"TARİH yazmak, tarih yapmak kadar zordur. Tarih yazan, tarihi yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, şaşırtıcı bir mahiyet alır."
Tarihin akışını etkileyecek kadar büyük bir lider olan Atatürk'e ait bu sözler, bir bakıma gazeteciliğin bir başka tanımı sayılabilir.
Gazeteci, tarihi yazan da değildir, yapan da... Ama herhalde tarihin tanığıdır, ama herhalde tarihi günbegün kayda geçirendir.
Gazeteci, tarihi yapanla yazan arasındaki köprüdür.
Gazeteci, tarihi yapanlardan tarihi yazacaklara en büyük malzemeyi bırakan, en önemli kaynaktır.
İşte, "değişmeyen gerçeğin şaşırtıcı bir mahiyet" almaması için gazetecinin de gazeteciliğin de, "şaşırtıcı bir mahiyet" almaması gerekir.
Bunu sağlamanın ilk koşulu kalemin özgür olmasıdır. Kalem özgür değilse, tarihi yazanlar, yapanlara sadık kalamazlar. Tarih, bazılarının istediği gibi yazılır.
MİLLİYET ailesinden ayrılan ya da Milliyet ailesine katılan gazetecilerden zaman zaman bu sütunda sizlere söz ettik. En kıdemli yazarlarından en genç muhabirlerine kadar Milliyet ailesindeki değişiklikleri siz okurlarımızla paylaştık. Yine öyle yapacağız...
Ancak, bu kez durum biraz farklı. Bu kez, patron değişikliğinden söz edeceğiz.
Milliyet'in 20 yıldır sahibi olan Aydın Doğan'ın gazeteyi Korkmaz Yiğit'e devrettiğini artık hepiniz biliyorsunuz.
Bu köşede Aydın Doğan ikinci kez konu oluyor. İlki, bundan yaklaşık 20 yıl önce Milliyet'i devraldığı zaman. İkincisi bugün, gazeteyi devrettiği zaman...
Aradan geçen 20 yıl içinde Aydın Doğan "Milliyet'ten" köşesinde neden yer almadı? Bu sorunun cevabı, bütün gazetecilere örnek olması gereken bir anlayışta yatıyor. Aydın Bey, Türkiye'nin en etkin gazetesi Milliyet'i kişisel çıkarı için kullanmayı hiçbir zaman düşünmedi. Ünlü bir işadamı sıfatıyla haber konusu olduğu zamanlarda bile aramızda sıkça şu konuşmalar geçmiştir:
CUMHURBAŞKANI Süleyman Demirel, dünyanın en deneyimli liderlerinden biri olarak, Suriye sorununa çözüm beklerken, "ne istediğini ve ne yaptığını" biliyor. Kafası gayet net.
Köşk'te toplanan "Suriye zirvesi" öncesi, makamında yaptığımız görüşmede Hafız Esat'a ve dünya kamuoyuna şu mesajı veriyor:
"Şam'ın yapması gereken şudur: Teröre desteği kesmelidir. Şam'da oturup Türkiye'ye karşı terörü yönetenleri yakalamalı ve bize teslim etmelidir."
Demirel, Türkiye'nin bu beklentisinin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e de açıkça ifade edildiğini vurguluyor.
Cumhurbaşkanı, bu kararlı sözleriyle, Ankara'nın Şam'dan beklediği somut adımın, Abdullah Öcalan ve PKK yöneticilerinin Türkiye'ye teslim edilmesi olduğunu, devletin en yüksek makamından açıklıyor.
Cumhurbaşkanı Demirel, sorumuz üzerine, Hüsnü Mübarek'in ziyaretinden sonra Şam'dan herhangi bir resmi mesaj gelmediğini söylüyor. Mısır gibi İran'ın da sorunla ilgilendiğini belirten Demirel şöyle diyor:
TÜRKİYE - Suriye ilişkilerinin normalleşmesi için Ankara'nın Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek aracılığıyla Şam'a ilettiği koşulların başında, bu ülkenin "Abdullah Öcalan ve PKK" konusunda somut adım atması geliyor.
Ankara'nın Şam'dan beklediği somut adım ise devletin zirvelerinde şöyle ifade ediliyor:
1- Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesi,
2- Veya Öcalan'ın, Türkiye'ye dost bir ülkeye gönderilmesi ve bu ülke aracılığıyla teslim edilmesi.
Şam'ın, "yıllardır Apo bizde yok" diyen bir ülke olarak, Öcalan'ı doğrudan Türkiye'ye teslim etmeye yanaşmayacağı olasılığına karşılık, Ankara, "üçüncü ülke formülünü" de gündeme getirmiş durumda. Ankara, bu beklentisini dile getirirken, "Çakal Carlos'un Sudan üzerinden Fransa'ya teslim edilmesi" örneğini veriyor.
Mübarek'e verilen dosyada Ankara'nın Şam'dan beklediği somut adamlar ayrıca şöyle sıralanıyor:
- PKK tedhişçilerinin yakalanarak, kovuşturulması.
