Ticaret - siyaset iç içeliğinin bir göstergesi olsa gerek.Siyasi ahlaka sığmayan transferler bunlar.Özellikle Adana milletvekili Atilla Başoğlunun, CHPden AKPye geçişi, üzerinde durulması gereken bir örnek oluşturuyor.Başoğlunun AKPye "transfer"i iki yönüyle dikkat çekiyor.Birincisi, siyasi tutumundaki "hızlı" dönüş. Daha birkaç gün önce, CHP lideri Deniz Baykalı yeterince Atatürkçü bulmayan, Bunlar 6 oku 5e indirirler diye ağır eleştiriler yönelten, Baykala karşı muhalefet hareketinin öncülerinden görünen Başoğlunun, bu siyasi çizgisini bir günde reddedip AKPli olması sırıtıyor. Başoğlunun bu siyasi "dönüş"e siyasi gerekçe bulması kolay değil. Siyasi ahlaka sığdırması da öyle...İkincisi, işin ticari yönü...Başoğlu, bir işadamı. Tekstilci...Bunun siyasetle ne ilgisi var denilebilir. İlgiyi bizzat CHP lideri Baykal, sorularıyla ortaya koydu:"Bu arkadaşımızın şirketi haziranda Maliye tarafından basılmış mıdır? Vergi incelemesi başlatılmış mıdır? Sahibi olduğu şirketin banka kayıtları ve defterleri incelemeye alınmış mıdır?"Bunlar ticaret - siyaset ve devlet baskısı ilişkisini ortaya koyan sorulardır.Baykalın şu sorusu hepsinden önemlidir:"Bu incelemenin bundan sonraki akıbeti nasıl
TSK, özellikle maaş konusuyla gündeme gelmekten kaçınır. Bıçak kemiğe dayanmadıkça bu konu üzerinde durmaz. Maaşla ilgili olarak talepte bulunmaktan veya tartışılmaktan dolayı da üzüntü duyar. Bugün de TSK yöneticilerinin üzüntü içinde olduklarını söyleyebiliriz.Üzüntü verse de gerçek, TSK personelinin yüzde 96sının yoksulluk sınırı altında maaş almaları. TSKyı harekete geçiren de bu. Binbaşı ve daha alt rütbedeki subayların maaşları bu sınırın altında. Nitekim başvuruda daha üst rütbeli subayların sorunları konu edilmemiş, öncelikle bu sınırın altında maaş alanlarla ilgili talep gündeme getirilmiş görünüyor.Oysa, TSK personelinin, maaşları ve diğer sosyal olanakları açısından göreceli olarak iyi durumda oldukları yargısı yaygındır. Ama açıklanan rakamlar, bunun böyle olmadığını gösteriyor.Askeri personelin yüzde 96sı yoksulluk sınırının altında maaş alıyorsa, sosyal olanak ve güvenceleri daha kötü durumda olan diğer memurların durumu nedir?Sivil kesimdeki durumun askeri kesimden farklı olmadığını, hatta bazı meslek gruplarında çok daha götü ve çarpık bir tablonun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.Bugün müsteşar, genel müdür, yüksek yargıç, vali, profesör gibi görevlerde
Sezerin vetosunda iki gerekçe öne çıkıyor:1- İl genel meclislerinin özerkliği de aşan bağımsız niteliğe kolayca dönüşebilecek yerel meclislere dönüştürülmesi,2- Düzenlemelerin, amaçlanmasa da Anayasada öngörülmeyen bir yönetim sistemine geçilmesine neden olabilecek nitelikte bulunmaları.Bu iki gerekçe, Cumhurbaşkanının devletin üniter yapısının değiştirilmesine kapı açacak, "eyalet ve giderek federasyon"a uzanacak bir sürecin başlatılması kaygısı taşıdığını gösteriyor.Valiliklerin "eyalet valiliklerine" , il genel meclislerinin bağımsız yerel meclislere dönüşmesiyle, devletin üniter yapısında önemli bir sarsıntı olacağı ve eyalet sistemine veya federasyona yönelik bir altyapı oluşmasına yol açılacağı endişesi, Sezerin veto gerekçesinde net biçimde gözleniyor.Nitekim Cumhurbaşkanı Sezerin veto gerekçesini büyük ölçüde bu kaygıya dayandırdığı ve devlet sistemi analizi yaptığı Köşk çevrelerince de vurgulanıyor.Sezerin gerekçesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yönetiminin yapılanmasında esas olan anayasal ilkeleri; ulus devletin düşünsel temellerini ve tekil devlet modelini detaylı biçimde ele alması ve İl Özel İdaresi Kanununu bu anayasal ilkeler ve hükümler açısından irdelemesi de
Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı dolaylı olarak haberi doğruladı. Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ da gazetecilerin soruları üzerine, ABDnin İncirlik Üssüne yeniden savaş uçakları getirmek istediğini, ayrıca Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasını (SEİA) aşan bazı talepleri olduğunu, bunların Meclis kararı gerektirebileceğini belirtti.ABDnin talepleri arasında Karadenizde üs tesis etmek de var. Trabzon ve Samsun limanlarını ve bazı havaalanlarını da kullanmayı istiyor. Bu talep, Irak Savaşı öncesinde de gündeme gelmiş, kabul görmemişti. 1 Mart tezkeresinin reddiyle birlikte ABD, İncirlikteki savaş uçaklarını da çekmişti. O koşullarda yapılan yorumlar, Irakın işgalinden sonra ABDnin Türkiyeye ve İncirlike ihtiyacı kalmayacağı yönündeydi. İşgal ettiği Irakta istediği gibi üs kurabileceği, böylece Türkiyenin öneminin kaybolacağı belirtiliyordu.Ancak, gelişmeler bu yorumları ve tahminleri doğrulamadı.ABD, Irakın işgali öncesindeki taleplerine benzer bir talep listesiyle yeniden Ankaranın kapısını çaldı...ABD ne istiyor?Bu sorunun yanıtı Türkiye için çok önemli.Şu ortaya çıktı ki, ABD, sanıldığı gibi Irak topraklarına istediği biçimde yerleşemeyecek. Savaştan sonraki
Türkiyeyi haftalardır meşgul eden bu yasayla ilgili tartışmalar imam hatip liseleri ve laiklik ilkesi etrafında yoğunlaşmıştı.Çok iyi ve çok titiz bir hukukçu olduğu bilinen Cumhurbaşkanı Sezerin veto gerekçeleri, yasanın Anayasaya aykırı yönlerini oluşturuyor. Bu aykırılıklar veto gerekçelerinde yer alıyor.Cumhurbaşkanının, Anayasaya aykırılık gerekçeleri kadar, laiklik ilkesi ile öğrenim birliğinin anlamı ve amacı konusundaki yaklaşımı bugüne ve geleceğe ışık tutacak nitelikte...Sezerin bu yaklaşımına geçmeden önce sorunu bütün açıklığıyla ortaya koymakta fayda var.Hükümetin YÖK düzenlemesinde asıl amacının imam hatip liseleri olduğu açık. Bunun nedeni imam hatip okullarının Türkiyede yıllardan beri siyasete alet edilmesidir. Bu okullardaki öğrenci ve ailelerinin oy deposu gibi görülmesinden kaynaklanan sorun yıllar boyunca büyütülmüştür. İmam hatipleri siyasette "arka bahçe" ilan edecek kadar ileriye götüren bu istismar, en fazla bu okulların öğrencilerine ve velilerine zarar vermiştir.Bu konudaki siyasi tartışmanın özü şudur:AKP ve öncesinde benzeri siyasi çizgide olan partiler açısından temel amaç, din ağırlıklı bir eğitimden geçmiş bir toplum yaratmaktır. Yönetimde ve
