Yeni düzenlemenin tüm detayları bilinmiyor ama kamuoyuna yansıdığı kadarıyla önemli özelliklerinden biri 6, 7 ve 8. sınıflarda çocukların "koridor"lara ayrılacağı. Anlaşılıyor ki, amaç, çocukların lise ve üniversiteye doğru, eğilim ve yetenekleriyle örtüşen bir şekilde yönlendirilmesi. Türkiyede hep tartışılan, hep eleştirilen, bu yönlendirilmenin zamanında yapılmayışı ve bu nedenle de üniversite kapılarında bekleyen, milyonlarla ifade edilen, lise mezunu genç işsizler ordusunun oluşması.Türkiye, bu sorununa çözüm bulamadı. Liselere ve üniversiteye giriş sınavları, bu sınavlara kilitlenmiş öğrenci, veli, öğretmen, çağdaş eğitim anlayışının çok gerisinde kalmış bir müfredat, arapsaçına dönüşmüş bir sorun olarak orta yerde duruyor. Sınavlarda sıfır alan öğrenci sayılarındaki artışı tartışmaya devam ediyoruz. Aslına bakarsanız, sıfır almayıp da baraj puanı alsanız veya biraz üzerine çıksanız ne fark eder? Yine, üniversite okuma şansınız yok. Sınava da, üniversiteye de "rasgele" mantığıyla uğurluyoruz çocukları. Çoğunluk, bir üniversite kazansın da ne kazanırsa kazansın, anlayışıyla hareket etmek, sonuçta rasgelen fakülteyi ve onun vereceği mesleği kabullenmek zorunda...Sorunu,
Bu sonuçtan hareketle uzmanlar Türkiyede eğitim ve sınav sisteminin çöktüğünü vurguluyor. Sistemin çöküntü içinde olduğuna kuşku yok da, bu sadece sıfır alan öğrenci sayısının artmış olmasıyla ortaya çıkmış bir gerçek değil.Sistem uzun süreden beri çökmüş durumda...Üniversite kapılarında biriken gençlerin milyonlarla ifade edildiği günümüzde, sistemin her geçen gün hızlı bir çöküntüye gittiği zaten biliniyordu. Ancak, sistemi düzeltecek köklü yatırımlar ve reformlar yerine, "yarışı hızlandıran ve her geçen yıl daha adaletsiz hale getiren" bir süreç yaşandı. Bugün neresini düzelteceğinizi şaşırdığınız, uzmanların ifadesiyle "acayip" bir eğitim ve sınav düzeni ortaya çıktı.Eğitim sorunu büyüdükçe aynı hızla belki de ondan daha hızlı büyüyen bir "sınav ve kurs" sektörü ortaya çıktı. Artık bu sektörden geçmeden üniversiteye veya iyi bir liseye girmek neredeyse olanaksız.Bu gerçek karşında velilerin ve öğrencilerin esas aldıkları tek ölçü kaldı, "sınav". Bütün olanaklar iki sınavı aşmaya harcanıyor: Liselere giriş ve üniversiteye giriş. Gerçek bu olunca öğrenci de, velisi de, hatta öğretmeni de her şeye "sınava katkısı var mı" ölçüsüne vuruyorlar. Varsa iyi, yoksa kötü. Bu durumda
Muhalif 5 diğer milletvekili ise dün bir basın toplantısı düzenleyerek, tepkilerini dile getirdi ve kendileri hakkında da işlem yapılmasını istedi.Bir süre önce başlayan ve Baykalın "güvenoyu kurultayı"yla sonuçlanan muhalefet hareketi, lider ve yönetim değişikliği sağlayamamış oldu.Bu arada dikkat çeken bir husus, muhalefet hareketinin potansiyel lideri olarak görülen ve CHP politikalarıyla çelişen demeç ve tutumuyla muhalif cephede olan Kemal Dervişin, disipline sevk edilenler arasında da, "Bizi de sevk edin" diyenler arasında da bulunmayışıydı.Belli ki, CHP Parti Meclisi, Dervişin disipline gitmesini