Merkez Bankası Başkanı önceki gün Gaziantep’te konuşma yapmaya başladığı saatlerde dolar 2.033 idi. Konuştu. Özetle “Yılsonu için dolar 1.92 TL olacak dediysem, moral vermek için” dedi. Ama yakında döviz girişleri başlayınca göreceksiniz dolar fiyatı tahminlerin de ötesinde ucuzlayacak. Hem de Merkez’in çok güçlü döviz rezervi var” dedi.
Konuşmasından sonra dolar fiyatı ucuzlayacak yerde yükselişe geçti. Ufak ufak tırmanmaya devam ediyor.
Acaba “Piyasa” denilen ve döviz ile faizdeki değişimi “yaşayan” sistemin oyuncuları olan biteni nasıl değerlendiriyor?
Bu gibi önemli gelişmelerde kapısını çaldığım “Piyasa Kurmayı Çarıklı Ali Bey”i aradım. (Daha önce de görüşlerini aktardığım Piyasa Kurmayı Çarıklı Ali Bey’in bankacı, akademisyen, iktisatçı olmadığını, piyasa adamı olduğunu hatırlatmak isterim) Önce “Piyasa Kurmayı Çarıklı Ali Bey”in anlatımını, kelimesini değiştirmeden, aynen aktarmak istiyorum. Çarıklı Ali Bey diyor ki;
Bindir faizi - indir faizi
- 2006 Nisan: Merkez Bankası’na başkan olarak atanır atanmaz, hiç gereği yokken faizleri çeyrek puan indirdi.
Dün aralık ayının 11’i idi. Doların 2.03 TL’den işlem gördüğü saatlerde TCMB Başkanı Erdem Başçı Gaziantep’te konuştu. Konuşmanın sonunda “Yılsonunda doların 1.92 TL olacağını söylemiştiniz. Tahmininiz tutacak mı?” diye sordular.
“Dolar kuru konusunda halkın kafası karışıktı. Birinin devreye girip konuşması gerekiyordu. O gün bir mesaj verilmesi gerekiyordu. Ocakta yeniden cevap verebilirim” dedi.
Ama gene de dayanamadı “İyimserliğini” sürdürdü. “Portföy girişleri olması halinde TL değerinde kimsenin tahmin etmediği bir yükselişin yaşanabileceğini” söyledi. “Sermaye akımlarında en ufak bir yön değişikliği TL’ye değer kazandırabilir. Doların, euro’nun daha da yükselme ihtimali düşük” diye konuştu.
N’apalım 2.03 oldu...
Hatırlayınız, 28 Ağustos’ta Başçı: Not edin, dolar yılsonu 1.92 TL... “Beni şu anda iyimser bulabilirsiniz ama 1.92 TL görürsek şaşırmayalım. Bunu gerçekten not edin, bunun altında olursa şaşırmayın” demişti.
Eklemişti: Dövizin belini kıracağız... “Müdahale yöntemlerimizden biri ofansif strateji. Dünyada çok örneği olmadığı için piyasa idrak edemiyor. Fakat görürler bunun ne demek olduğunu. Elimizde çok kuvvetli mekanizmalar var. Burada tek beklenen şey
Milli Gelir 3. çeyrekte, yüzde 4.4 büyüdü. Bu iyi bir gelişmedir. İlk dokuz ayda büyüme yüzde 4.0 oranına ulaştı. Büyümenin kaynağı üretimdir. Ancak üretebilmek için talep olması gerekir. Talep de iç talep ve dış talepten (ihracattan) oluşur.
Üçüncü çeyrekte, toplam yurtiçi talep 2013 yılının ilk yarısına benzer şekilde büyüdü. Net dış talep büyümeyi sınırladı.
Özel kesim itici güç olmaya devam etti. Hane halkı tüketimi ile özel sektör yatırımları büyümeyi yukarı çekti.
Önemli gelişme özel sektör yatırımlarının 2011 son çeyreğinden sonra ilk defa artışa geçmesidir. Stoklardaki olağan dışı artış ise dikkat çekiyor. Büyümenin 1.9 puanı buradan kaynaklanıyor.
