Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Şarkılarda, şiirlerde, filmlerde, aşk, sevgi, hasret gibi kavramlarla anılan İstanbul, aynı zamanda savaşılması, yenilmesi gereken, masumiyetini kaybetmiş bir güç gibi gösterilir. Bu savı çürüten, kentin masumiyetini olanca güzelliğiyle ortaya çıkaran bir sergiyi gezdim: Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (AnaMed) açılan “Masum Bir Kent: Gündelik İstanbul Üzerine Mütevazı Fikirler”...

İlginç ayrıntı
Serginin çıkış noktası Orhan Pamuk’un Çukurcuma’da açtığı, son romanıyla aynı adı taşıyan Masumiyet Müzesi. Bildiğiniz gibi romanın kahramanı Kemal Basmacı’nın Füsun’a olan aşkını anlatan gündelik hayattan topladığı eşyalardan oluşur müze. Serginin küratörü Koç Üniversitesi öğretim üyesi Ian Alden Russell, müzenin ilham verdiği sergiye nasıl karar verdiğini Milliyet Sanat dergisinin ağustos sayısında okuyabileceğiniz röportajda şöyle anlatıyor: “Müzeyi ilk kez, açıldıktan hemen sonra 2012’nin yaz aylarında ziyaret etmiştim. Müzeyle ilgili romanı da okumuştum. Ama fark ettim ki müzeye gelen diğer ziyaretçiler romanı okumamış, sadece böyle bir müzenin açıldığını duydukları için oradalardı. Bu izlenimin ardından, müzeye bu şekilde gelen ziyaretçilerin deneyimleri ilgimi çekti. Objelere hangi açıdan baktıklarını ve objelerin onlara hangi hikâyeleri anlattığını keşfetmek istedim.”

12 objenin izini sürdü
Derken işe koyulur Russell. Pamuk’un bir ilişkiyi arşivlemek için nesneler toplayış sürecini tersine çevirmeye karar verir. Masumiyet Müzesi’ndeki nesneleri İstanbul’un içinde takip etmeye... Koç Üniversitesi yüksek lisans öğrencilerini -ki bu serginin sanatçıları onlar, aynı zamanda- müzeye gönderip, kendilerine en yakın hissettikleri objeleri seçmelerini ister. Anahtar, balık, çay bardağı, gazoz şişesi, kâğıt helva, kahve fincanı, kolonya şişesi, mendil, piyango bileti, rakı bardağı, saat ve saç tokasından oluşan 12 objede karar kılar öğrenciler. Daha sonra bu objelerin İstanbul’daki izlerini sürmeye başlarlar. Amaç, onların ‘diğer hikâyelerini’ bulup anlatmak, bu gündelik objeler aracılığıyla paylaştığımız ortak deneyimlerin bizleri aynı şehrin insanları olarak nasıl birleştirdiğine dikkat çekmektir.

Yerel gazozlar
Kullandıkları yöntemler ise fotoğraf, sözlü tarih çalışmaları, haritacılık, video ve yazı. Öğrencilerin kimi şehrin içinde gezip yere düşürülmüş saç tokalarının dijital haritasını yapmış, bu ‘kayıp’ tokaların fotoğraflarını çekmiş. Kimi içinde ‘mendil’ geçen şarkıları toplayıp, sergide kulaklığı takıp bunları dinleyebileceğiniz bir çalışma hazırlamış... Kimi de yerel gazozların İstanbul’daki izini sürebileceğiniz bir başka harita çizmiş... Ve her biri seçtiği objenin kendi üzerindeki etkisini anlatan bir de metin yazmış. Sergideki küratöryal düzenleme bu metinleri de okuyabileceğimiz ‘kitap’lar şeklinde yapılmış. Yani gezeceğiniz ama aynı zamanda okuyacağınız bir sergi bu. İçtenlikle kaleme alınmış, öykü tadında çok güzel metinler her biri.

Şehri keşfetmenin yolu
Russell’ın bu serginin amacına yönelik bir de dileği var. İstiyor ki, biz de nesneler aracılığıyla şehri keşfetmenin yeni yollarını bulalım, yeni hikayeler yazalım. Yöntemini de gösteriyor: “Bir müzeye gidin. Koleksiyondan size hitap eden bir nesne bulun. Nesneyi dinleyin. Mahallenizde buna benzer başka nesneler bulun. Onları takip edin. Hikâyelerini dinleyin. Şehirde bu nesneyi takip edişinizin hikâyesini yazın. Aileniz, arkadaşlarınız ve kendi çevrenizle paylaşın.”
Böylelikle hem kendi mütevazı fikirlerinizi yaratacak hem de bana kalırsa çok özel bir deneyim yaşamış olacaksınız. İstanbul’un masumiyetini onaylamak da cabası. Ne dersiniz?