Hafızanızı yoklayın... Yazları çarşaflı, kefiyeli, maşlahlı Arapların...Doldurduğu İstanbul Boğazı'nın incisi Tarabya'ya da sarkastik bir dille "Tarabia" denilmiyor muydu?İşte... El Kaide'nin son Londra bombalı saldırılarından sonra, Avrupa'da yükselen "İslam karşıtlığı" bu yeni söylemi üretti.Avrupa'nın Araplarla dolduğu ve kendi "Hıristiyan/beyaz" tanımını yitirerek "Araplaştığı" iddiasını yansıtan simgesel bir söylem "Eurabia..."................Bu deyimi kullanan ünlü İtalyan yazar Oriana Fallaci'nin kitapları "en çok satanlar listelerinde..."İngiliz THE ECONOMIST dergisinde (23-29 Temmuz 2005) Fallaci'nin Müslümanların tümünden nefret ettiği yazılıyor.Dergiye göre, Fallaci'nin yazıya döktüğü görüşleri şöyle:"İslamın modernizasyonu düşüncesi, taraflar için bir aldanma ve hiledir. Müslümanlıkta hoşgörü iddiası bir komedidir; onların bizimle kaynaşması bir yalandır; çokkültürlülük ise süslenmiş saçma sözcükler kalabalığıdır.Yasadışı Müslüman sızmaları, yerel nüfusa göre çok daha yüksek doğum oranları, Avrupa'yı E u r a b i a kıtası haline getirmektedir."Bu satırları nedeniyle Oriana Fallaci, İtalyan yargısı tarafından "İslama saldırı" ile suçlandı.Ancak... Yargının tavrı,
Bir yarbayın yıllar önce Cumhurbaşkanı Demirel'e yazdığı ve ona ulaşmayan mektup, gazete başlıklarında rüzgâr estiriyor.O başlıklara ve satırlara bakarak sanılabilir ki, "Mektup bir ciddi araştırmanın bilimsel bulgusudur.TSK'da Alevi görüş ekseninde -sanki- bir örgütlenme ve politika oluşmuştur.Sünniler dışlanmaktadır!"Oysa...Cumhurbaşkanı'na binlerce mektup gelir. Bunlardan biri de, şu garip ve gerçekdışı iddiayı yansıtmış olabilir. Mektubun sahibinin subay üniforması neyi değiştirir? Alevi de, Sünni de bu yurdun insanları... Laik Türkiye'de değerlendirmeler mezhebe göre yapılmaz.Ancak... Böyle iddiaları alev alev gazete başlıklarına taşımak ve bu tür yanlışları birkaç kez daha tekrarlamak, bir depremi tetikleyebilir.Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içine mezhep farklılığı virüsünü sokmak çok tehlikelidir...................Türkiye'yi bir arada tutan değerler tek tek hedef alınıyor ve sarsılıyor.Atatürk yıllardır bu saldırıların odağında.Vahdettin tartışmasının aldığı boyutlar, bu kuşkuları doğrulamakta.Cumhurbaşkanı, yargı, üniversite zaten yıpratılmakta. Şimdi de çoğunluğu Sünni olan toplumda kamuoyunda en fazla güvenilen kurum olan TSK, Aleviliğin odaklandığı bir kurum olarak
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hareket alanları nedir?....................AKP grubu, Recep Tayyip Erdoğan'ı cumhurbaşkanı seçecek -rahat- çoğunluğa sahiptir.Hukuk ve demokrasi kuralları içinde kalınarak "yasal bir engel yok" denebilir.Gerçi... AKP grubunda "kapalı oyla" yapılacak oylamada bütünlüğün sağlanamayacağı yolunda iddialar var... AKP milletvekili aday listeleri yapılırken, Erdoğan'ın yasaklı olması nedeniyle yüzde 95 etkili olamadığı ve bazı dişli isimlerin karşıtlarını örgütleyeceği de öne sürülmektedir...Ama bunlar gerçeklik payı düşük, abartılmış yargılardır.İşin aslı... Her parti gibi AKP'nin de kendi liderlerini Çankaya'ya göndermek için kenetleneceğidir.Üstelik AKP özelinde bu kenetlenmenin bir diğer boyutu, "bir zihniyetin" doruğa yerleştirilmesidir.Bu durumda Erdoğan'ın hiçbir riske girmemesi ve erken seçimi aklından geçirmemesi gerekir. Siyaseti oluruna bırakması yeterlidir.Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkışı içe sindirilir ya da sindirilmez ama gerçek bu.....................Fakat... Burası Türkiye...Sakar ülke... Etrafı netameli. Dünya koşulları Türkiye lehine gelişmiyor. Doğudan Batı'ya ufukta kurşuni bulutlar birikmekte. Öyle gelişmelerle karşı karşıya kalınır ki,
