SİMON Kuper’in kitabına koyduğu başlığı yaşıyoruz; “FUTBOL ASLA SADECE FUTBOL DEĞİLDİR.”
TFF’nin dünkü genelkurulu Simon Kuper’in anma günü gibiydi.
Futbolun ötesinde her şey vardı.
Önce...
Bir konunun altını çizmek gerek.
“Ortada şike iddiasına bulaşmış olan sadece Fenerbahçe’ymiş gibi bir hava var.
Oysa...
FRANSA‘nın anayasa hukuku “gurusu Robert Badinter”e göre “kıyımı inkâr edene ceza verilmesini düzenleyen yasa Anayasa Mahkemesi’ne gittiğinde kesinlikle iptal edilir.”
Gerekçesi -özetle- şöyle:
Fransa Parlamen-tosu yasa çıkararak iki soykırımı kabul etmiştir.
1İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazilerin ve Faşistlerin Yahudi Soykırımı. 6 milyon Yahudi öldürülmüştür. Yahudi etnisitesini tamamen yok etmek amacı ve hedefi resmen açıklanarak uygulanmış bir kıyımdır.
Bu insanlık suçu Nurnberg Savaş Mahkemesi’nde hükme bağlanmıştır.
Ayrıca BM kararıdır.
Soykırımı tanımlayan ve insanlık suçu sayan karar 1948 tarihlidir.
FRANSA ile bir önceki Millet Meclisi oylamasından sonra Ankaralı gazeteciler, Fransa Büyükelçisiyle bir araya gelirler.
Bizim arkadaşlar esip savurmaktadırlar.
Türkiye şunu yaparsa, “Türkiye bunu yaparsa, hele bi de şunları yaparsa” diye gök kubbeyi büyükelçiye dar etmekteler.
Belki de öyle zannetmekteler.
Büyükelçi ise gülümseyerek onları dinler.
Herkes eteğindeki taşları döktükten sonra konuşur:
“Biz bir araştırma yaptırdık.
FRANSA‘nın saygın gazetesi “Le Monde” da Guillaume Perrier ince vuruyor.
“Ağrı’daki Ermeni -Türk kardeşlik anıtı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla yıkılırken Ermenistan sınırındaki Iğdır’da -Ermenilerin Türklere katliamını simgeleyen- anıt yükselmekte... 5 kılıçtan oluşan bu anıt için buldozer kaygısı yok...”
Simgesel olarak Türkiye’nin Ermenilerle dostluğa bile karşı olduğunu (Ağrı’da yıkılan heykel) ve sadece tek taraflı baktığını (Iğdır’daki anıt) kanıtlamaya çalışıyor.
Daha başka dayanaklar da taşımış yazısına.
Örneğin...
Ermenilerin soykırım iddialarına karşı lobi oluşturmak için 2006’da ünlü politikacılardan -ki bunlardan birinin Rauf Denktaş olduğunu belirtiyor- kurulan komisyonun adı üzerinde polemik açmakta.
Komisyonun 1915’te Ermenilere “tehcir (zorunlu göç)” emrini verdiği iddia edilen Talat Paşa’nın adını taşımakta oluşunu vurguluyor. (Bence de çok haksız değil. Böyle duyarlı bir komisyona Talat Paşa’dan başka isim bulunamaz mıydı?)
2012 İKSV’nin (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 40’ıncı kuruluş yıldönümü için düzenlenen gecede “40 yıl demlenmiş duyguları” paylaştık.
Başkan Bülent Eczacıbaşı’nın konuşmasına İKSV’nin 40 yıl boyunca yaşattığı sanat etkinlikleri eşlik ediyordu.
İlk Başkan Nejat Eczacıbaşı vakfı kurduğunda çalışma arkadaşlarının sayısı sadece 8’miş.
Şimdi Tepebaşı’ndaki tarihi binasında sanata tutkun ve dallarında uzman 100’e yakın bir “staff” ile hizmet veriyor İKSV.
Yılda 4 festival, 2 bienal ve özel etkinlikler gerçekleştiriyor.
Temelleri sağlam atılmış.
Nejat Eczacıbaşı’nın, Avusturya’nın dünya çapında ünlü Salzburg Müzik Festivali’nin başkanı Prof. Benard Paumgartner (Mozarteum’mun kurucusu) danışmanıymış.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “32. Gün”de M. Ali Birand’a “kanser olmadığını” açıklaması sonrasında ilginç bir gözlemim oldu.
Elbette öncelikle insan olarak Erdoğan’ın da sağlığı ortak dileğimizdir.
Ama...
Bunun ötesinde Türkiye’nin ekonomi aktörleri için “yol haritasında” olumlu bir “nirengi” oluşturduğunu söyleyebilirim.
Kurşuni bulutlar yaklaşırken, hava alacakaranlığa dönüşürken yolu bulmak için bazı “kalıcı” işaretler gereklidir.
“Siyasi istikrar” bunlardan biri ve güncel koşullara göre en önemlisidir.
Diğer sorunlar agresif dalgalar halinde büyürken hiç değilse “siyasi istikrar” ile yere sağlam basılır.
HUKUK fakültelerinde okutulmayan bir ders var. “Dünyadaki çok önemli davaların tarihi...”
Büyük adalet yanlışları, hükümleriyle devleşen hâkimler, dosyasını bir kuyumcu ustası gibi işleyerek tarihi değiştirecek dosyalara imza atan, mafyaya da iktidarlara da göğüs geren kahraman savcılar... Sonradan ortaya çıkan gerçeklerle vahim adalet sapmaları...
Bunlar hukuk fakültesi öğrencilerini daha birinci sınıftan adalet için hizmet verecek hukuk adamının bilincini, inancını oluşturacak, güçlendirecektir.
Adaletin kutsallığını içselleştirmek süreci daha fakülte sıralarından başlamalıdır.
Büyük hukukçuların, hâkimlerin, savcıların yaşamlarını anlatan biyografiler, genç hukuk öğrencisinin zihninde örnekler olarak kazınmalıdır.
Hukuk mesleğinin kutsallığına önce hukuk öğrencisi saygı duymalıdır.
Ne yazık ki bizler hukuk fakültelerinde bu eğitimi almadık.
TÜRKİYE insanının çocukluktan başlayarak “Hazreti Ömer adaleti” ve “ilahi adalet” söylemleri ile geçer hayatı.
Kulaklarında ve dilinde sürekli dönen plaktaki sestir bu söylemler.
Çoğunluğu manevi değerlerle harmanlanmış Türkiye insanı için “adalet” yaşamın kutsal özsuyudur.
Cumhuriyet, demokrasi, siyasi parti, siyasi parti lideri gibi nispeten çok yeni kavramlardan “adalet” tutkusu çok daha köklü ve sağlamdır.
“Adalet” ile “iktidar” arasında birbirine endeksli ilişki bu toprakların gerçeğidir.
“Kuvvet, adil kullanıldığında iktidar, kötü kullanıldığında zulümdür” söylemi, halkın siyasi iktidarlardan beklentisi ile örtüşmekte.
Bir süredir “adalet ve yargı” kavramlarının tartışmalar gündeminde ilk sırayı alması sadece açılan davaların “darbe, darbeciler” gibi sansasyonel eksenli olması nedeniyle izah edilemez.