Dünya edebiyatının 46 yıllık karakteri, yaratıcısı Jose Mauro de Vasconcelos’un çocukluğundan izler taşıyan Zeze dün vizyona giren ‘Şeker Portakalı’ ile bu kez sinema perdesinde. Filmi izleyince çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşımla buluşmuş gibi oldum. Aslında tehlikelidir çocukluk arkadaşlarıyla yıllar sonra karşılaşmak. Başka yollara yönelme, biriniz eksilirken, diğeriniz arttığı için birbirinize yetememe gibi sorunlar olabilir. Hayal kırıklıkları... Ama bizim buluşma öyle olmadı. Zeze bildiğimiz Zeze. Hâlâ bize söyleyeceği bir şeyler var. Eskiden olduğu gibi insanın içini buruyor hikâyesi ama sanki eskisinden daha fazla umut veriyor.
Başka hayatları merak ediyor
Kitaptan da hatırlayacağınız üzere, ailesinin her fırsatta dövdüğü, içinde şeytan olduğuna inandırılmış 6 yaşında küçük bir çocuk filmde de karşımıza çıkan. Evet çok yaramaz ama bizim tevellüt de biraz eskidiğinden artık bunu ‘görünür olmak’ için yaptığını anlıyoruz; sırf haylazlık olsun diye değil. Beş çocuklu yoksul bir ailede, özellikle baba tarafından yok sayılan bir çocuk bir şekilde ‘beni gör’ diyecek elbet. Dayaktan bezdiği bir anda babasını öldürmek istediğini söylerken, bunu yapma şekliyle, o da aynı cezayı veriyor aslında: “Birini öldürmek, artık onu sevmekten vazgeçmek değil midir?” Sevmekten, görmekten...
Hayalleri var Zeze’nin. Okyanusun ötesine geçmek istiyor, başka yerlerdeki başka hayatları merak ediyor. Sokak müzisyeni Ariovalda’yla CD satıyor (kitapta şarkı sözleri satardı), karşılığında Ariovaldo onu görmediği yerlere götürsün diye. Bütün bunları da yeni taşındıkları evlerinin bahçesindeki ‘Minguinha’ adını verdiği şeker portakalı fidanıyla paylaşıyor. Ve tabii, erkenden söktüğü okuma yazma sayesinde, kâğıtlarla; yakın arkadaşı ihtiyar Portuga’nın verdiği kalem ve yüreklendirmesi marifetiyle biraz da... İlk öyküsünü de Portuga için kaleme alıyor zaten... Şeker portakalını da anlattığı öyküsünü...
Yazıya tutunuyor
Yaramazlıkları yüzünden bir araba dayak yese de, bu dayaklardan yılıp kendini Mangaratiba treninin altına atmayı düşünse de, hayalleri ona izin vermiyor. Şeker portakalı ve Portuga da... Yazıyor... Sırtında taşıdığı boyacı kutusundan çıkardığı kâğıtlara, aklına her estiğinde... Yazıya tutunarak canının acısını unutmak nasıl bir şeymiş, o yaşında gösteriyor. Ya da belki biz onu görecek kadar yaş aldığımızdan, yeni fark ediyoruz. ‘Şeker Portakalı’ acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü diye tarif edilir ama eksik...
Masumiyetin simgesi
O aynı zamanda küçük bir çocuğun büyüklere örnek olacak kadar sağlam bir ‘acıyla başa çıkma öyküsü’... Film bunu, başarılı bir şekilde yansıtıyor. Zeze’yi canlandıran Joao Guilherme Avila’nın katkısını atlamamak lazım. Hayalimizdeki Zeze’den ne bir eksik ne bir fazla. Onu bu kadar doğal oynatan yönetmen Marcos Bernstein da her türlü övgüyü hak ediyor.
Filmin ilk sahnesinde, Portuga için yazdığı öyküyle ‘Şeker Portakalı’ ile, onun mezarı başında, 40’lı yaşlarında karşımıza çıkıyor Zeze. Bizim gibi büyümüş... Ama dediğim gibi hayal kırıklığı yaratmıyor, ne çocukluğuyla ne şimdiki haliyle... Çok sevdiğimiz arkadaşımız Zeze... Masumiyetin, dostluğun, umudun simgesi...