Kocalarını neden öldürdüler?

13 Temmuz 2014

Bu hafta bir kitap sessiz sedasız yerini aldı vitrinlerde. İletişim Yayınları’ndan çıkan Sibel Hürtaş imzalı ‘Canına Tak Eden Kadınlar’. İçindeki kadınlar da öyle sessiz sedasız ama en çok da çaresiz. Onlar bizim “Cani eltiler kocasını, kayınpederini ve kayınvalidesini keserle doğradı” gibi haber başlıklarıyla gazetelerden okuduğumuz, kendilerini bu noktaya getiren psikolojileri ve hikâyeleri hakkında hiçbir şey bilmediğimiz kadınlar: Gülşen, Derya, Sultan, Sakine, Zehra, Nazenin, Canan, Demet...
Uzun yıllar adliye muhabirliği yapan gazeteci Sibel Hürtaş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özlem Albayrak ve Psikolog Alp Ardıç, iki ay boyunca cezaevlerinde kocasını ya da sevgilisini öldürme suçundan hüküm giymiş 30 kadınla görüşmeler yapıyorlar. Daha sonra Hürtaş bu kadınların içinden sekiz tanesinin hikâyesini kaleme alıyor; her biri kitapla aynı adı taşıyan, canına tak etmiş kadınlar... Ortak özellikleri neredeyse hemen hepsinin ‘çocuk gelin’ denecek yaşta evlendirilmiş olması. “Yabancıya gitmesin” mantığıyla... Yine her biri şiddet gören kadınlar, fiziksel, psikolojik envai çeşit şiddet... Bu durumda ilk akıllarına gelen baba evlerine

Yazının Devamı

Kahve kokan sergi

6 Temmuz 2014

İçecek kültürümüzün başrol oyuncularından, bir fincanı kırk yıl hatıra kaynaklık eden, sohbete en sağlam bahane sayılan kahve, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde açılan ‘Kahve Molası’ adlı sergiyle sanatın gündeminde bu kez. Pera Müzesi’nin Kütahya Çini ve Seramikleri koleksiyonundan hazırlanan ‘Kahve Molası’nda tam 105 adet eser yer alıyor. Müzenin ilk katındaki sergi salonuna girer girmez gözünüze çarpan objelerle birlikte mis gibi bir kahve kokusu alıyorsunuz. Kahve ritüeline ait birbirinden görkemli parçalar karşınızdayken zihin kahvenin kokusunu esirgemiyor.
İçme fikrinden sunumuna kadar mutlulukla ilerleyen bir süreç izleyen kahvenin Kütühya çini ve seramiklerindeki serüvenini izlediğimiz bu sergide neler yok ki... 20. YY’ın ilk ve ikinci yarısından fincanlar ve tabaklar mı istersiniz, şekerlikler, sütlükler, bardaklar, lokumluklar, tepsiler, sonra nargile, kül tablaları, kibritlik... Ardından 18. YY’a ait ibrik, daldırmalar, 19. YY’dan bir kahve güğümü, gülabdanÖ İnsanı kendine hayran bırakan zarif bir çizgide şekillenmiş her biri; üzerlerindeki motiflerin estetiği göz kamaştırıyor, kullanılan renklerin çeşitliliği ve uyumu kahvenin lezzetine lezzet

Yazının Devamı

Fazıl Say ve arkadaşlarından “Hişşt!” sesi

29 Haziran 2014

Bu hafta Sait Faik’i andık hem Burgazada’da hem Zorlu Center PSM’de. Ölümünün 60. yılında, Fazıl Say ve arkadaşlarının hazırladığı bir gösteriyle... İstanbul Müzik Festivali’nin Fazıl Say’a verdiği eser siparişi üzerine hayata geçti bu proje. Sanatçı, ünlü yazarın ‘Stelyanos Hrisopulos Gemisi’ adlı hikâyesini eksene aldı söz konusu proje için. Balıkçı Stelyanos ve on iki yaşındaki torunu Trifon’un sıcacık ama hüzünlü hikâyesini...
Burgazada’da geçer hikâye. Balıkçının bütün derdi Trifon’dur. Balıktan kazandığı, ‘biraz gazyağı, bir parça şeker, Trifonbir pantolon, bir yün yelek, kendisine bir kasket’ içindir esasen. Olur da bu parayla Trifon’a bir de denizci hikâyesi kitabı alabilirse değmeyin Stelyanos’un keyfine. Yaşama sevinci dediğin nedir ki zaten... Trifon içinse gemi maketleri yapmaktır bu. Sarı boyalı evlerinin önündeki çınar ağacının dibinde özel bir gemi hazırlığındadır. Önceleri kaybettiği annesi Yovana’nın ismini vermeyi düşündüğü, sonra dedesini üzmemek için onun adında karar kıldığı bir gemi... Gel zaman git zaman tamamlar gemisini Trifon: “Bu gemi Trifon için bir dünya demekti. Trifon bu gemi için, içinde bir şeylerin çarptığını hissediyor, bu gemiye bakarken

