2001 krizinde sanayi üretim endeksi 13 ayda eksiden artıya geçmişti. 2009 krizinde sanayide üretim gerilemesi 2008 Ağustos ayında başladı. 15 aydır sanayide üretim geriliyordu.
Dün yayımlanan sanayi üretim endeksine göre, gerileme durdu. Ekim ayında sanayi üretiminde artış var. Sanayi üretim endeksi bir önceki ekim ayının yüzde 6.5 üzerinde. Eylül ayına göre sanayi üretiminde 13.7 oranında artış var.
Bu rakamı iyimserler ve kötümserler değişik şekilde yorumlayacak. Kötümserler “Önceki ay şöyle idi, bu ay böyle olmuştu... Mevsimlik düzeltme yapılmadı. Bu artış gerçekçi ve kalıcı değil“ diyecek. İyimserler ise, ”İşte nihayet dipten çıkış başladı” diyerek sevinecek.
Krizin başından beri söylenen, sanayideki düzelmenin 2009’un son 3 ayında ortaya çıkacağıydı. Ümit edilir ki, düzelme başlamıştır ve bu üretim artışı kalıcı olur. Aylık sanayi endeksini değerlendirirken 3 farklı değişime bakmak gerekir:
(1) Geçen yılın aynı ayına göre sanayi üretimi nasıl artmış?
2008 Ekim ayındaki sanayi üretimi, krizin etkisin de azalmıştı. 2007 yılı sanayi üretimine göre yüzde 6.8 oranında gerilemişti. 2009 Ekim ayı sanayi üretimi işte o gerilemiş üretim rakamına göre yüzde 6.5 oranında büyümeyi
Bulunmayan ilacın ucuz olması bir anlam ifade etmez. Önce bulunur olacak. Yetmedi, derde deva verecek bir ilaç olacak. Sonra ucuz olacak. İlacın derde deva olacak ilaç olmasının ve de bulunabilir olmasının şartı, üreticinin de, pazarlayanın da para kazanması.
İlacın bir özelliği var. İlacın üretim maliyetini sadece hammadde ve diğer girdilerin faturası belirlemiyor. İlacın derde deva olabilmesi büyük araştırma ve geliştirme harcamalarına bağlı.
Bu araştırma ve geliştirme harcamalarını üreticiler ilaç fiyatına bindirmek zorunda. Bu nedenle ilaçlar belli süre yüksek fiyatla satılıyor.
Her mal ve hizmette devletin fiyatı belirlemesi yanlıştır. Fiyat arz ve talebe göre belirlenir. Ama ilacın özelliği nedeniyle her ülkede ilaç fiyatlarında belli ölçüde devlet kontrolü vardır.
Ancak bu kontrolde sınır kaçarsa, (1) Önce ilaç firmaları araştırma geliştirme yapmaz. Derde deva ilaçlar piyasaya çıkmaz. (2) Sonra ilaç firmaları yeni yatırımlar yapmak için para bulamaz. (3) Pazarlama kuruluşları (depolar ve eczaneler) yaşayamaz. Bütün bunların sonunda derdine derman arayanlar, derde deva olacak ilaç bulamaz.
Türkiye’de satılan ilaçların yarısı içeride üretiliyor, yarısı ithal. İlaç
Özelleştirme kapsamındaki Tekel’in Anadolu’daki yaprak tütün işlemeleri kapatılıyor. Bu işletmelerde çalışan 12 bin devamlı kamu işçisi ya tazminatını alarak işsiz kalacak ya da geçici personel statüsüyle devlette bir süre çalışabilecek. İşçiler sosyal hakları ve aldıkları ücretle kamu kuruluşlarında çalışmak için Başbaka’na ulaşmak istedi. Başbakan “Üreteceksin... Kazanacaksın... Üretmeden vermek yok” dedi... Başbakan doğru söylüyor. Ancak hükümetin uyguladığı politikalar üretimi teşvik edecek yerde üretimin gerilemesine, yeni üretim tesisleri açılacak yerde kurulu olanların kapanmasına yol açıyor. Tütün sanayiinde yaşananlar yanlış politikaların çarpıcı göstergesi.
