Tek parti hükümetlerinin ve liderlerinin sık sık düştükleri bu yanlış, son zamanlarda AKP hükümetinde de belirgin hale gelmeye başlamıştı.Kendisinden önce her şeyin ve herkesin yanlış olduğunu, doğruyu sadece kendisinin bildiğini sanan ve bunu uygulamaya da yansıtan bir tutum bu. Sık sık, "Amerikayı yeniden keşfeden" yaklaşımlarla, geçmişin deneyimini, uzmanlarını, bilim bulgularını dikkate almayan, "Ben yaptım oldu" diyerek, her konuda ders veren bir tavırla şişinen bir zihniyetin duvara çarpması oldu, hızlandırılmış facia...Ankara - İstanbul tren yolculuğunu, 6 - 6.5 saatten, 4.5 - 5 saate indirmek uğruna yapılan bir şovun faturası, 36 ölü, 79 yaralı ve büyük bir güvensizlik oldu.Hızlı tren, Türkiyenin AKPyle keşfettiği bir proje değil. Hızlı tren, trenin hızlandırılmış hali kadar da basit bir sistem de değil. Kendi içinde bütünlük oluşturan, ayrı bir teknoloji gerektiren bir proje. Hızlandırılmış tren ise devekuşu gibi bir şey. Ne deve, ne kuş. Ne hızlı tren, ne normal tren. Yolun bazı bölümlerinde hızlı, bazı bölümlerinde yavaş, bazı bölümlerinde ne hızlı ne yavaş, kendine göre bir proje...Oysa, hızlı tren, Japonyadan, ABDden veya Avrupadan teknoloji ithali gerektiren, pahalı
Erdoğanın bu jestlerle yumuşattığı Paristen dönerken aktardığı izlenim, "Gardları düştü" biçiminde oldu.Türkiye, bu jestleri yapmasaydı da, ABnin müzakere tarihi vermesi bir zorunluluk haline gelmişti. Bu, Türkiyenin hakkıydı. Kopenhag siyasi kriterlerini, müzakere tarihi verilmiş hatta üye yapılmış birçok Avrupa ülkesine göre daha önce ve hakkıyla yerine getirmiş olan Türkiye, bu hakkını alabilmek için bile jestlere zorlanıyor. Kaldı ki, hiçbir aday ülkeye karşı öne sürülmeyen, Kıbrıs gibi, hatta Zana davası gibi özel koşulları bile yerine getirmiş Türkiyenin bu anlamda ABye bir borcu yoktu, aksine alacağı vardı.Sonuçta, hükümetin, müzakere tarihi alabilmek için yapılması gerekenden çok fazlasını yaptığı rahatlıkla söylenebilir.Türkiye, salt müzakere tarihini garanti etmek için ABden gelen haklı haksız bütün talepleri ve öne sürülen koşulları yerine getirirken çok önemli bazı sorunların önü açık kaldı. Bir çözüme kavuşmadı. ABnin istediği yönde kararlar alan Türkiye, müzakere tarihi aldıktan sonraki süreçte bu önemli sorunları nasıl bir sonuca bağlayacak sorusu önem taşıyor.Bu sorunların ileri aşamalarında AB, Türkiyeye karşı nasıl bir politika izleyecek? Sorunların çözümüne
Bu soruların yanıtları Türkiye ve Irak Türkmenleri için önemli. Türkmenlerin, saptamalarına göre Kerkükün demografik yapısı Kürtler lehine değiştiriliyor. Bu faaliyetlere ABD de Irak Geçici Yönetimi de seyirci kalıyor.Irak Türkmen Cephesi yöneticilerinin, Ankaradan giden heyete de aktardıkları saptamaları şöyle:1- Saddam döneminde Kerkükte subayevleri olarak yaptırılan, savaştan sonra boşaltılan meskenlere peşmergeler aileleriyle birlikte yerleştirildiler.2- Saddam yönetiminin Kerkükün doğusuna yaptırdığı stadyumun içine de çadırlar kurularak, yine peşmergeler ve aileleri yerleştirildi.3- Kerkük yönetiminde en etkili lider olan Talabani, Süleymaniye, Erbil ve Dohuktan, Kerküke göçü teşvik ediyor. Bu ailelere para yardımı yapılıyor.4- Kerkükü terk eden Araplardan kalan araziler yine Talabaniye bağlı diğer illerdeki peşmerge ailelerine veriliyor.5- Saddama bağlı askerlerin Kerkükten kaçmasından sonra boş araziler üzerinde çok hızlı gecekondulaşma oldu.6- Diğer kentlerdeki hamile kadınlar Kerküke getirilerek bu ilde doğum yaptırıldı ve nüfusa geçirildi.12 Ekimde yapılması planlanan nüfus sayımı hedeflenerek Kerkükün demografik yapısı bu şekilde değiştirildi. Bu faaliyet devam