Yazının Devamı

Gülmek kadar haz veriyor

22 Haziran 2014

Ortaokul ve liseyi Bursa’da okuduktan sonra İTÜ Devlet Konservatuvarı Türk Müziği bölümünü kazanıp İstanbul’a gelen Ata Demirer’in müzikle hikâyesinin miladı çocukluk yıllarına tarihleniyor. Bursa’nın küçük mahallelerinden birindeki bir berber dükkânı... İlk şarkılarını burada söylüyor, Mümin Abisi’nin sazı eşliğinde. Yine Bursa’da evinin balkon demirleri müzik notaları şeklinde tasarlanmış Şerafettin Samsunlu Hoca’dan alınan dersler... Derken Bursa pavyonları. Konservatuvar... İstanbul’da piyanist şantörlük... Ama içinde bu şarkı söyleyen adama sığmayan başka biri daha var. Oyuncu bir adam.
Çok güzel taklitler yapan, bu taklitler sayesinde sınıf geçmişliği olan, eğlenceli, komik bir adam... Aslında adlı adınca söylersek, Leman’dan çıkan Cem Yılmaz’ın girdiği yolda kendi gibi yürümek isteyen bir adam. Yaş 23 bu arada. Konservatuvarı bırakıp Leman’ın kapısından giriyor; orada seyircisini de oluşturuyor ama askerlik filan derken Leman işi de istediği sonucu vermeyince ne yapacağını bilmez halde kalıyor, o bir dolu yeteneğiyle. Derken bir dönüm noktası; televizyonda şov yapmaya başlıyor. Onu stand-uplar izliyor. Malum ‘Avrupa Yakası’, ‘Eyvah Eyvah’ sonra... ‘Berlin Kaplanı’...

Yazının Devamı

Azıcık yansın canınız, ne çıkar?

15 Haziran 2014

Bazen bakarım da bazı insanlara, kendilerine çektikleri perdeyi hiç aralamadan, pencereyi açmadan ışıksız, havasız, görünürde mutlu mesut yaşayıp giderler. Engelledikleri ışık göz kamaştırır zira, rahatsız eder; soluyacakları hava yakıcı, nefes kesen türdendir. O kalın kadife perde de acıdan sakınmak içindir zaten; kendini tanımanın, kendi gerçekliğiyle yüzleşmenin, hesaplaşmanın acısından.
Ama anlarım ben onları, hak bile veririm; vaktiyle rengârenk perdeler geçirmişliğim olduğundan kendi kornişlerime... Sonra onları sökeceğim diye, üzerime koca koca camlar devirdiğimden... Anlarım anlamasına da şaşmaktan alıkoyamam kendimi. İnsan o karanlıkta, havasızlıkta kaç yaşına kadar yaşayabilir? 25, 30, hadi bilemedin 40... Yok bu kadar değil, o şartlarda 50. yaşını kutlayanları da bilirim, 60’ını, 70’ini hatta... Aralarında cilt cilt kitaplar devirmiş entelektüeller de vardır, Cin Ali’den başka kahraman tanımamışlar da... Burjuvalar da, proleterler de... Velhasıl sınıflar üstüdür hali pür melalleri. Sahiden de bir tür “Kış Uykusu”dur onlarınki. Bazen sonraki mevsimi göremeden tamamladıkları bir uyku, ölümle uyanıp...

