Türkiye'de dokunulmaz, konuşulmaz bir çağdaş gerçeklik, askerin zirvesinde -bu söylem kalıbıyla- ilk kez seslendiriliyor......................Sivilin fazla askerleşeni, askeri, siyaset için kullanır. Ülke savunmasına, siyaset güveleri sokar. Buna karşılık askerin gereğinden çok fazla sivilleşeni de zararlıdır.Asker ocağında özgüveni çürütür......................Orgeneral Özkök'ün söylemi, bunların çok ötesinde ve üstündedir."Güvenlik bürokrasisi" için günümüzün teorik yaklaşımlarını, ciddi araştırmaları yansıtmaktadır."Güvenlik sektöründe demokrasi" gibi entelektüel yaklaşımların alanına giriyor......................Askerin sivil denetime tabi olması, "atanmışın, seçilmiş emrinde olması" gibi "sığ" yorumların ötesinde "demokratik sivil denetim" evrensel yaklaşımların başlığı... Askeri kesimle sivil kesim arasındaki ilişkinin niteliği artık değişim sürecinde."Askeri bürokratik" kesimin "sivil" kesime; yasama ve yürütmeye basitçe tabiyet ilişkisi değil bu.Ya nedir?"Askeri savunma ve strateji, güvenlik, tehdit ve dış politika gibi kritik kararların alınmasında askeri ve sivil kesimler arasında bilgi aktarımı, müzakere, diyalog, işbirliği, sorumlulukların paylaşılması anlayışına
Ama... Tuvalde başka renklerle birlikte resim oluştuğunda, hiç de öyle değil...2005 yazı Türkiye'sinde bazı itici renkler, oluşabilecek AB resmi üzerinde varsayılarak yorumlanmalı.Başbakan Erdoğan'ın duyarlı konularda ayrı ayrı söylemleri, tıpkı palet üzerinde rahatsızlık veren renkler gibi yorumlandığında, kuşkular ve kaygılar gündeme taşınıyor.Ancak...Söylemlerin tümü bir bütün halinde yorumlanırsa, AB tuvalinde "Türkiye'nin yazgısını değiştirebilecek" desenlerin çizildiği sezilebilir.Elbette fırçayı tutan ellerin ustalığını ve ortaya çıkacak deseni ayrıca tartışacağız.....................Örneğin...En bilineni ile başlayayım: "AB ile Kıbrıs'ı da kapsayan Gümrük Birliği Protokolü'nün imzalanması..."İmza atılmadan, 3 Ekim'de müzakerelerin başlayabileceğini ummak "hayal" olurdu.Bu haliyle bile yetersiz.Avrupa Pazarlık Divanı'nın "limanların da Gümrük Birliği kapsamına girdiği" yolunda karar var.Güney Kıbrıs gemilerinin Türkiye limanlarına girmesi, bu yargı kararına rağmen nasıl Gümrük Birliği Protokolü'nün istisnası olarak kalabilir?Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi, "Kürt sorunu" ve "çözümün daha çok demokrasi olduğu" yolundaki söylemleri, Türk ve Kürt aydın grupları ile
Türkiye'nin çağdaş ve Avrupalı kimliği, İstanbul Park'a yansımıştı.Devletin veya yarışmacı markaların sponsor firmalarının konukları olabilirlerdi.Türkiye için beyinlerine bir estetik müdahale yapılmış olurdu.Ne yazık ki, bu şans ıskalandı.Gerçi "kitle tanıtımı" bağlamında harikalar yaratıldı.Yani... Yerkürede 2 milyarı aşkın dünyalı, bir başka söylemle yerküre nüfusunun 4'te 1'i, İstanbul Park'ta gerçekleşen uygarlık projesini izlediler. Canlı yayında sunucuların, yorumcuların, pilotların, teknik sorumluların övgülerini dinlediler.Sadece pisti ve tribünleri değil, İstanbul'un güzelliklerini de ekranlara yansıyan görüntülerle yaşadılar.Hiç kuşku yok ki, kamuoylarındaki önyargı duvarlarını temellerinden sarsmış olmalı.Toplumdaki değişimlerin politikalara yansıması zaman alır.Oysa... Türkiye için karar tarihi, 3 Ekim...Karar verecek olanlar, doğrudan ve aracısız etkilenmeliydi......................Elbette sadece Formula 1'in İstanbul ayağı "tek belirleyici" etken olamaz.Ama...Başka projeler çekmecelerde kalmayıp hayata geçirilse ve karar verecek olanlar yoğun mesaj adresleri haline getirilseydi, Formula 1'in İstanbul ayağı ile muhteşem bir gala gösterisi yapılmış olurdu.Örneğin...