Şahin, taslağın öngördüğü düzenlemelerin Bakanlar Kurulu tarafından henüz ele alınıp karara bağlanmadığını, kurulan komisyonun öneri ve taslakları değerlendireceğini vurguladı.Şahin, kamu personelinin ne kadarının memuriyet statüsünde, ne kadarının sözleşmeli statüde çalışacağına ilişkin kararın da incelemelerden sonra oluşturulacağını sözlerine ekledi. Kamu personeli reform taslağı tartışılıyor. Personelden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, tartışmaya açılan taslağın, TDAİ tarafından hazırlandığını ve hükümetin bu taslaktan yararlanacağını söyledi. Şahin, dün yaptığımız görüşmede, taslağa gelen tepkiler üzerinde dururken şöyle konuştu:"Bizim amacımız kamu personel reformuyla eşit işe eşit ücret ilkesini hayata geçirmek. Bu bakımdan yapılacak düzenlemede gözeteceğimiz en önemli husus, kimsenin mağdur olmaması. Buna özen gösterilecek. Bu düzenlemeler yapılırken kamu personeli mağdur edilmeyecek. Memur kuruluşlarının, sendikaların tepki göstermelerini elbette doğal karşılıyoruz. Onların da bu konuda görüşlerini değerlendireceğiz. Zaten bazı kuruluşlar görüşlerini yazılı olarak bize iletmişlerdi. Bundan sonra da görüşler alacağız, birlikte
Bu durumdan çıkışın ancak köklü bir personel reformuyla yapılabileceğini birkaç kez vurgulamıştık.Son maaş artışı talepleriyle birlikte konu yeniden gündeme geldi. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, hükümetin bir reform çalışması olduğunu ve çalışmanın henüz taslak aşamasında bulunduğunu açıkladı. Taslağın temel ilkeleriyle ilgili olarak da kamuoyuna bilgiler sundu.İlk bilgiler gösteriyor ki, hükümet, devlet memurluğu statüsünü daraltırken, sözleşmeli personel uygulamasını genişletmeyi düşünüyor. Kaba hesaplara göre 2 milyona yakın kamu personelinden 1.5 milyonu sözleşmeli statü içine alınacak, devlet memurluğu sadece daire başkanı ve daha üst düzey görevler için geçerli olacak.Bu da gösteriyor ki, devletin asli ve sürekli işlerini yürütecek memur sayısı azaltılacak, buna karşın "diğer kamu personeli" sözleşmeli statüye geçecek.Başbakan Yardımcısı Şahin, taslağın amaçlarından birinin de "eşit işe eşit ücret" uygulamasına geçilmesi olduğunu vurguladı. Bu amaçla da yeni düzenlemeler yapılacak. Kamuda aynı işi yapan kişilere farklı kurumlarda da olsa aynı ücretin ödenmesi esas alınacak.Bir diğer önemli açıklama ise fiili bir durumun hukukileştirilmesi olarak