İçi bizzat kendilerini yakar
Olağanüstü bir yetenekleri

Yazının Devamı

Bir varoluş portresi

8 Haziran 2014

İstiklal Caddesi üzerindeki en işlek sanat duraklarından Aksanat yine çok konuşulacak bir sergiye ev sahipliği yapıyor bugünlerde. Toplam altı sanatçının işleri var sergide. Dile kolay, Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü 2014 Yarışması için başvuran tam 370 çalışma arasından seçilmişler. Bu kılı kırk yararak yapılan seçme ne kadar özel bir sergi olduğunun da kanıtı aynı zamanda. Sergideki ilk üç işin sahipleri birincilik ödülünü kazanan Burcu Yağcıoğlu, ikincilikle ödüllendirilen Berat Işık ve üçüncülüğü alan İhsan Oturmak. Ayrıca ödül kazanmayan ama sergilenmeye değer bulunan Gizem Karakaş, Alican Leblebici ve Ayşegül Karakaş da eserleriyle bu sergide.
Eserler arasında en çok ilgimi çeken, 1987 doğumlu genç sanatçı Gizem Karakaş’ın “DİKKAT! DİKKAT!, 2014” adlı dört kanallı video yerleştirmesi oldu. Sanatçının, galerici, koleksiyoner, basın mensubu ve sanatseverle ilişkilerini dört ayrı videoda sorgulayan son derece ironik, bir o kadar da önemli bir çalışma bu. Hem sanatçının yaşadığı zorlukları anlatıyor, hem de ‘çağdaş sanat’la ilgili cesur sorular soruyor.
Eğer çağdaş sanat üzerine çalışan bir sanatçıysanız, bir kere sanatsevere işinizi izlettirmeniz gerekiyor. Çağdaş

Yazının Devamı

Arabanız ne ifade ediyor?

1 Haziran 2014

Türk edebiyatının ilk realist romanı kabul edilen Recaizade Mahmut Ekrem’in 1898’de yayımlanan ‘Araba Sevdası’, Burçak Bingöl’ün Galeri Zilberman’da sanatseverlerle buluşan aynı adlı sergisiyle heyecan verici bir edebiyat-plastik sanatlar ortaklığına konu oldu.
Roman, hatırlayacağınız gibi, bir Osmanlı paşası olan Bihruz Bey’in Batılılaşma hareketinin etkisiyle yaşadığı arada kalmışlığı anlatır. Aslında Batılılaşmayı nasıl yanlış yorumladığını... Türkçeyi küçümseyerek, cümle arasına sıkıştırılan üç beş Fransızca kelimeyle, şık giysiler, gösterişli arabalarla yapılan yanlış bir Batılılaşma tercümesini...
Romanın ana ekseninde, sevdalı olduğu arabası yer alır Bihruz Bey’in. Kendi arabası başta olmak üzere şık arabalara duyduğu öyle bir sevdadır ki, günün birinde Çamlıca’da gördüğü güzel bir arabanın içindeki Periveş’e de ilk bakışta âşık olur. Soylu, Batılı bir kadın peşindedir ve Periveş’in bindiği araba onun bu özelliklere sahip olduğunun simgesidir Bihruz Bey için. Oysa fakir mahallelerden birinde yaşayan, toplumca kabul görmeyen kadınlarla arkadaşlık eden bir kadındır Periveş... Araba da kiralıktır.
Velhasıl, Recaizade Mahmut Ekrem, bir araba üzerinden derin bir

Yazının Devamı

Arkadaşım Zeze

25 Mayıs 2014

Dünya edebiyatının 46 yıllık karakteri, yaratıcısı Jose Mauro de Vasconcelos’un çocukluğundan izler taşıyan Zeze dün vizyona giren ‘Şeker Portakalı’ ile bu kez sinema perdesinde. Filmi izleyince çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşımla buluşmuş gibi oldum. Aslında tehlikelidir çocukluk arkadaşlarıyla yıllar sonra karşılaşmak. Başka yollara yönelme, biriniz eksilirken, diğeriniz arttığı için birbirinize yetememe gibi sorunlar olabilir. Hayal kırıklıkları... Ama bizim buluşma öyle olmadı. Zeze bildiğimiz Zeze. Hâlâ bize söyleyeceği bir şeyler var. Eskiden olduğu gibi insanın içini buruyor hikâyesi ama sanki eskisinden daha fazla umut veriyor.

Başka hayatları merak ediyor
Kitaptan da hatırlayacağınız üzere, ailesinin her fırsatta dövdüğü, içinde şeytan olduğuna inandırılmış 6 yaşında küçük bir çocuk filmde de karşımıza çıkan. Evet çok yaramaz ama bizim tevellüt de biraz eskidiğinden artık bunu ‘görünür olmak’ için yaptığını anlıyoruz; sırf haylazlık olsun diye değil. Beş çocuklu yoksul bir ailede, özellikle baba tarafından yok sayılan bir çocuk bir şekilde ‘beni gör’ diyecek elbet. Dayaktan bezdiği bir anda babasını öldürmek istediğini söylerken, bunu yapma şekliyle, o da aynı

Yazının Devamı