Davos‘ta zenginleri bir araya getirmek için her yıl yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına alternatif olarak, Davos toplantıları ile aynı günlerde fakirler de toplanıyor.
2001 yılında Brezilya’nın Porto Alegre kentinde başlayan bu toplantıların adı “Dünya Sosyal Forumu”.
Hafta başından bu yana her gün Davos toplantılarıyla ilgili haberler dünya ve Türkiye medyasında büyük yer alıyor. Ne yazık ki fakirlerin şu günlerde Brezilya’da süre gelen toplantılarıyla ilgili haberler medya da ya çok az yer bulabiliyor ya da hiç bulamıyor.
Başka bir dünya mümkün
Çünkü medyanın müşterisi olan insanlar fakirlerin derdiyle ilgilenmiyor. İnsanlar zengini seviyorr. Zenginlerin parası azalmasın, zenginlerin canı sıkılmasın da fakirler, açlar ne yaparlarsa yapsın.
Liberal küreselleşme politikasına alternatif politikalar oluşturmak amacıyla 2001 yılından bu yana düzenlenen Dünya Sosyal Forumlarının (WSF/DSF) dokuzuncusu, bu yıl 27 Ocak-1 Şubat tarihleri arasında “Başka Bir Dünya Mümkün” sloganıyla Brezilya’nın Amazon Yağmur Ormanları Belem (Para) kentinde yapılıyor.
Foruma barış yanlıları, topraksız köylüler, sendikacılar, öğrenciler, çevreciler, kadınlar, adil ticaret yanlıları
Başbakan Sayın R. T. Erdoğan, dün Davos‘a hareket etmeden önce yaptığı basın toplantısında, “IMF’nin geçen yıl mayıs ayından bu yana Türkiye’nin önüne yeni maddeler getirdiğini, bu noktalara cevaplar verilmesine rağmen hâlâ bunların farklı biçimlerde önlerine geldiğini” söyledi.
Önceki gün, IMF yetkilileri, “müzakerelerin önümüzdeki haftalarda devam edeceğini” açıklamışlardı. Bu açıklamadan sonra Başbakan Erdoğan 10 günlük bir aradan söz etti. Bu arada Türkiye’deki IMF heyetinin ABD’ye döndüğü duyuldu. Son olarak da Davos’ta bulunan Merkez Bankası Başkanı CNBC-e’de yayımlanan söyleşide Servet Yıldırım’ın sorusu üzerine, “IMF müzakerelerinin ertelenmesinden haberinin olmadığını” belirtti.
Görülüyor ki IMF ile ilişkiler tam anlamıyla bir “Pehlivan tefrikasına dönmüş durumdadır... On aydır süren bir güreş var. Sonucu belli değil. Uzadıkça uzuyor. İzleyenlere gına geldi.
Uzadıkça risk büyüyor
IMF ile anlaşma imzalayan başka ülkeler kısa sürede anlaşabilirken, Türkiye’nin müzakerelerinin on ay sürmesinin bir nedeni olmalıdır.
- Acaba bizim sorunlarımız başka ülkelerinin sorunlarından daha mı ciddi?
Anadolu’da, “Düğüne yetişmeyen kınayı sen al da ayağına çal” derler. İşte o biçim. IMF ile neden anlaşma imzalamaya çabalıyoruz? Çünkü, böyle bir anlaşmayla, kriz rüzgârının tesirinden kurtulma arayışındayız. Kriz rüzgârı ortalığı altüst ettikten sonra yapılan IMF anlaşmasını ne yapacağız?
IMF ile anlaşınca ekonomi güllük gülistanlık olmayacak, bütün sorunlarımız sona ermeyecek ama... IMF ile anlaşma masasına oturduktan sonra bir türlü anlaşamayan bir ülke görünümü sergilememiz, krizin tahribatının iki misline, üç misline çıkmasına yol açacak... Açıyor.
Hükümet önce IMF’yi çağırıp çağırmama tereddüdüyle vakit harcadı. IMF’yi çağırdı. Ama bu defa da müzakereler uzadıkça uzadı.
Başka ülkeler IMF’yle masaya oturduktan sonra kısa sürede anlaşmayı imzalayarak parayı aldıkları halde Türkiye neden bir türlü anlaşamaz? Neden anlaşmalar uzar?