ANKARA ile Şam arasındaki diplomatik yollar tümüyle tıkandı mı?
Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, bu soruya "hayır" yanıtını veriyor:
- Diplomatik yollar tıkanmadı. Ben daha da gelişeceğini umut ediyorum.
Bülent Bey, Ankara'nın sorunların diplomatik yoldan çözülmesi amacıyla uzun süreden beri Şam'a "diyalog" çağrısında bulunduğunu vurguluyor. "Ama" diyor, "bu çağrılarımıza olumlu yanıt alamadık. Her zaman diplomatik yolların kullanılmasından yana olduk, ancak, kendi güvenliğimizden ve haklarımızdan ödün vermemeye özen göstererek..." Ecevit, her zamanki "nezaket" yüklü üslubuyla, Şam'a, hem "diplomatik yolların kullanılması" önerisinde bulunuyor, hem de, hakkını ve güvenliğini korumak yolunda Ankara'nın "kararlı" mesajını veriyor. Askeri hareketliliğin tırmandığı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye sınırında tatbikat planladığı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan yardımcılarının "kararlı" açıklamalar yaptıkları son günlerde Şam'dan
MİLLİ Eğitim Bakanlığı'na bağışlanmak üzere yaptırılan Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi'nin açılış törenine katılmak üzere Ankara'dan İstanbul'a giden Başbakan Mesut Yılmaz'la ATA uçağında sohbet olanağı bulduk.
Başbakan Yılmaz, sık sık arızalanan ATA uçağını tamir ettirerek kullanmaya karar vermiş. ATA'nın yerine yeni uçak alınması projesini ise tasarruf anlayışına uymadığı gerekçesiyle iptal ettiğini söylüyor. ATA uçağının henüz yeni olduğunu belirten Başbakan, "bu uçağın minimum 20 bin saat uçması gerekiyor. Oysa daha 2 bin saat uçmuş. Onun için tamir ettirip kullanmak daha uygun geldi" diyor.
Mesut Bey'e Ankara - İstanbul yolculuğunda Türkiye'nin gündemindeki önemli konulara ilişkin sorular yöneltiyoruz. İlk konu, Suriye ile gerginleşen ilişkiler. Başbakan Yılmaz'dan sonra Cumhurbaşkanı Demirel'in, "mukabele hakkımız saklı" uyarısı ve Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Suriye ile aramızda ilan edilmemiş bir savaş olduğuna yönelik sözleri...
Mesut Bey, "asker emir bekliyor" diyerek, Suriye'ye
"DELİYE her gün bayram" misali, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'e takılıyoruz:
- Sayın Bakan, biz ücretlilere nasıl olsa her gün çarşamba. Yılda bir kez Ak Çarşamba'sı olacaklardan ne haber?
Maliye Bakanı, sorumuzu gülerek yanıtlıyor:
"Evet, biz ücretlilere her gün Ak Çarşamba. Zaten bizim hedef kitlemiz de, ücretliler değildi. Ücretlilerin gelirleri zaten kayıt altında. Bizim hedeflediğimiz yeni vergi rejimine geçilirken, daha önceki birikimlerini kayıt içine sokmak isteyenlere bir olanak tanımaktı. Bu tür vergi rejimi değişikliklerinde zaten böyle bir olanağın tanınması gereklidir."
Maliye Bakanı Temizel'e, "Ak Çarşamba'nın kara parayı aklama" işlevi görüp görmediğini soruyoruz:
"Sanmıyorum" diyor, Temizel:
"Bizim amacımız, kara parayı, kirli parayı aklama olanağı yaratmak değil. Zaten bu yoldan para kazanan insanlar, ne yaparsanız yapın bu faaliyetlerini kayıt altına sokmazlar. Bizim hedefimiz eski vergi rejiminde
ÇETENİN iki temel kaynağı vardır:
1- Siyasi otorite boşluğu,
2- Kamunun açlığı.
Çete bu iki kaynaktan beslenir ve büyür.
Bugün, bakanların Çakıcı'yla konuşmak için telefon kuyruğuna girdiklerinin anlaşılması birinci kaynağı, İTO Başkanı Mehmet Yıldırım'ın, "çeteye yüzde 10 vermeyen devletten ihale alamaz" şeklindeki sözleri de ikinci kaynağın varlığını kanıtlıyor.
Siyasal partilerin çoğunluğu, bir siyasal programı halkın tercihiyle iktidara taşıyıp uygulamak yerine, eline geçirdiği yürütme erkini, siyasal ve kişisel çıkar için, parti örgütü üzerinden rant dağıtmak için kullanırlarsa, gün gelir "çetenin dediği olur."
Siyasal otorite, geniş halk kesimlerinin sorunlarını çözmek yerine, kamusal mal ve hizmet yoluyla belirli güç odaklarının sorunlarını çözer ve bu yolla siyasal destek bulmaya uğraşırsa, bir "çete beslemek" zorunda kalır.