-2000’de 578 bin aile 234 bin hektar toprağı işliyor, 208 bin ton tütün elde ediyordu.
- 2008’de 194 bin aile 146 bin hektar toprak işledi.118 bin ton tütün elde etti.
- 2009’da aile sayısı ve toprak büyüklüğünün gerilediği, üretimim 90 bin tona düştüğü söyleniyor.
- 2000’de 100 bin ton tütün ihraç ettik. 372 milyon dolar gelir sağladık.
- 2008’de ihracat 42 bin tona, ihracat geliri 173 milyona geriledi.
- Tütün Türkiye’nin dünya pazarında rekabet avantajı olan bir tarım ürünü idi. Türkiye’de tütün
Haluk Bilginer’in Moda’da Dr. Esat Işık Caddesi üzerindeki tiyatrosuna “Şekspir Müzikali”ni seyretmek için gittim. Salonun duvarında kocaman bir yazı dikkatimi çekti: “Oyun Atölyesi Tiyatro Salonu, devlet ya da özel hiçbir kuruluş veya kişinin katkısı olmadan yapılmıştır.”
Oyundan önce 3 TL ödeyerek aldığım program kitapçığında Haluk Bilginer’in Zuhal Olcay ile kurduğu, Zuhal Olcay ayrıldıktan sonra tek başına yaşattığı Oyun Sahnesi’nin 10’uncu yaşına girdiği yazılı idi.
Bir özel tiyatro için devlet veya özel kuruluş ve kişilerden destek almadan yapılan tiyatro salonunda bir özel tiyatro 10 yıl nasıl yaşayabiliyor diye merak ettim. Özel tiyatroların çoğunun güç durumda olduğunu duyuyoruz, okuyoruz. Acaba Oyun Sahnesi’ni kim destekliyordu? Yılda ne kadar yardımla ayakta durabiliyordu?
Bir yöneticisinden öğrendim ki, Oyun Atölyesi sadece bilet geliri ve de tiyatronun antresindeki kahvenin geliriyle yaşıyor. Kriz insanları üzdü. İnsanlar karın doyurma derdinde iken, acaba 30-40 TL bilet parası ödeyerek tiyatroya gidebiliyorlar mı? Acaba oyuncular boş salona oynamak zorunda mı kalıyor? Gişe sorumlusuna sordum. Oyunlar için bu ayın biletlerinin tamamı satılmış.
210 kişilik
Eczacılar bugün kepenk kapatacak. Kepenk kapatmak ne onlara ne de ilaç arayanlara yarar sağlayacak. Çünkü eczacıların sorunları kepenk kapatmakla çözülebilecek sorun değil. İlaç ise insan sağlığı için çok önemli. Bir günlük gecikme her şeyi rezil eder. Ölüme yol açar. Eczacıların ana sorunu, cirolarının (satış gelirlerinin) düşük olması ve kâr edememeleri. Şimdi devlet ilaç fiyatlarını aşağıya çekince ciroları daha da küçülecek.
Bir de güncel sorunları var: O da yüksek fiyatla stoğa giren ilaçları şimdilerde ucuz fiyatla sattıklarında ortaya çıkacak zararın yükü. Eczacılar (kendi açılarından haklı olarak) ilaç fiyatlarında devlet zoruyla yapılan indirim nedeniyle o kadar dövünüyor ki, halkımız ucuz ilaca sevinme fırsatı bulamadı.
AB ülkelerinde her isteyen, her istediği yerde eczane açamıyor. Bölgelerde açılacak eczane sayısı bölge nüfusuna göre sınırlandırılıyor. Eczaneler arasında belli bir mesafe olması gerekiyor.
Yan yana çok sayıda eczane var
Bizde ise böyle bir sınırlama yok. Sahibi ve mesul müdürü eczacı olması şartıyla, istenilen yerde istenilen sayıda eczane açılabiliyor. Böylece yan yana eczaneler sıralanıyor. Türkiye’de 24 bin eczane var. (Fransa’daki eczane sayısı 22
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ‘yatırım ve sanayi için gelsinler Çankaya Köşkü’nün bahçesini vereyim’ demişti.