Üretim cephesinde sanayi kesimi sürükleyici sektör.
Dikkati çeken mali aracı kuruluşlar kesiminin büyümeye katkısının sanayi kesiminin büyümeye katkısının önüne geçmesidir.
Yılın son çeyreğinde büyüme açaba ne olur? Üçüncü çeyrekte bayram talebi ve üretimi ile harman sonu canlılığının etkisi vardı. Sonraki öncü göstergeler yavaşlamayı işaret ediyor. Tüketici ve üretici bekleyişleri de olumsuz yönde. Son çeyrekte yavaşlama olsa da yılın yüzde 4’e yakın büyümeyle tamamlanabileceği anlaşılıyor.
New York
Milliyet’in dünkü manşetinde “İstanbul’un 29 Milletin Suç Şehri” haline geldiği uyarısı vardı. Neden İstanbul böyle oldu? Neden İstanbul gibi büyük şehirlerde polis asayişi sağlamada başarılı iken İstanbul “suç şehri” oluyor? Sayın okuyucularıma New York’ta olan biteni anlatayım. Belki “Büyük Türk Büyükleri”nden okuyanlar olur da, örnek alırlar.
New York’un hangi bölgesine giderseniz gidiniz, köşe başında bir veya iki üniformalı polis görüyorsunuz. İnsanların yoğun olduğu caddelerin yol kenarında içinde iki polisin oturduğu polis otomobilleri var. Sokaklarda ışıldaklarını yakmadan polis otomobilleri devriye geziyor. Polis otomobilleri sadece görevde iken ışıldaklarını yakıyor.
İstanbul’da üniformalı polislerimiz artık devriye gezmiyor.
Dolmabahçe’de, Karaköy’de, Eminönü’nde Sultanahmet’te, Beyoğlu’nda bile köşe başında bekleyen polis göremiyoruz. Polis otomobillerinin tamamı ışıldaklarını yakarak ve tüm trafik kurallarını altüst ederek caddelerden, sokaklardan (son sürat) geçip gidiyor. Polislerimiz sadece eylemlerde ortaya çıkıyor. Büyük Türk Büyüklerine araçlarıyla eskortluk ediyor. Büyük Türk Büyükleri geçerken araçları köşe başlarını tutuyor, polisler
Dershaneler ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Tartışma konusu dershanelerin sayısı nedir? Bu dershaneler ne konularda eğitim veriyor? Dershanelerin tamamı “Cemaat Dershanesi“ mi ki, “Cemaat”i cezalandırmak için dershaneler kapatılıyor? Yoksa dershane sistemi zararlı olduğundan mı kapatılmasına karar verildi? İnsanlar bugüne kadar çocuklarını dershaneye göndererek boş yere mi para harcadı?
Bu konularda toplu bilgiye erişemeyince başladım sağdan soldan bilgi toplamaya... Anadolu Ajansı kaynaklı bir haberde Milli Eğitim Bakanlığı’nın dershaneler konusundaki bir araştırmasından söz ediliyordu. Milletvekillerine dağıtıldığı belirtilen araştırmadan ve diğer kaynaklardan “Neyin ne olduğunu öğrenmek için” topladığım bilgileri merak edecek okuyucularıma da arz edeceğim.
3.830 dershane var
Türkiye’de 3.830 dershane var. Bunların 677’si orta öğretime hazırlık, 378‘i üniversiteye hazırlık, 40‘ı KPSS’ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) hazırlık, 2.371’i SBS’ye (Seviye Belirleme Sınavı) hazırlık kursları düzenliyor. 364’ü birden fazla konuda öğrenci yetiştiriyor.
Bu kurslara 2012 yılında (KPSS kursları hariç) 1 milyon 178 bin öğrenci para ödeyerek katılmış. Kurslara katılanların
New York’ta sıradan dükkanların vitrinlerinde kocaman kocaman duyurular: “Etiket üzerinden % 50+30 ikincisi bedava (!)
Gazetelerde ünlü zincir mağazaların sayfa sayfa ilanları. Her gün bir farklı üründe yüksek oranda tenzilat.
