özellikleri bilinen Solna’nın üstüne üstüne...
Orta alan çıkışları, Johnson’un golü gelene kadar, Ortega dışında, kimseler tarafından doğru ve rakibi mat edecek noktalara taşınamıyor, özellikle de Washington ve Serhat gibi isimler olumlu son hareketlerde asla Fenerbahçe’ye yakışır bir seviye yakalayamıyorlardı. Sağ kanatta Hakan’ın çırpınmaları yanında, Fatih Akyel kanat çıkışlarında kopuk kalıyor, sol kulvarda Ali Güneş ise attığı gole rağmen hem savunmada, hem de hücum çıkışlarında beklenen başarı çizgisine bir türlü ulaşamıyordu.
Yani orta sahada oyun boyunca rakip savunmayı aşması gereken düşünce ve hareketler geceyi sarıp
<#comment>#comment>Brugge, Ali Sami Yen’de bir zebaniler mangası edasıyla dövüşüyordu Galatasaray ile... Fizik ve güç olarak sahanın her bölgesine yayılan Belçikalılar, en küçük bir hatada Cim - Bom’un kendilerini devirip bırakacaklarını iyi bildikleri için rakibe açık vermemek adına bütün bölgelere markaj düşünceleriyle yığılıp, bozmaya çalışıyorlardı Galatasaray’ın baş kurgularını...
Hem göbekte uzun boylu çok adamla Cim - Bom’un gol ihtimallerini önlemeye çalışıyorlar, hem de kanatlarda kullandıkları cüsseli adamlarla Galatasaray’ın kulvar çıkışlarını yok etmek adına büyük bir gayretle oynuyorlardı... Galatasaray ise "ya kazanmak, ya kazanmak" zorunda olduğunu çok iyi biliyordu kendi sahasında... Brugge’ün bütün oynatmama inatlarına rağmen zaman zaman Arif, Ümit Karan ve Hasan Şaş ile rakip savunmayı aşan Sarı - Kırmızılılar çok da şans diyebileceğimiz birkaç pozisyonda hakettikleri gollerle buluşamıyorlardı bir türlü. Suat’ın ilk tertipte oynamaması oyun başlarken yadırgansa da ilerleyen dakikalarda Suat’ın bütün pas ustalıklarını izliyor ve de Fatih Terim’in oyuna "anahtar adam" gibi sürdüğünü düşünmeye başlıyorduk... İşte ilk yarısı böyle bir orta alan çatışmaları ve top kapma
<#comment>#comment>Türk futbolunda kamuoyu belki de "ilk kez" karizması kıtalararası klasmana girmiş bir Türk futbolcusunun kulüpsüz, formasız ve de futbolsuz kalışına şahit oluyor.
Öyle ya, Hakan Şükür’ün elinde bonservisiyle kendine oynayacak kulüp bulamaması, öyle yenilir yutulur bir olay mıdır futbolumuzda ?.. Bu büyük santrforun boyundan büyük işlere karışıp, Galatasaray ve Milli Takım’da ikilikler yarattığını, tüm ikazlara rağmen de uslanmayıp, kafasının dikine gittiğini hepimiz bilmekteyiz... Ve de onun bu hale düşmesinden büyük üzüntü, hatta acılar duymaktayız... Ama bu büyük ayıba yalnız Hakan Şükür’den çare beklemek, bu büyük futbol ustasını dertleriyle baş başa bırakmak sanırım artık Hakan’dan da öte, spor kamuoyu olarak hepimizin kabahatleri halinde büyümektedir.
***
Şahsen Fatih Terim gibi enternasyonal bir hocanın, her bilgiye sahip ve kafası karışık oyuncularını tedavi etmede futbolumuzun "KONFİÇYÜS" u mertebesine erişmiş bir teknik adamın, Hakan’ı mazide kalmış bir jeep meselesi yüzünden defterinden sildiğine en azından benim inanmam öylesine güç ki... Sanırım bugün Türkiye’ye girmesi yasak olan Fettullah Gülen konusu da, Hakan Şükür’ün kafasında "yalan
<#comment>#comment>Beşiktaş da, Trabzon da belirli bir planı olmayan futbol derbederliğiyle oynuyorlardı dünkü gecede...
Haydi Trabzon için, yeni bir yapılanma ile Samet Aybaba’nın kafasındaki futbol kopyalarını öğrenmeye çalışıyorlar diyelim. Gerçi Beşiktaş’a karşı adam markajıyla oynayıp, savunmayı kalabalık tutuyorlar ve de Siyah - Beyazlı hücum adamları Ahmet Dursun ve Pancu’ya nefes aldırmıyorlardı adeta... Ayrıca Fatih Tekke, Gökdeniz ve Mehmet Yılmaz gibi müthiş süratli adamlarıyla da Beşiktaş’a bayağı korkulu ataklarla yükleniyorlardı 90 dakikanın çokca zamanında...
