İstanbul Büyükşehir Belediyesi itfaiye hizmetlerin özelleştiriyor. Açılan ihaleyi itfaiye konusunda hiçbir ilgisi, bilgisi, deneyimi olmayan bir sermaye ortaklığı kazandı.
Bu sermaye ortaklığı (çok tabii olarak) hizmet amacıyla değil kâr amacıyla tulumbacı takımı kuracak. Tulumbacı takımına (asgari ücretle) alınacak ve de itfaiyecilik konusunda hiçbir bilgi ve deneyimi olmayan (geçici) personel, bundan sonra İstanbul’da çıkan yangınları söndürecek.
Rahmetli annemin bir deyimi vardı: ”Deveye boynun eğri demişler. Deve boynunu biraz daha bükerek cevaplamış: Nerem doğru ki...”
İstanbul Şehreminliği (Belediye Başkanlığı) 141 yıl önce yangın söndürme sorumluluğunu tulumbacıların elinden alarak belediyenin görevi haline getirmişti. Şimdilerde görülen o ki İstanbul Büyükşehir Belediyemiz yangın söndürme işini tekrar tulumbacılara devretmek istiyor.
Kitaplarda okuduğumuza göre, tulumba sandığının olmadığı yıllarda İstanbul’da yangınlar, çeşmelerden, kuyulardan ve yangın için evlerde bulundurulan büyük fıçılardaki sular kovalarla taşınarak söndürülmeye çalışılırmış.
Yangın sandığının keşfi
Davut Ağa unvanıyla ün yapan bir Fransız, yangın sandığını (tulumbalı yangın söndürme aletini)
Borcu büyüdü diye Yunanistan’a bir şey olmaz. Başbakan Yorgo Papandreu Yunan halkını sıkıntıya sokacak tedbirleri alamaz. Alsa da uygulayamaz.
Avrupa Birliği’nin “Babaları” Yunanlıların kalbini kıramazlar. Yunanistan’ı rahatlatmak için bir yerlerden para bulurlar.
Biz “Girelim mi, girmeyelim mi” diyerek oyalanırken, Yunanistan birliğe üye oldu. 1981 yılından bu yana Birlik’ten net 85 milyar euro (yaklaşık 125 milyar dolar) katkı aldı. 11 milyon nüfus için bu katkı çok önemlidir. Kişi başına yaklaşık 7.700 euro düşüyor.
Avrupa Birliği’nin 2007-2013 dönemi bütçesine göre, Yunanistan’a bu dönemde birlik bütçesinden 25 milyar dolar daha aktarılacak.
Bal tutan parmak yalıyor
Avrupa Birliği bütçesinin işleyişi çok ilginç. Bazı ülkeler çanağa para atıyor, bazıları çanaktan kepçeyle para alıyor. 2007-2013 bütçesine göre, çanağa Almanya 86 milyar euro, İngiltere 57 milyar euro, Fransa 51 milyar euro para koyacak. Çanağa konulan paralardan Polonya 65 milyar euro, Yunanistan ve Romanya 25’er milyar euro, Macaristan 24 milyar euro, İspanya ve Çek Cumhuriyeti 22’şer milyar euro, Portekiz 17 milyar euro alacak.
Halkımızın toplam tüketim harcamaları içinde genelde gıda ve alkolsüz maddelere giden paranın payı yüzde 28 oranındadır. Kaba anlatımla, ülke genelinde tüketime ayrılan her 100 liranın 28 lirasıyla gıda maddeleri ve alkolsüz içki satın alınır.
Alt gelir grubunda tüketim harcamalarında gıda ve alkolsüz içki harcamalarının payı yüzde 50’nin de üzerine çıkar.
İşte bu nedenle halkımız enflasyonu/fiyat artışlarını gıda maddelerinin fiyatından izler.
Kasım ayı sonu itibariyle son 12 aylık dönemde ülkede tüketici fiyatları ortalama olarak yüzde 6.53 oranında artarken gıda maddeleri ve alkolsüz içkide 12 aylık ortalama fiyat artışı yüzde 8.22 olarak gerçekleşti.
Gıda maddeleri fiyatları tüketici için önemlidir. Tüketicinin kriz döneminde geliri artmıyor. Gıda maddesi fiyatı arttıkça boğazdan kesiyor.
Ama öte yanda gıda maddesi fiyatları üretici için de önemlidir. Kriz döneminde üreticinin maliyetleri artıyor ama üretici bazı maliyetleri fiyata yansıtamıyor.
2010 bütçe tasarısına göre, hükümet vergi gelirlerini yüzde 18.2 oranında artıracak. Hükümetin tahminine göre, 2010 yılında ekonomi yüzde 3.5 büyüyecek. Enflasyon yüzde 5.3 oranında artacak.
Ekonomi yüzde 3.5 büyürken (enflasyon yüzde 5.3 oranında artarken) vergi gelirlerinin yüzde 18.2 oranında artırılabilmesinin iki yolu vardır:
- Ya mevcut vergilerin oranı artırılacak.
- Ya da yeni vergiler getirilecek.
Demek ki hükümet 2009 yılında halkın cebinden, olası gelir artışından daha fazla para çekmeyi düşünüyor.
Bunun anlamı ise 2010 yılında halkın satın alma gücünün ve yaşam düzeyinin gerilemesidir.