istemedi, bir şans daha tanıdı. Bir süre önce yöneticilerinin Dervişi istifaya davet anlamı taşıyan açıklamaları dikkate alındığında, Parti Meclisinin kararı dikkat çekiyor.CHP lideri Baykala, bu konuyu sorduğumda, "Onun hakkında da değerlendirme yapıldı, eleştiriler gündeme getirildi ve Parti Meclisinin kararı böyle oldu. Biz kimseyi kaybetmek istemiyoruz. Umarım, Parti Meclisinin kararı ve bildirisinın uyarıcı yönü dikkate alınır" demekle yetindi.Bir parti lideri ve yönetime muhalif olmak ve demokratik hak olarak bu yönde faaliyette bulunmak elbette bir haktır. Ancak, bu
1- Pamukovada meydana gelen "hızlandırılmış tren" faciası,2- Vanda karakoldan adam kaçırma olayı.38 vatandaşımızın yaşamına mal olan hızlandırılmış tren faciası örtbas edilemeyecek bir olaydır. "Kaza"dır, denilerek geçiştirilemez. Bu uygulamaya yeni konulmuş bir "proje"nin ağır faturasıdır. Kazanın sorumluluğu makinistlere yüklenerek, dosyanın kapatılması mümkün değildir.Vanda, karakol basıp adam kaçırma olayı da aydınlatılması gereken bir başka faciadır.Bu iki olayda iktidarın tavrı, sorumluluktan kaçan, olayların üstünü örten, devletin ve kamuoyunun denetim mekanizmalarını baskıyla etkisiz kılmaya çalışan yöndedir. Sorumluluktan kaçma veya sorumluluğu kaydırmaya yönelmek iktidar olmakla bağdaşmaz. İktidar sorumluluğu, tam aksine bu iki olayın üzerine gitmeyi, sorumluları ortaya çıkarmayı, eğer hükümete düşen bir yanlışlık, hata, sorumluluk varsa, bunu kabullenmeyi ve gereğini yerine getirme sorumluluğudur. Yoksa, iktidar gücünü kullanarak, sorumluluktan kaçmak veya sorumluluğu emir - komutası altındaki görevlilere kaydırmak değildir.TBMMde sandalye çokluğuna dayanarak, denetim dışına kaçmak çözüm değildir. TBMMden, bilim adamlarından oluşacak inceleme heyetlerinden, medya
Bülent Ecevit, 50 yıla varan aktif siyaset yaşamını bırakırken nasıl bir Türkiye görüyor? 50 yılın sonunda Türkiyenin geleceğini nasıl görüyor?Ecevit, iki önemli endişesini dile getirerek başlıyor değerlendirmelerine... Ecevitlerle yaptığımız sohbet, şiir ve resimden sonra doğal olarak siyasete kayıyor. Bülent Ecevit, Atatürkün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin çerçevesinin zorlandığı görüşünde. Şöyle diyor:"İki büyük endişem var: Birincisi, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliği hedef alınarak mecrasından çıkarılmakta olması; ikincisi ise Kürtçülük hareketi nedeniyle ulusal birliğinin zedelenmesi riski. Her ikisi de Atatürkün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetini tümüyle yok edebilecek tehlikeli gelişmelerdir. Bugünkü iktidarın anlayışı, bu endişemi daha da artırıyor. Hem iç politikada hem de dış politikada izledikleri çizgi, Türkiye Cumhuriyetinin temellerini ve çerçevesini ciddi biçimde zorluyor." "İki endişem var" Ecevit, AKP iktidarının ve bu gidişin durdurulması gerektiğini vurgulayarak şu değerlendirmeyi yapıyor:"Bu gidiş mutlaka durdurulmalı. Ama bu, demokrasi içinde, demokratik kurallarla yapılmalı. Dikta rejimleriyle, demokrasiye müdahalelerle değil.