Devrimci, kuramcı Frantz Fanon, "şiddetin peygamberi" olarak görülmüştür.Fanon'un, "Dünyanın Biçareleri" adlı yapıtında şöyle bir cümle vardır:"Sömürge insanı, şiddet içinde ve onun aracılığıyla kendini özgürleştirir."21. yüzyılı sarsan ve kökünü 20. yüzyıldan alan terör örgütlerinin genellikle "dünün sömürge ülkeler coğrafyalarından" çıkması rastlantı değildir ve Martinik doğumlu psikiyatr ve Cezayirli özgürlük savaşçısı Fanon'u doğrulamaktadır.Fanon'a göre, "dünün kurbanlarına" sömürgeci şiddet uygulanmıştır. Zamanla, kendi hayatlarının efendileri olmak için kurbanlar da şiddete başvurmuşlardır."Yerlinin şiddetine yakıt sağlayan haksızlık, zamanla eski yerleşimciye karşı şiddete yakıt olmaya dönüşmüştür."Fanon'un bu savlarıyla aslında lanetlenmesi gerekirken, mezarı başında hümanist entelektüeller saygı duruşunda bulunmuşlardı.Çünkü Fanon, sömürgeciye karşı sömürülenleri ve onların şiddete başvurarak direniş hareketlerine arka çıkıyordu. Acaba... New York, İstanbul, Madrid, Londra'da terör kıyımlarını öngörebilselerdi, "şiddetin peygamberi" Fanon'un mezarı başında gene de saygı duruşunda bulunurlar mıydı?.....................Aslında... Avrupalı ve Amerikalı için, "sömürgecinin,
Binlerce Rus'un ölümüne neden olan Çeçen eylemleri nedeniyle Dudayev adı, Rus halkında, Kremlin'deki yöneticilerde, elektrik verilmiş gibi etki yapar.Türkiye'de Abdullah Öcalan nasıl algılanıyorsa, Rus halkında ve Rusya yöneticilerinde de Dudayev sendromu aynıdır.Rusya'yla iyi ilişkiler oluşturmak ve 25 milyar dolarlık dış ticaret hacmi hedefini belirlemek güzel de, Dudayev'in adını, en gözde semtlerden birindeki sokağa vermek anlaşılır şey değil.Moskova'da büyükelçiliklerin veya büyükelçilik konutlarının bulunduğu bir semtte Abdullah Öcalan Sokağı olsa, Türkiye insanının duygularını hissetmek zor değil.Rusya, sadece "25 milyar dolarlık hedef" demek değildir. Rusya, kuzeydeki çok güçlü bir süper büyük komşu devlet ve çok büyük, çok zengin bir coğrafyadır. 25 milyar dolar sadece bir eşiktir. Katlanabilir.Ayrıca... Türkiye'ye müthiş bir turizm gelirleri potansiyelidir.Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ndeki 5 asli üyeden biridir. Türkiye'nin stratejik dış siyaset konularında önemli bir desteği olabilir. Enerji ağının kilit ülkesidir. Böyle bir sokak adıyla rahatsızlık vermenin anlamına varmak mümkün değil.....................Yukarıdaki saptamayı, Rusya'da yıllardır yaşayan, büyük