KKTC kutlamalara hazırlanıyor. Törenlere Türkiyeden Başbakan Yardımcısı Abdullah Gülün katılması bekleniyor.Kıbrıs Türkü, Annan Planını kabul etti ama Avrupa Birliğine Kıbrıs Rum Kesimi girdi...KKTCnin beklentisi, yıllardır haksız yere uygulanan ambargonun, izolasyonun kaldırılması. Henüz somut bir adım atılmadı. AB ve ABD, birtakım hazırlıklardan söz ettiler ama uygulamaya geçmediler. Kıbrıs Türkü beklemeyi sürdürüyor.Ancak, AB ve ABDnin yapacağı yardımın bağlandığı koşullar düşündürücü...Ambargoyu gevşetmek, KKTC ile ticarete kısmen izin vermek için öne sürülen koşulların özü Kıbrıs Türkünün devlet olmaktan, egemenlikten vazgeçmesi. Bir anlamda KKTCnin ortadan kaldırılması. Bu sürecin sonu KKTCnin kendini ortadan kaldırıp mevcut Rum devletine katılması. Bu zaten Rum yönetiminin temel amacını oluşturuyor.Rum yönetimi de güven artırıcı önlemler adı altında, devlet niteliğini dikkate almaksızın Kuzey Kıbrısın ve Kıbrıs Türkünün fiilen yönetimi altına girmesini sağlayacak öneriler geliştirdi. Bunlar, "egemenlikten vazgeçin, Türk askeri yeşil hattan çekilsin, Maraşı bize verin, Mağusa limanını ortak kullanıma açalım" şeklinde özetlenecek öneriler... 20 Temmuz, Kıbrıs Barış
Baykal, dünkü görüşmemizde, bir süredir kendisi ve partisi aleyhine uydurma belgelere dayalı olarak bir karalama kampanyası yürütüldüğünü vurgulayarak şöyle dedi:"Bu belgelerin tamamı uyduruk. Ciddiye alınacak şeyler değil. Başlangıçta ben de ciddiye almadım. Benim üzüldüğüm nokta, düzmece olduğu her halinden belli olan belgelerle, siyaset yapılmaya kalkışılması. Maalesef bazı arkadaşlarımızın da parti içi muhalefet yapıyoruz diye bu belgeleri pazarlayanlarla masaya oturmaları. Bu belgeleri almaya ve kullanmaya çalışmaları. Bu çok üzüntü verici bir durum."Baykal, ciddiye almamasına karşın, bu tür belge ve bilgilerin CHP kulislerinde siyaset aracı olarak kullanıldığını, tüm parti örgütüne gönderildiğini ve böylece kendisinin yıpratılmaya çalışıldığına işaret ettikten sonra şu değerlendirmeyi yaptı:"Parti kulislerinde durum böyle olunca ben de bu tür sahte belge ve yöntemlerle siyaset yapılmasının yolunu kapatmak istedim. Caydırıcı olmak istedim ki, bir daha bu tür yollara sapılmasın, siyasi istismar yapılmasın. Yoksa belgelerin bir ciddiyeti olmadığını ben de biliyorum. Ama bunun istismarı, siyasi araç olarak kullanılması bir yol açıyor. Bu yol kapanmazsa, ciddiye almıyorum diye
Bu adaletsiz, dengesiz maaş sistemi yıllardır biliniyor. Ancak bir türlü köklü bir reform yapılamadı. Kuşku yok ki, bu sorun sadece bugünkü hükümetin sorunu değil. Bundan önceki tüm hükümetler döneminde de adaletli ve kalıcı bir çözüm geliştirilemedi.Ölçü, 1 milyar 443 milyon lira olarak belirlenen yoksulluk sınırı olarak alındığında memur kesiminde büyük çoğunluğun bu sınırın altında, bazı meslek gruplarının ise çok altında maaş aldığı ortaya çıkıyor. Tabii, emekli memur maaşları bu sınırın çok altında olan grupların başında geliyor. İşçi emekli maaşları ise ayrı bir dram...Gelen mesajları sınıflandırırsak, en fazla şikayet, düz (unvansız) memur kesimi ile öğretim üye ve yardımcıları, tarım kesiminde çalışan mühendisler, DSİ, Karayolları mühendisleri, Meteoroloji mühendislerinden geliyor. Kuşku yok ki, bazı meslek gruplarının tepkilerini yansıtmamış olmaları maaşlarından memnun oldukları anlamına gelmiyor.Düz memurların vurgu yaptıkları konu, maaşlarının genel olarak çok düşük olması. Kıdem ve terfiyle de düzelecek durumda olmayışları. Örneğin, fakülte mezunu bir düz memur, maaşının 501 milyon lira olduğunu bildiriyor. Yine fakülte mezunu 18 yıllık bir memur 2. derecede 540