2001 yılında tamamlanan Ford’un İzmit’teki üretim tesisinden buyana Türkiye’de “ekonomik ölçekte” yatırım yapılamadı. Yapılacağı da yok. Çünkü stokta tek bir proje yok.
Halbuki Türk ekonomisinin büyümesi, Türkiye’nin sanayileşmesi, “ekonomik ölçekli” yatırımlara bağlıdır.
Ekonomik ölçekli yatırım (Ege Cansen’in anlatımıyla) Atlantik’i geçebilecek güçteki transatlantik adı verilen vapura benzer. Küçük tekneler de önemlidir. Küçük tekneler kıyı kıyı yük taşır. Kıyılarda balık avlamada işe yarar. Ama Atlantik denizine küçük tekne ile çıkılamaz. Atlantik geçmek için transatlantiğe ihtiyaç vardır.
Ekonomik ölçekli üretim tesisleri, küresel piyasalarda, küresel güçlerle rekabete girebilecek teknolojiye, maliyet avantajına ve üretim gücüne sahip yatırım tesisleridir.
Yerli sermaye yapsın, yabancı sermaye yapsın, bir ülkede ne kadar çok ekonomik ölçekli üretim tesisi yapılırsa, o ülke küresel piyasalarda o kadar güçlü oyuncu olur.
Devlet dün açıkladı: Bu ülkede yaşayanların yüzde 17.11’i, 11 milyon 933 bin kişi yoksul.
İyi de oturup ağlaşacak mıyız? Ah vah ederek dövünecek miyiz? Veya “Ne yapalım... Kaderimiz yoksulluk” diyerek sesimizi kesip oturacak mıyız?
Hayır... Çözüm arayacağız. Çözüm aramaya mecburuz. Yoksulluğun tek bir çözümü var: Üretimi artıracağız. Üretim artacak. İnsanların işi ve geliri olacak ve yoksulluk (tamamen sona ermese de) azalacak.
Çare tükenmez, yeter ki isteyin
İnsan yapımız bu... Yoksulluk tablomuz bu... Bu yapıda, bu tabloda çözüm ne olabilir?
- Kısa sürede işsizlere iş yaratma imkânımız yok. İşsizlik bir süre daha devam edecek.
Dubai krizi, gayrimenkul piyasasında “arz şişirmesi ile talep yaratılamayacağını”, arz şişirmesiyle oluşan balonun sadece bu şişkinliği yaratanları değil, çevrede yaşayanları da yaralayacağını, dünya finans piyasalarını sarsacağını bir defa daha gösterdi.
Bizim “Körfez sermayesi” konusundaki iyimser ve abartılı bekleyişlerimizi gözden geçirmemize de imkân yarattı.
Biz “Körfez sermayesi”nin Türkiye’ye akmasını, Türkiye’de yatırımlar yapmasını ve Türkiye’nin finansman açığını kapatmasını bekler dururuz. Görülüyor ki, “Körfez sermayesi” denilen sermaye (paralar) Körfez halkının parası değil. O ülkelerin yönetimini elinde bulunduran ailelerin, yabancı petrol şirketlerinin o ülkelerden çıkardıkları petrol karşılığı onların hesaplarına koydukları paralar.
Şeyh’in parası sağlam yerlerde
Körfez ülkelerinin yönetimini (yabancı ülkelerin ve petrol şirketlerinin desteği ile) ellerinde bulunduran aileler ise (kısa süreli ve uzun süreli güvenceleri olmadığı için) petrol şirketlerinin onların cebine koydukları paraların büyük bölümünü yaşadıkları Körfez Bölgesi dışına çıkarıyor. Kendi hesaplarına yatırıyor.
Körfez ülkelerinde yönetime hâkim aileler dışındaki kişilerin ve ailer ile kurumların