Halkın satın alma gücünün ve yaşam seviyesinin aşağıya inmesi, içeride talebin canlanamaması demektir. İçeride talep canlanamazsa, yatırım ve üretim artışı gerçekleşemez. İşsizlere iş bulunamaz. İşsizlik daha da artar.
Tasarruflar açığa gidecek
Sanayici, Nasrettin Hoca’nın hikâyesindeki, yağı, unu, şekeri biraraya getirip helva yapan kişidir.
Sanayici (müteşebbis/girişimci) olmazsa, emek ve sermeye ne kadar bol olursa olsun üretim yapılamaz. Yatırım yapılamaz. Yatırım ve üretimin riskini üstlenebilmesi için sanayicinin “moralinin” yüksek olması gerekir. Sanayicinin moralini yükseltecek, “kâr bekleyişi”dir. Kâr başarının göstergesi, ödülüdür. Hiçbir sanayici zarar edeceğini bile bile yatırım yapamaz, üretimini sürdüremez. Sanayicinin kârı ne kadar yüksek olursa (1) Ülkenin milli geliri de o kadar artar.
(2) Sanayide de o kadar yeni yatırım yapılır. İstihdam imkânları gelişir.
Merkez Bankası’nın araştırmaları,
İSO-500’ de yer alan firma rakamları, İMKB’de hisse senetleri işlem gören firmaların bilançoları gösteriyor ki, sanayide kârlılık düştü. Bu çok kişinin dikkatini çekmiyor. Veya bazıları bu gelişmeyi umursamıyor. Ama sanayi odaları başkanları “Sanayi ruhu kayboluyor” diyerek alarm zilleri çalıyor.
TEK 80 yaşında
Domuz gribi korkusu ile antibakteriyel jel ve sabun tüketimi arttı. 1998 yılından beri Çarfarma’nın ürettiği Pürel El Temizleme Jel’ini pek az kimse bilir kullanırdı, domuz gribi ile birlikte piyasaya yeni yeni markalarla jeller çıktı.
Antibakteriyel (bakteriye karşı) üretilen jeller insanları (virüsten bulaşan) domuz gribinden korur mu?
Hangi jel işe yarar, hangisi yaramaz? Bunları kim denetliyor? Merak ettim. Sordum soruşturdum. Öğrendiklerimi sayın okuyucularına arz edeceğim.
Antibakteriyel jeller ve sabunlar “kozmetik ürünü”dür. İlaç gibi denetlenmez. Üretici, Sağlık Bakanlığı’na sadece bildirimde bulunmak zorundadır.
Antibakteryel jelin içeriği bakteriyi veya virüsü yok eder mi, etmez mi? Bunu denetleyen yok. O nedenle tüketici (1) Üretici firmaya güvenecek. (2) Kutusunun üzerini okuyacak. (3) Şüphelenirse, ürünün güvenirliğini gösteren klinik testlerle ilgili olarak üretici firmadan bilgi isteyecek.
Bakteri başka, virüs başka
Temmuz-ağustos ve eylül aylarını kapsayan yılın üçüncü 3 aylık döneminde ülkenin bütününde üretim, gelir ve harcamalardaki gerileme, bir yıl öncenin aynı dönemine göre yüzde 3.3 oldu. Birinci 3 aylık dönem için gerileme yüzde 14.7 ikinci 3 aylık dönem için yüzde 7.9 hesaplandığına göre demek ki, yıl başından bu yana üçer aylık dönemler itibariyle gerileme yavaş da olsa düzeliyor. Yılın ilk 9 ayında ekonomideki daralma yüzde 8.4 olarak hesaplandı.
Ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma) değerine GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) milli gelir deniliyor.
Milli geliri (ülke ekonomisinin gücünü) belirleyen üretim miktarıdır. Üretim artınca gelir artıyor. Gelir artınca hane halkının, devletin ve girişimcilerin cebine daha çok para giriyor. Harcamaları artıyor.
Üçer aylık dönemlerde üretim mevsimlik dalgalanmalardan etkilendiğinden biz üretimin/gelirin atıp artmadığını bir önceki 3 aylık dönemin üretimine/gelirine bakarak değil de, bir önceki yılın aynı dönemindeki üretimin/gelirin büyüklüğüne bakarak değerlendiriyoruz.
Enflasyonun/fiyat artışlarının etkisini yok etmek için de rakamlardaki fiyat artışlarının şişkinliğini yok ediyoruz, tüm fiyatları 1998 yılı sabit fiyatına
Kredi notu veren kuruluşlardan Fitch, bizim kredi notumuzu iki kademe birden yükseltti. 52 ülkenin kredi notu düşerken, Türkiye, notu yükselen 13 ülke arasına girdi.
- Acaba durup dururken bizim kredi notumuzu neden yükselttiler? Türk ekonomisi krizi atlattı mı?
- Notun yükselmesi ülkeye ne getirir?
- Kredi notu Ayşe Hanım Teyzemi ilgilendirir mi?
Fitch’in Türkiye’ye verdiği “BB+“ notu kabaca 100 üzerinden 60-65 gibi bir değerleme anlamına gelir. Kredi notu veren kuruluşların notu yükseltmesinin ne yarar sağlayacağı bilinemese de bile iyidir. Sevinilecek bir gelişmedir. Çünkü yükseltme bir işe yaramasa da notun düşürülmesi ülkeye zarar verir.
Dış yükümlülükleri aksatmıyoruz