Beceriksizlikten...
- Ya Türkiye’nin durumu çok hem de pek çok kötü. IMF desteğiyle bile ayağa kalkması imkânsız.
İsrail’in en büyük bankası Bank Hapoalim 4 yıldır Türkiye’de bir “yatırım bankası” işletiyordu. Yatırım bankaları kredi verebiliyor ama mevduat toplayamıyor. Bank Hapoalim, satışa çıkarılan, Portekizlilere ait “Millenium Bank”ı satın almak üzere.
Bank Millennium’un ise mevduat toplama hakkı var. Böylece İsrail’in en büyük bankası, Bank Pozitif‘in şube sayısını artırarak Türkiye’de mevduat toplayacak.
Konuya yabancı olanlar için çok karışık bir iş. Ama basitleştirerek anlatayım.
İsrail’in en büyük bankası Bank Hapoalim 1929 yılında “World Zionist Organization” (Dünya Siyonist Örgütü) tarafından kuruldu. ABD, Kanada, İsviçre, Lüksemburg, Güney Afrika ve de Cayman Adaları’nda şubeleri var. 1983 krizinde devletleştirildi. 1996 yılında, başında Ted Arison’un olduğu bir işadamları grubuna satıldı. Şimdilerde bankayı başında Shari Arison’un bulunduğu Arison Holding kontrol ediyor.
Bank Hapoalim 2005 yılında Türkiye’de “yatırım bankası statüsüne sahip” (mevduat toplama yetkisi olmayan) “C Kredi ve Kalkınma Bankası”nı satın aldı. Bankanın ismini Bank Pozitif olarak değiştirdi. Bu bankanın halen 15 şubesi, 333 çalışanı var.
Sahibi devamlı değişiyor
Bank Hapoalim’in satın aldığı
Krizden olumsuz etkilenenler hükümetin eline bakıyor. Kimileri vergi indirimi, kimileri doğrudan destek istiyor. Kısaca herkes hükümetten para istiyor. Ama almadan vermek sadece tanrıya mahsustur. Bir yerlerden alacak ki verebilsin.
Şu anda hükümetin elinde para yok. 2008 16.3 milyar TL nakit açığıyla kapatıldı. 2009’da hükümetin vergi gelirleri düşüyor, özelleştirme geliri gibi vergi dışı gelirleri olamayacak. Tek çare borçlanmak. 2009’da bütçe açık verecek. Açığı kapatmak için hükümet içeriden borçlanacak. Dışarıdan da dolar olarak borçlanacak. Dolarları TL’ye çevirerek harcayacak.
Giderleri kısmak kolay değil
Bütçe açığı ve borçlanma konuları gündeme geldiğinde, “Hükümet bütçe giderlerini kıssın” denilir. Sayın R.T. Erdoğan’ın anlatımı ile “Bekâra karı boşamak kolay gelir” ama kazın ayağı öyle değildir.
Bizim bütçenin yüzde 25’i personel maaşlarına, yüzde 25’i faize gider. Kalır diğer yarısı. Sosyal güvenlik kurumları açıkları, mahalli idarelere yardım, hastanelere ilaç, röntgen, okullara defter kalem falan der iken, yatırım yapacak kadar bile para kalmaz. Kısılsa kısılsa ‘Devlet Büyükleri’ne alınacak Mercedes’lerin masrafı var. O da açığı kapamaz!
2007’de bütçe
Sıtkı Usta diyor ki, “Krize fena yakalandım. Sigortalı çalışan 4 işçimin ücretini ödüyorum ama, sigorta ve vergilerini ödeyemiyorum... Allah krize borçlu girenlere yardım etsin. Sanatçı olmak başka, alıp satmak başka... Ben krize borçlu yakalandım. Karımın otonobilini ve bir dairemi sattım Özsermayem gitti. Gene de sigorta ve maliye borcum var. Mecburiyetten şehirdeki dükkanımı satarak, kiraya çıkmaktan başka çare bulamıyorum...