New York’un durumu İstanbul’a benzemiş. Tenzilatsız gün yok. Oranlar havalarda uçuşuyor. Ama piyasa durgun. Moraller mi düzelmemiş, gelirler mi düzelmemiş bilemiyorum ama, insanlar uyur gezer...
Ama tüm piyasa bu durumda değil. Durgun olan piyasa ortanın altı gelir grubunun satın aldıkları malların piyasası. (Tüketici sayısı bakımından da en büyük piyasa bu piyasa.) Tenzilatlı ürünler bu kesimin satın aldığı ürünler. Ortanın üstü gelir grubunun ilgi duydukları markalarda bir kuruş tenzilat yok. Tersine onlar fiyatları devamlı tırmandırıyorlar. Kadın çantasından kadın ve erkek ayakkabısına, kol saatlerinden takılara, markalı giysilere yüksek gelir grubunun ilgi duyduğu mallarda fiyat ne kadar yüksek ise, talep de o kadar artıyor.
‘Türk malı’ çekilmiş
New York’a her gelişimde ortanın altında gelir grubunun alışveriş ettiği mağazalarda Türk malı ararım. Eskiden havlularda, yatak çarşaflarında, kadın ve erkek giysilerinde ve de cam bardaklarda
Teknoloji marketlerinde satılan ürünlerin garantisi acaba ne kadar “garanti”? Bu konularda okuyuculardan çok sayıda şikayet gelir. Konu ile doğrudan ilgili olmasam da, yardımcı olmaya çalışırım.
Okuyucu şikayetlerine ek olarak ailece karşılaştığımız sorunlar o kadar arttı ki, şüphelenmeye başladım. Şüphelerimi de yazıya dökmek istedim.
- Acaba teknoloji marketleri ucuz mal satmak için, müşterilerine fabrika çıkışı arızalı, onarılmış, ikinci kalite ürünleri mi pazarlıyorlar?
- Garantili satılan ürünler kullanılmaya başlar başlamaz ürün arıza yapar ise, neden kendileri sorunun çözümünü sağlayacak yerde müşterileri kapı kapı dolaştırıyorlar?
Önceleri yöneticisini tanıdığımız ünlü bir teknoloji marketten ürün alırdık. İstanbul’da satın aldığımız L markalı TV kısa sürede arıza yaptı. Servis geldi. TV’yi iki defa aldı götürdü. Arıza bulundu. Tamir edildi. Tamirli TV’yi kullanıyoruz.
Yazlık için satın aldığımız S markalı TV ise o kadar çok arıza yaptı ve servise gitti geldi ki, sonunda değiştirdiler.
Sosyal güvenlik sistemi kapsamında devlet 2012 yılında halkın ilaç faturasının 14 milyar TL’lik bölümünü ödedi. Türkiye’de ilaç pazarının büyüklüğü 9-10 milyar dolar. (2012 yılında 16-17 milyar TL.)
Açık anlatımıyla ilaç sektöründe devlet büyük, çok büyük alıcı.
Para devletten çıksın halkın cebinden çıksın, satın alan ucuz olsun istiyor. Ama satanın, satanın arkasında üretenin de bir maliyet hesabı var.
İşte bu nedenle “ilaçta fiyat tartışması” gündemden bir türlü çıkmıyor. Son günlerde gene gündemin başına oturdu.
İlaçta maliyeti belirlemek çok zor. Çünkü ilaç fiyatını sadece girdi ve işçilik maliyeti oluşturmuyor.
Bir ilaç yüksek araştırma geliştirme harcamaları ile 10-15 yıllık süre sonunda piyasaya sürülebiliyor. İşte bu nedenle ilaç fiyatının nerede ise yüzde 90’ı araştırma geliştirme döneminin yükü. Dünyada toplam araştırma geliştirme harcamalarında ilaç ve biyoteknoloji sektörünün payı yüzde 15. Uzay araştırmalarının payı yüzde 4. En fazla araştırma geliştirme harcamasını bu sektör yapıyor.