Bu yıl Cannes Film Festivali’nin açılışını yapan Olivier Dahan’ın yönettiği “Grace of Monaco”nun haberleri çıkmaya başladığından itibaren, filmi takibe aldım. Cannes gösterimi sırasında yabancı basın tarafından topa tutuldu. Geçen hafta Türkiye’de vizyona girer girmez de bizim sinema eleştirmenlerimiz yerden yere vurdular onu.
Sonuç mutsuz bir prenses
Hakkında yazılıp çizilen her şeyden haberdar olarak, beklentimi fazla yüksek tutmama gayretiyle gittim bu hafta filmi görmeye. Kültür sanat alanında gazetecilik yapan biri olarak değil, bir Grace Kelly hayranı olarak izledim. Eleştirmenlerin dikkat çektiği olumsuzlukları görmemek mümkün değildi. Özellikle Grace’i canlandıran Nicole Kidman’ın donuk ve ifadeden yoksun yapmacık yüzü, sürekli sigara içerek Fransa-Monaco arasındaki gerilimi yönetmeye çalışan Prens Rainier’nin trajikomik hali (Tim Roth)... Fenaydı kabul. Ama bir ‘yaklaşım’ vardı ki onu görmezden gelmek, önemsememek imkânsız. En azından benim için: Grace Kelly’nin yaşadığı çatışmadan, oyunculuğunu kullanarak çıkması.
Filmde, sinemayı bırakıp Monaco’ya prenses olan Grace Kelly’nin yaşadığı peri masalının üstünden 5 yıl geçmiş. “Masal gibi bir hayatımın olduğu fikri tamamen bir masaldır” noktasına gelmiş Kelly. Kerhen uyum sağlamaya çalıştığı, pek de başarılı olamadığı saray protokolünden bezmiş, düşündüklerini özgürce söylemesine karşı çıkan kocasından, yardım kampanyaları düzenleyen ama konunun vitriniyle, balosuyla daha çok ilgilenen zengin kadınlardan, çevresindeki sahteliklerden bıkmış. Daha da önemlisi büyük aşkı sinemayı deliler gibi özlemiş. Hitchcock’tan gelen film teklifi Monaco halkının tepkisine yol açmış. Monaco, Fransa’nın dayattığı vergi uygulaması nedeniyle zor günler geçirirken onun beyazperde de ne işi varmış? Sonuç mutsuz bir prenses...