Bu krizde darbe üzerine darbe geldi. Eskişehir Kütahya yolu üzerinde Sofça Köyü’nde bir çini satış dükkanım vardı. 25 yıldır yoldan gelip geçen turiste çini satıyordum. Köy sınırı içinde. Tapusu var. Maliye’ye kayıtlı. İşletme ruhsatı yok diyerek valilik dükkanı mühürledi.
Şimdilerde Türkiye’de şehir şehir dolaşıp ürettiğim çinileri satmaktan başka çarem kalmadı. Çini satacağım ki, çalışanların ücretlerinden başka sigorta ve vergi paralarını da ödeyebileyim.”
Sıtkı Olçar, ürettiği “Kütahya Çinileri” ile ünlenen bir sanatçı. Anadan doğma değil, sonradan olma bir çini sanatçısı. Kütahya’da termik santralda işçilik yaparken, akşamları çini satmaya başlamış. Çinilerini sattığı ustalar, onun istediği tür çini yapmamakta, alışılmışın dışına çıkmakta
Genç bir kadının zor dönemde 2 yıl TÜSİAD başkanlığını başarıyla taşıması önemlidir. İki yıllık görev süresi tamamlandıkdan sonra başarısı nedeniyle başkanlık süresinin 2 yıl daha uzatılmasını kabul etmesi, bir özveridir.
TÜSİAD Başkanlığına seçilmek onur verici bir gelişmedir ama, TÜSİAD Başkanlığı bir “yakan top”tur. Ne kadar başarılı olunur ise olunsun, “Ne İsa’yı ve ne de Musa’yı” mutlu etmek imkânı vardır. Üyelerin bekleyişi başka, TÜSİAD’ın muhatabı hükümetin bekleyişi başkadır.
Şimdilerde TÜSİAD başkanlığı tam gün çalışmayı gerektiren bir görev haline geldi. TÜSİAD Yönetim Kurulu’nda görev alanlar, zamanlarının büyük kısmını dernek faaliyetine ayırmak zorunda.
TÜSİAD’a geçen yıl 41 katılım olmuş. Üye sayısı 578’e yükselmiş. Bu saygın işadamları derneğine üye olmak da zor, üyeliği sürdürmek de zor. 2009 Yılında her üye yılda 19.500 TL üyelik payı ödeyecek. TÜSİAD’ın genel sekreter yönetimindeki profesyonel kadrosunda yurtdışında ve yurtiçinde 56 çalışanı var. Derneğin, Ankara’da, Washington’da, Brüksel’de temsilcilikleri, Berlin’de Paris’te, Pekin’de büroları var.
Faaliyet alanı genişledi
TÜSAİD’ın 2008 yılı çalışmalarını anlatan büyük boy yayın tam 214 sayfa. Bu
Türk halkı, Türk işadamı krizi “döviz fiyatı”na bakarak izliyor. Dolar fiyatının kriz döneminde 1.20 TL’den yola çıkarak 1.70’lere kadar gidip geldikten sonra 1.50 TL dolayına oturması normaldir.
Dolar fiyatının konjonktüre bağlı olarak 1.50’nin üzerine çıkıp inmesi normaldir.
Ama dolar fiyatının şu günlerde 1.65 TL’ye oturur görünüm vermesi “olağandışı” bir gelişmedir. Eğer kısa sürede 1.65 TL’den aşağıya iniş görülmezse, halk da, işadamları da (ve de piyasa denilen görünmez güç de) “sinirlenmeye başlar”. Gelecek hakkındaki şüpheler artar. İstikrar beklerken, istikrarsızlık derinleşir. “Eyvah... Bu dolar daha nerelere kadar yükselecek?” korkusu ortalığa yayılır.
İşadamı heyetiyle Mısır’a giden Devlet Bakanı Tüzmen’in doların artık 1.65-1.66 TL’ye oturduğunu, kurda yeni bir denge oluştuğunu, bu dengeye herkesin kendisini alıştırması gerektiğini söylemesi yanlış olmuştur.
Bu açıklamayı halk, işadamları ve piyasa, hükümetin denge kuru olarak 1.65-166 TL’yi kabul ettiği şeklinde değerlendirecektir.
Bu fiyatın tutturulamaması halinde, ekonominin hükümetin kontrolünden çıktığına inanılmaya başlanacaktır.