Bir çınar daha politikayı bıraktı Ecevitler 47 yıldan sonra siyasetle ilgilerini tümüyle kesebilir, siyasetsiz yaşayabilirler mi? Ecevit, bu soruya "elbette bu mümkün değil, her konu bir noktada siyasetle ilgilidir, ama, artık siyasette bir sorumluluk, bir görev söz konusu olmayacak" yanıtını veriyor.Or-andaki kütüphane evin bahçesinde, dün, "bir şair, bir ressam"la sohbet ettik. Şair Bülent Ecevit, Ressam Rahşan Ecevit...Elbette siyaset de konuştuk...Ama önce siyaset dışı sohbeti yansıtalım...Rahşan Ecevit, kütüphane evin bahçesinde 45 yıl aradan sonra ilk kez tuvalin karşısına geçip eline fırça aldığında heyecanlıydı. "Çok özlemişim, resim yapmayı" dedi ve özlemini aktardı:"İnşallah bundan sonra zaman bulur resim yaparım. Önce elimi biraz alıştırmam gerek. Çünkü çok uzun zaman oldu. Elimi alıştırınca size de bir tablo gönderirim, söz."Sonra, boya teknolojisinden söz etti..."Eskiden" dedi, "Ben boya bulamazdım. Yurtdışından geliyordu. Çok zor ediniyordu. Boya için özel bir yağ da gerekir. Onu hiç bulamazdım. Ben de boya için zeytinyağı kullanırdım. Zeytinyağı kullanınca da tablo zaman geçince çatlıyor. Nişanlandığımızda Bülente hediye ettiğim tablo da çatladı. Çok üzüldüm. Şimdi
Bülent Ecevitin, genel başkanlık görevini bırakması, Ecevitler için olduğu kadar DSPliler için de duygu yüklü bir kurultay ortamı yarattı. Ecevitler de delegeler de izleyiciler de zaman zaman gözyaşlarını tutamadılar. Ecevit, 50 yıllık aktif siyaset hayatını noktalarken, DSPli delege ve izleyicilerin ortak paydası, "Ecevite sevgi, saygı ve bağlılık"tı. Bu ortak payda söz ve davranışlarına hâkimdi.Kurultay salonu gün boyu dolu ve canlı kaldı. 3 Kasım 2002 seçim yenilgisine karşın DSPliler işin ucunu bırakmış görünmüyorlar.Ecevitin konuşması ise duygusal yönü ağır basan bir veda konuşması niteliğinde değildi. Genel başkanlık koltuğunu bırakırken, ülke gündemindeki sorunlara, özellikle dış politikaya, köy ve köylünün sorunlarına ağırlık verdi. DSPlilere, sıfırdan başlamalarını, vatandaşın ayağına gitmelerini, köy köy, mahalle mahalle gezmelerini önerdi."Ben nasıl yaptıysam, siz de yapacaksınız" dedi.Ecevitin konuşmasından sonra kurultay, seçimlere geçilinceye kadar bir şölene dönüştürüldü. Alişan, İzzet Altınmeşe, Belkis Akkale türkü ve şarkılarıyla DSPlileri coşturdular. Ecevite türkü söylettiler. Bu saatler, duyguların doruğa çıktığı, gözyaşlarının tutulamadığı saatler oldu.Ecevit,
Bu yönüyle DSPnin 6. Olağan Kurultayı tarihi bir nitelik taşıyacak...Bülent Ecevit, Türkiyenin yetiştirdiği önemli siyaset ve devlet adamlarımızın en önde gelenlerinden biri olarak, Türk siyasi tarihinde hak ettiği yeri alacaktır. Türkiyeye, Türk siyasetine ve Türk soluna katkıları unutulmayacaktır. Ülke ve ulus çıkarları söz konusu olduğunda her zaman devlet adamlığı siyaset adamlığının önünde gelen, dürüst, entelektüel düzeyi yüksek, mütevazı, nazik, saygın kişiliğiyle; ülke, bölge ve dünya sorunlarını isabetli öngörüleriyle önceden görüp çözüm önerileri geliştirebilen örnek bir karizmatik lider olarak boşluğu kolay doldurulamayacaktır.Ecevit ve DSP, bir siyasi başarı öyküsüdür...Kökleri CHPnin kapatılmadan önceki dönemine kadar giden bu öykü, 12 Eylül 1980 sonrasında başlar...12 Eylül, dört lideri siyasi olarak tarihe gömmek istemiştir: Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş...Bu dört lider de 12 Eylülün attığı kuyudan çıkmayı başarmış, Alparslan Türkeş hariç, diğer üçü başbakanlık koltuğuna yeniden oturmuşlardır. Demirel, başbakanlık görevini sürdürürken cumhurbaşkanı seçilmiştir.Bu dört başarı öyküsünden Ecevitinki, diğer üç liderinkinden önemli farklılıklar gösterir...Demirel,