Son haftalardaki çocuklara taciz ve çocuk yaştakilerin bebeklere taciz haberleri “iğrenç” olmanın yanı sıra “dehşet alarmı...”
Seks eksenli suçlar geometrik diziyle katlanarak tırmanıyor.
Bu konuları yuvarlak genellemelerle sorgulamak ve cevaplar üretmek çözüm değil.
Toplumdaki deprem kuşağında kırılmaların tehlikeli işaretleri bunlar.
Güvendiğim psikolog ve sosyologlarla konuştum.
İzlenimlerimi yansıtayım:
- Televizyon ve internet sosyal yaşamı etkiliyor.
Paket tartışmalarına bu kez de “ahlaksız teklif” söylemi girdi.
“Ahlaksız teklif” bir Hollywood filminin adıdır.
Yakışıklı ve zengini oynayan Robert Redford birbirine âşık genç çiftin hayatını allak bullak eder.
“Genç kocaya, karısının kendisiyle olması karşılığı 1 milyon dolar...
Sadece geçici ve kısa süreli bir macera... Karısı zaten ona dönecek değil mi?”
1 milyon dolar genç çiftin hayallerini zorlar.
Sonunda “peki” derler.
23 Nisan için ekran gösterileri geleneksel olarak “resmi” etkinliklere odaklanır.
Devlet kodamanları...
Onların koltuklarına oturan 23 Nisan Cumhurbaşkanı, Başbakanı, TBMM Başkanı çocuklar...
Gerçi birkaç yıl önce 21 yaşında kazık kadar adamı çocuk diye kürsüye çıkarttılar ama o istisna dışında çocukların makam koltuklarındaki fotoğrafları, söylemleri törenlerin ağır havasını dağıtan cıvıltılardır.
Oysa çocukları yılda sadece 1 gün 23 Nisan’da hatırlayan devletin “büyük Türk büyükleri”ne karşın çocuklara yaşamlarını odaklayanlar var.
Örneğin Suna Kıraç’ın kurduğu TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) 10 binlerce çocuğa kucak açmakta.
Ayşen Özyeğin’in kurduğu ve başında bulunduğu AÇEV... (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) Çocuğun 0-6 yaş arasında gelişmesinin temel olduğu ilkesiyle çalışan işlevsel bir girişim.
Malum hikâyedir, “imam ve cemaat...” “İmam işerse, cemaat s..ar...”
Van’da Deniz Baykal’a yumurta...
Samsun’da Ahmet Türk’e, Kayseri’de Bakan Taner Yıldız’a yumruklar...
Elbette bunları kınıyoruz.
Ama...
Sokakta bunlar olurken acaba rol modelleri olarak kamuoyunda hangi görüntüler var?
Meclis’te de yumruklar uçuşuyor.
Başkanlık sistemi için ABD ve Güney Amerika örnekleri kadar burnumuzun dibindeki “seçilmiş krallar” da sorgulanmalı.
Örneğin Azerbaycan, Suriye ve Mısır...
Suriye’de oy sandıkları kurulurdu ama içinden kimin çıkacağı da kesindi: Hafız Esad...
Ölene kadar başkandı.
Yetmedi...
Aynı sistem oğlu Beşar Esad’ı başkan yaptı.
Seçimlerle Beşar Esad’ın gideceğini söyleyene “akli dengesizlik” raporu verilir.
Turgut Özal’ın kafasında “yarı başkanlık” sistemi vardı. Fransa’yı örnek gösterirdi.
“Başbakanı görevden almak, -gerekli gördüğünde- ülkeyi seçime götürmek” yetkileri vardır.
Tabii...
Bu yetkilerden özellikle Meclis çoğunluğu başka partideyse bu “başbakanı görevden almak” yetkisini eyleme geçiremez.
“Yarı başkanlık” kâğıt üzerinde kalır.
Anlaşılan Başbakan Erdoğan “yarı başkanlık” sistemini yeterli görmüyor.
Avrupa’da hiçbir örneği olmayan ABD, Güney Amerika ülkeleri ve bazı Afrika ülkelerinde uygulanan “başkanlık” sistemini hedefliyor.
Profesör Duverger’ye ait “seçilmiş krallar” teşhisi, “sözün bittiği yerde” her şeyi ortaya koyan tanımdır.
“Başkanlık sistemi” Başbakan Erdoğan tarafından gündemin tepesine oturtulunca siyaset biliminin gurusu Duverger nasıl hatırlanmaz?
Hele...
Cumhurbaşkanı’nın yetkilerine “tavan” yaptıran şu son anayasa değişiklikleriyle aynı zamanda örtüşüyorsa...
Geleceğe dönük siyaset projeksiyonu için “medyum” olmaya gerek yok.
Abdullah Gül’ün görev süresinin sonunda -ki bu eski düzenlemeyle 7, son düzenlemeyle 5 yıl fark etmez- Başbakan Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’ne yol haritası artık görünmekte.
Halk tarafından seçilerek 5+5 iki dönem Çankaya...