Ancak Beşiktaş’ın göze batan önemli çapaklarına bakarsak, gerçekten garip bir dağınıklıkla yüzleşiyorsunuz sürekli... Mesela takım asla aynı ayak ve düşünce diliyle kuramıyor pas diyaloglarını... Savunma hiçbir hedefi olmayan uzun topları sürekli Trabzon defansçılarına postalarken, "neyi niçin yaptıklarından habersizdiler" adeta... Orta alanda ne yaptığını bilerek oynayan tek isim Amaral’dı Siyah - Beyazlı formada... İbrahim sol kanatta pır pır pırlayıp duruyor, ama görevli olduğu bölgede can alıcı ataklara çıkmayı hiç düşünemiyordu... Kafası önünde oynayan, sahanın bütününü her an gözleriyle denetleyemeyen
<#comment>#comment>Fenerbahçe’nin AIK Solna önündeki ilk 45 dakikada fırtına gibi esmesi gerçekten bütün Sarı - Lacivert aşıklarının hasretle beklediği bir tempoydu. Ancak ikinci yarıda rakibin hırslanması, Lorant’ın 3-1’den sonra tatlı hayallerine devam ederek gol beklemesi, aslında Revivo gibi oyundan düşmüş bir ismi, "Mehmetçik" anlayışındaki Mustafa Doğan’la değiştirmemesi iri bir kabahatti. Ama bütün bunlara rağmen Fenerbahçe eğer dünkü 45 dakikayı ve doğru tertibi yapabilmiyor idi ise neden geçmiş haftalarda altın değerindeki puanları Anadolu’nun olur olmaz takımlarına dağıttı ki? Bu ekstremler bir gerçeği yine ısrarla işaretliyor. Nedir bu gerçek; Lorant dışarı, Fenerbahçe içeri...
<#comment>#comment>Fenerbahçe’yi, Stockholm’deki yüksek tempoda oynatabilmek için ya Türkiye liglerini bu şirin, ama buz gibi Kuzey ülkesine taşımak lazım, ya da Aziz Başkan’ın bütün Türkiye stadlarını "Frigidaire" ile döşeyip, soğutmasını sağlamak gerekiyor sanırım...
Öyle ya, Washington gibi bir forvet hayaletini tertipten çıkarınca, takım birden on bir adamla top alıp, vermeye başlıyor... Ortega’yı doğru yerde ve gerçekçi telkinlerle sahaya sürerseniz, takımın rakip gol bölgelerine yaptığı çıkarmalar birden gol sayıları, enfes bilek ve hareket düşünceleriyle süslenip, oynayan da, tribünde seyreden de keyiflenebiliyor... Ogün gibi bir futbol yorgunu kardeşimizi Fenerbahçe’deki "taşınmaz mallar" listesinden çeker alırsanız, işte dün olduğu gibi Sarı - Lacivertli formada ayağa top - tek top ve çabuk pas anlayışı geceyi sarıp, sarmalar ki, işte böyle oynayabilmenin adına da dünyanın her yerinde "çağdaş futbol" diyorlar günümüzde...
AIK Solna’nın pek de sıradan bir ekip olduğunu düşünenleriniz olabilir... Bu düşünceler doğru da olabilir... Ama Gaziantep ve Malatya seyahatlerinde kamyondan düşmüş karpuz gibi kafası gözü patlayan Fenerbahçe’yi gördükten sonra, İsveç futbolunun
<#comment>#comment>Beşiktaş, İzmir’de çok da arzulu ve erken kazanmak için oynuyordu Göztepe’ye karşı... Ahmet Dursun ile Pancu, çabuk ve değişken bölgelerde hücum koşuları atıyorlar, özellikle de Ahmet her topa yaptığı "kamikaze" dalışlarla ve attığı ustaca golle de, tribündeki Beşiktaş taraftarlarına büyük ümitler dağıtıyordu maçın ilk yirmi dakikasında.
Ancak orta sahadaki Beşiktaş soluksuzluğu ve ağırlığı da yavaş yavaş sırıtmaya başlıyordu oyunda... Sağda Tamer, solda İbrahim gerekli kulvar çıkışlarını rakip defansı oyundan düşerecek bir hırs kanatlanması haline getiremiyorlar, ortada Tayfur, Ahmet Yıldırım ve Sergen ise, hem rakibi preslemede, hem de ileri uçtaki Ahmet Dursun ve Pancu’ya, Göztepe’yi mat edecek ikinci gol şansını üretecek topları çıkarmada başarı sağlayamıyordu... İşte böyle oyunun yavaşladığı bir anda Göztepe ayaklanıyor ve Ercan’ın ayağından bir anda kazanıyordu beraberlik sayısını...
Orta alan organizasyonlarını Göztepe’ye kaptıran Beşiktaş, an be an da olsa bocalamaya başlıyor ve Siyah - Beyazlı kalede rakip ataklar bayağı tehlikeli gol pozisyonlarına dönüşüyordu. Peki de, "Lucescu hoca bu orta alan çöküşünü neden göremiyor ?" diye düşünmeye devam
<#comment>#comment>Fenerbahçe’deki kötü kaderin ana sorumlusu Lorant’ın işbilmezliği midir, yoksa böylesine bir sıradan adamı Sarı - Lacivertli kulübün başına bela gibi saran yöneticiler mi ?.. Aziz Yıldırım ve ekibi çok çalışkan, çok iyi niyetli ve de kara sevdalı gibi Fenerbahçe tutkunu olabilirler.. Ama bütün bunlar bu yılki Fenerbahçe’nin makus talihine çare olabilir mi ?.. Cevabımızın "HAYIR" olduğunu on kez söyledik yazdık, anlaşılan sezon bitene kadar yüz kez daha yazmamız gerekecek.
Lorant kendisi sıradan bir futbolcu olacak ki, Ortega gibi yıldız oyunculara böylesine kompleksli davranabilsin... Adam bir teknik gözlem özürlüsü olmalı ki, Gaziantep gibi ligin en azman takımlarından birinin kendi sahasındaki oyununa üçlü bir savunma cılızlığıyla çıkabilsin... Ya Washington hakkındaki teknik yanılgıların hesabını nasıl verebilecek Bay Lorant ?.. Adamın koskoca kalıbıyla Antep savunması içinde sıkışıp kalması ve akıl almaz pozisyonlarda topu anlamsız vuruşlarla dışarı atması nasıl bir santrfor yanlışının alarm sesleridir Fenerbahçe’de...
Denizli maçında hem savunma yanlışlarından, hem de kafasının üstüne kesilen ustaca toplardan faydalanarak attığı üç golü hayal ederek mi