At yarışlarının yapıldığı Veliefendi Hipodromu'nda 30 yarışmacı arasından 1. gelmişti... Kupayı iki eliyle başının üzerine kaldırırken şampanyalar patlıyordu...Yıl 1931...Maslak-İstinye arasında bir yarış daha...Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün himayelerinde...Yarış sonrası Atatürk, "otomobil sporunun özendirilmesi ve otomobil teknolojisinin yükseltilmesi" temennisini onur defterine yazıyor........................Dünyanın en önemli 19 pistinden biri olarak Formula 1 yarışlarının 14.'sünün yapıldığı bugün, Ulu Önder Atatürk'e bir kez daha yürekten sevgi ve minnet sunuyorum. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nde gene bir ilk ve gene büyük pırıltı, onun döneminde ve onun himayesinde gerçekleşmiş.Her büyük olayda olduğu gibi gene Atatürk'ün ayak izlerinde ilerliyoruz........................Formula 1, Türkiye'ye çok önemli katkı.Yerkürede 2 milyar insanın TV ekranlarından izleyeceği bu görkemli etkinlikte imzası olan, başta Mümtaz Tahincioğlu olmak üzere herkesi kutluyorum.Onlardan biri olan uluslararası işadamı Muhtar Kent ile cuma gecesi söyleşiyorduk.Formula 1 bağlamında Kız Kulesi'nde verilen bir davetteydik.Kent'in yüzündeki mutluluk ışıltıları, Kız Kulesi'nin ışıklarıyla yarışır
İşte ilan... Bir ölüm ilanındaki yaşam pırıltısını yansıtacağım... 2005 Türkiye'sinde "aydın", geçmişi nasıl görebilmeli... Yarınlara nasıl bakmalı? Ölüm ilanı satırlarında yüzyıllık yolculuk, bu duyarlı sorunun cevaplarını sunuyor. Hürriyet 1902'de Everek'te (Develi) doğdu. Babası Nazar Efendi, annesi Homosi Hanım'dı.Anadolu'yu kasıp kavuran o insan yangınında babası da öldürüldü. Genç annesi, iki küçük (Keğeszik, Vartanuş) sürgünü acıyı ve zulmü, ama aynı zamanda kardeşliği ve yardımlaşmayı tanıdı. Kendisi de aynı yangından esirgenen, öksüz ve evlatlık demirci Arsen Usta ile evlendi. 5 çocukları yaşadı: Hamparsum, Maresa, Vartuhi, Takuhi, Nazar. 16 torunları doğdu: Vartanuş, Silva, Alis, Elizabet, Hagop, Vahan, Jülyet, Harutyun, Arsen, Azat, Mari, Arsen, Aylin, Milena, Ludmilla, Ali Murad. Annesinin (1964), kocasının (1971), küçük kızının (Takuhi-1992) ölümlerini gördü. Bir tek gün zulümden söz etmedi. Acıyı, sevgisi ve şefkatiyle yumuşattı.Gençlere iyiliği, güzel günleri anlattı. Ölümünden hemen önce en küçük torununa"Sordum sarı çiçeğe, anan baban var mıdır?"ilahisini söyleyen odur.Bu kadın, annemiz, büyüğümüz, büyükle büyük, çocukla çocuk olmasını bilen bu matriark, ölümü
Önce birincisi...Bu olasılık giderek büyüyor.Güney Kıbrıs'ın ve Yunanistan'ın belirledikleri politika çizgisi nedeniyle değil, Fransa, Almanya, Avusturya gibi dişli AB ülkelerinin de "Türkiye'nin Kıbrıs'ı tanıması gerektiği" söylemleri sonucu köşeye sıkışmakta oldukları için.Papadopulos, başında bulunduğu Güney Kıbrıs'ın Türkiye tarafından tanınması isteminde Fransa, Almanya ve Avusturya'dan nasıl daha geride kalabilir?Bunu iç politikada izah etmesi mümkün olamaz.Belki de istemeye istemeye VETO kartını kullanabilir.O zaman Türkiye ile tam üyelik görüşmeleri başlamaz.