TÜRKİYE’nin sorunlarına iki tüy dikildi. Önce...
Şu “tüy dikmenin” nasıl bir şey olduğuna bir parantez açayım...
Krallık Fransa’sında tuvalet yoktu.
Hatta saraylarda bile.
Rivayet edilir ki, kral ya da kraliçe istediği yere çömelir fazlasını mermerlerin üzerine bırakırmış.
Saraydaki diğer “mavi kanlı” diye anılan asiller de onların yaptığını yaparlarmış.
Özellikle kadınlar uzun ve kabarık etekleri nedeniyle daha da avantajlı durumda olmaları nedeniyle zorluk çekmezlermiş.
ROJİN daha yeni yeni isim yaparken, Şeffaf Oda Tv programında konuğum olmuştu. Yüreği gözlerinde, sözünde samimi ve sımsıcak bir gürül gürül sesli Kürt kızıydı.
Yaşam öyküsü duygu yüklüydü...
Adana'da dar gelirli, çok çocuklu bir Kürt ailesinin kızı...
Yüreğinde sanat ateşi kor gibi yanmakta...
Baba izin vermediği için tiyatro kurslarına gizlice gidiyor.
Sonra...
Tek başına, daha önce hiç sınırları dışına çıkmadığı Adana'dan çıkıp Ankara'ya geliyor.
İSTANBUL’da kalabalık bir caddede büyük bir patlama meydana gelir, içlerinde yabancıların da olduğu 95 kişi ölür.
Bu katliam Türkiye’den Londra ve Washington’a şok dalgaları halinde yayılır.
Yeni kurulmuş olan köktenci bir terör örgütü saldırıyı üstlenir.
“Labirent” işte bu büyük patlama sahnesiyle başlıyor.
“Labirent” Batı sinemalarının standardını yakalayan, hatta iddialı olanlarıyla boy ölçüşen bir aksiyon filmi.
Ama...
FRANSA‘da 570 parlamenterden sadece 55’inin katıldığı ve 38’inin “kabul oyu” verdiği yasanın yorumu nasıl olmalı?
Bizde genellikle “38 oyla Fransa ve o ülkedeki ifade özgürlüğü ipotek altına nasıl alınır“ deniyor.
Yani...
“Bu kadar az adeta marjinal oy Fransa’yı temsil etmemeliydi” mesajı yükleniyor.
Bir de başka mercekle bakalım...
“Yoksa Sarkozy tam da bunu mu istemişti?”
Türkiye’de “bu yasa oylaması elbette densizlik ama baksana onlar bile istememiş sadece 38 oyla geçmiş” denilsin, tepki çıtası yükseklere çıkmasın!
AYHAN Çarkın dün “faili meçhullerin” yerlerini gösterdi.
“Buralarda gömüldüler” dedi.
“Susurluk ve sonrasının” aktörü, tanığı, itirafçısı olarak söyledikleri önemlidir.
“Hayal hezeyanları” olduğunu sanmıyorum.
Ancak...
“Buralarda gömüldüler” dediği yerlerde cesetler çıkmadı.
Zaten, çıksaydı şaşırtıcı olurdu.
MARULA ilk sevgilimin adıydı. Küçüksu’da yazlıktaydık.
Yanımızdaki evin bahçesinde gördüğüm an kalbim Harley Davidson motosiklet temposunda gümbür gümbür çarpmıştı. İkimiz de henüz ilkokuldaydık.
Hemen arkadaş olduk.
O yıllar Küçüksu sırtları erik ağaçlarıyla doluydu.
Arkadaşlarla “erik savaşları” yapardık.
Marula’yı karşı grubun fırlattığı eriklerden korumaya çalışırdım.
O yüzden suratımda herkesten çok erik isabeti alırdım.
FRANSA’da özgürlüğe sırtından hançer... 1789 Fransa İhtilali dünya demokrasileri için ilk meşaleydi.
Caddelere sel suları gibi akan halk “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganları atıyordu.
Avrupa’nın diğer krallık saraylarını bu slogan deprem gibi sarstı.
Meşalenin alevleri yayılıyordu.
“Eşitlik” de nereden çıkmıştı?
Asillerle halk eşit olabilir miydi?
Dükler, düşesler, kontlar, kontesler, prensler, prensesler sokaktaki “donsuzlarla” bir miydi?