Ermeni terörünün azdığı yıllardı... Kürtçülük adına cinayetler de başlamıştı. "Koruma falan almadan böyle rahatça nasıl dolaşabiliyorsunuz?" diye sormuş, "Bu teröristler sizi de vurabilirler" demiştim. Şöyle açıklamıştı:"Size yönelebilecek her şiddet hareketi öncesinde İngiliz polisinin kesinlikle haberi olur.Teröristler sınır ötesinden gelmişlerse, İngiltere topraklarına ayaklarını bastıkları anda yakalanırlar. Hiç çekinmeyip rahatlıkla gezin."Gerçekten... Ermeni ve PKK terörünün en yoğun olduğu yıllarda bile İngiltere'de Türk diplomatlarına, bürokratlarına tek saldırı olmadı.İngiliz istihbarat örgütleri hem bilgileniyor hem de önlüyordu.Irak'ta, İncirlik'te ve Suudi Arabistan'da konuştuğum Amerikalı subaylar bana "istihbarat" bağlamında İngiltere için ilginç bir saptama yansıtmışlardı:"Her coğrafyanın özelliklerine göre geleneksel ve köklü bölge devletlerinden istihbarat alırız. Örneğin... Irak için mutlaka Türkiye'nin gizli servislerinden istihbarat istiyoruz. Çünkü, Türkiye'nin daha Osmanlı döneminden kalma yerleşik yaygın ve güvenilir haber alma ağı vardır. Ancak... Bu bölgesel devlet istihbaratının yanı sıra, hangi coğrafyada olursa olsun ABD mutlaka oradaki İngiliz gizli
Atatürk "altı ok"un 5'ini "Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, devletçilik, inkılapçılık" diye saptamış da, neden 6. ok için "laiklik" değil, "laik" sözcüğünü kullanmıştır?"Yeşil" dirsek temasındaki kimi "postmodernler(!)" Atatürk ilkelerini benimseyen "laik" aydınlar için "laikçi" diye iğneleyici bir söylem kullanıyorlar.Oysa "laikçilik" aslında bir gerçekliktir.Fransızca karşılığı "laisizm"dir (laicisme), ideolojidir. Tıpkı "Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, devletçilik, inkılapçılık" gibi... Oysa "laiklik", Fransızca "laicite"den gelir.İdeoloji değildir, geniş anlamıyla "çağdaşlık"tır.Atatürk'ün öngördüğü 6. ilke bu anlamdadır......................İkinci soru:Atatürk neden Kuzeybatı Kara Avrupası'nın, İngiltere ve ABD'nin uyguladığı "seküler" (secular) deyimini değil de, Fransa'nın "laiklik" (laicite) deyimini tercih etmiştir.Bu iki deyim, birbirine karıştırılarak kullanılıyor.Aslında ise, aralarında örtüşen noktalar kadar, ciddi farklar da vardır."Secular" yaklaşım, dini işlerle devlet işlerini kesinlikle ayrışmıştır.Dini kurumlarla devlet kurumları birbirinden ayrıdır.Birbirlerinin alanlarına müdahale etmezler.Kiliseyle devlet arasında bu bağlamda bir tür
"ÇIKIŞ" kapısı yoktur.Yani politikaya bir kez girmiş olan, o tutku coğrafyasında kalır. Bu söylem, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ait.Ona bir kuşkumu dile getirdim: "Ecevit'in, 'Vahdettin hain değildi' gibi söylemlerle amacı, muhafazakâr kesime mavi boncuk sunmak olabilir mi?" Demirel de, yazının başındaki "ÇIKIŞ kapısı olmayan" politika gerçeğini anımsattı.Ardından ilave etti:"Olabilir. Ben dahil, hepimiz için olabilir."....................Gerçekten, Ecevitler'den durup dururken muhafazakâr kesime atılan çiçekler nasıl açıklanabilir?Örneğin... Rahşan Ecevit, AB uyum süreci bağlamında "Türkiye'de birkaç kilise ve sinagog açılması" gündeme gelince, "din elden gidiyor" çığlığını attı.40 yıla yakın süredir Ecevitler'i tanırım.Cenaze töreni dışında onları, bir kez bile cami avlusunda görmedim.Namaz kıldıklarını ve oruç tuttuklarını gören tek kişi yok.Peki hanımefendi ne oldu da birden hidayete erdi?Yoksa rüyasında evliya mı göründü?Belki de örtünür... Böylece dinin elden gitmemesi için kişisel katkıda bulunur.Oldu... Gözlerim doldu......................Ardından Ecevit, "büyükbabasının Hicaz emiri olduğunu açıklayıverdi. Oradaki taşınmazlarının gelirlerini Diyanet İşleri