İlişkiler kilitlenir......................Oysa... Bu Papadopulos'un ve elbette Karamanlis'in uzun soluklu politikalarıyla örtüşmez.Çünkü, Türkiye'nin AB'den umudunu kesmesi ve ilişkilerinin donması, artık Kuzey Kıbrıs için diyaloğun kopması demek olacaktır. Türkiye üzerinde AB ipoteği kalkacaktır. Ankara sertleşecektir. Ada'nın Kuzey'i ve Güney'i arasında bütünleşme, Ada'daki Türk birliklerinin bir süreç sonrası çekilmesi hayal olacaktır.Türkiye-Yunanistan ilişkileri de buna paralel olarak "soğuk şok" bölmesine atılabilir. Böylesi bir beceriksizliği ne Papadopulos halkına anlatabilir, ne Karamanlis.Onların
Görüşmelerinin başlama kararı alındığında, "Türkiye'nin, AB ile Gümrük Birliği Protokolü kapsamına Güney Kıbrıs'ı da katacağı" güvencesi yazılı olarak verilmişti. Ancak bunun "Güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelmeyeceği" açıklanmıştı.Bu "koşul kaydı" AB yetkilileri tarafından da dile getirilmişti. Aslında... Bu kayıt, hukuka "tam uygundur" denemez. Çünkü... Objektif bir bakışla... "25 üyelik bir tüzel kişiliğe üye olmak isteyen ülke sizin 24'ünüzü tanıyorum ama 25'inciyi tanımıyorum" diyebilir mi?..................Bununla beraber Güney Kıbrıs, Türkiye ve AB üçgeni bir genellemenin objektif kurallarıyla tanımlanamaz.Özellikleri var. Şöyle ki... 1- AB, "garantör devlet olarak Türkiye'nin karşı çıkması halinde tam üye yapmamak" bildiriminde bulunduğu Güney Kıbrıs'ı tam üye olarak kabul etmiştir.2- Güney Kıbrıs'ın, egemen olmadığı Kuzey Kıbrıs'ı da kapsayan bir temsil yetkisini, kâğıt üzerinde var saymıştır.3- Tam üyelik için komşularıyla sorunlarını çözmüş olmak koşulunu uygulamamıştır...................Yani, objektif hukuk kurallarını hallaç pamuğu gibi atan AB'dir.O nedenle 17 Aralık'ta, Türkiye'ye tam üyelik görüşmelerinin başlaması için tarih verirken AB, Güney Kıbrıs'a "sesini
Tümseğin bir ucu ile diğeri arasındaki mesafe, yaşamla ölüm arasındaki birkaç saniyelik süreç ama geçmek bilmiyor. Saat gibi geliyor.O ecel sürecini yaşadığım için, PKK'lı kovalayan askerin ya da güvenlik güçlerinin dağ ve köy yollarında "taze toprak sendromunu" yüreğimde hissediyorum.O duygu, büyük kentin serin hava soğutmalı plazalarında algılanamaz.Emin Çölaşan'ın "Asfalt yola mayın döşenemez. Güneydoğu'da köy yolları, dağ yolları asfaltlanmalı" çağrısı, gerçeğin ve vicdanın sesidir."Şu kadar kilometre duble yol yaptık" gibi açıklamalarla, her biri mezar tümseklere dönüşen, mayınlanmış yollardaki taze toprak sendromu aşılamaz....................Benim bir kez yaşadığım "mayınlı taze toprak sendromu," Güneydoğu dağlarında çarpışan subayların, astsubayların, erlerin, özel timlerin aylar, yıllar süren "ölümle dans" dehşetinin yanında çok küçük kalır ama bu kahraman insanlarımızı algılayabilmek için önemlidir.Anlatayım.......................9 Temmuz 1987... Dönemin Başbakanı Turgut Özal'la birlikte Diyarbakır'dayız.Acı haber geldi; Midyat'ın Yuvalı mezrasında PKK, 7'si bebek 9 kişiyi kurşuna dizmişti.Özal ve beraberindeki bakanlar, danışmanlar helikopterle Yuvalı'ya uçtular.Yavuz