"Türkiye, NATO ve AB Perspektifinden Kriz Bölgelerinin İncelenmesi ve Türkiyenin Güvenliğine Etkileri" konulu sempozyumun açış konuşmasını yapan Org. Başbuğ, İsrail - Filistin, Irak sorunları ve Büyük Ortadoğu Projesi konularında TSKnın yaklaşımını da aktarmış oldu.Dünya gündeminin ön sıralarında bulunan kriz bölgeleriyle ilgili yaklaşımında Org. Başbuğun, ABDnin mutlaka, "işbirliği"ne yönelmesi gerektiğini vurgulaması anlamlıydı. ABDnin büyük gücüyle dünyaya önderlik eden bir konuma yürürken, sorunlu bölgelerde diğer ülkelerle işbirliği yapmasının zorunlu olduğunu vurguladı. İsrail - Arap ve Filistin çatışmalarına terörizm açısından bakıldığında bazı ülkelerin aldıkları tavırların uluslararası terörizmin doğması ve gelişmesinde önemli bir etken olduğunu belirtirken de, ABD ile Avrupanın aynı bakış açısına sahip olmaları gerektiğini anımsattı ve kriz bölgelerinde çözüm yolunun ancak ABD ile Avrupanın sahip olduğu müşterek değerler, ekonomik, askeri ve politik güçlerin sinerjisiyle açılabileceğini kaydetti.Org. Başbuğun ABD açısından üstünde durulması gereken bir diğer tavsiyesi ise Irakla ilgiliydi. Türkiyenin Iraka bir bütün olarak baktığını, etnik yakınlık veya dini bakış
Uluslararası hukukun açık bir ihlalini oluşturan bu şiddet eylemleri sanıkların insanlık onurunu zedelemiş, inançlara ve kutsal değerlere saldırı boyutuna ulaşmıştır.Bu saldırıların sorumlularının en kısa zamanda yargılanarak cezalandırılmalarını bekliyoruz.Irakta şiddete derhal son verilmesini ve Irak halkının özgür iradesine dayanan demokratik ve laik bir devlet düzeni kurularak yönetimin bir an önce serbest seçimlerle iş başına gelecek Iraklılara devredilmesini bekliyoruz.Öte yandan, İsrail birliklerinin masum Filistin halkına yönelik saldırılarını da şiddetle kınıyor ve bu saldırıların Ortadoğu sorununa barışçı bir çözüm bulunması yolundaki çabaları da olumsuz yönde etkileyeceğine inanıyoruz.Gerek Irakta, gerek İsrailde kimden gelirse, hangi hedefe yönelik olursa olsun bütün şiddet ve terör eylemlerine karşı olduğumuzu kuvvetle belirtiyor ve bu eylemlerin derhal durdurularak mevcut sorunlara barışçı yöntemlerle çözüm aranmasını destekliyoruz."Bu bildiri, CHP tarafından TBMMye "ortak bildiri" olarak sunuldu, ancak AKP reddetti. İktidar partisi geri çevirince de TBMM CHP Grup Bildirisi olarak açıklandı.Oysa, önceki gün yapılan genel görüşme önergesinin ön müzakerelerinde söz
TRTnin, hükümetin talebine karşı duyduğu "mevzuat" sıkıntısı. TRT kanunundan kaynaklanan bu sorunun nasıl aşılacağı da bugün ele alınacak. TRT kanununda bir değişikliğe gerek olup olmadığı da değerlendirilecek.Hükümet yeni bir düzenlemeye gerek olmadan TRTnin yayın yapabileceği kanaatinde. Ancak, TRTde bazı tereddütler var. Bu tereddütler nedeniyle TRTnin bir önceki yönetimi konuyu yargıya taşımıştı.TRTyle ilgili Devlet Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay, mevzuat açısından bir sorun olmadığı düşüncesinde. Atalay, dünkü görüşmemizde, anadilde yayın konusunda şu değerlendirmeyi yaptı:"TRT Yönetim Kurulunun yapacağı değerlendirmeyi bekliyoruz. Yayına olanak veren yasal düzenleme yapılmıştı. Ama TRT kanununda bir değişiklik zorunlu görülürse, onu da yaparız. TRT kanununda da yeni düzenleme yapılır ve yayın yine gerçekleştirilir."Atalayın sözlerinden anlaşılıyor ki, hükümet, Kürtçe dahil farklı dil ve lehçelerde televizyon yayını yapılmasında ısrarlı ve kararlı. ABye bir gerekçe vermek istemeyen hükümet, bu nedenle çıkacak hukuki pürüzleri de giderecek.Yayın düzeniyle ilgili olarak Devlet Bakanı Atalayın yaklaşımı ise özetle şöyle:"Bu yayınların TRT tarafından yapılması bize göre sakıncalı