Nasıl ki faiz yükselince döviz ucuzluyorsa, faiz inince dövizin pahalanması da normal... Geliniz görünüz ki, son iki gündür dolar fiyatı “kâfinin de ötesinde” tırmanışa geçti. Adeta çıldırdı.
Bu “kâfinin ötesinde” tırmanışın ana nedeni döviz piyasasının sığ olması. Açık anlatımıyla, piyasada alım satım konusu döviz miktarının az olması. Piyasaya 100 milyon dolar döviz girince dolar ucuzluyor. Birileri 100 milyon dolar döviz alınca döviz fiyatı tırmanışa geçiyor.
Son günlerde ne oldu?
- Merkez Bankası faizi indirdi. Bankalar mevduat faizini indirdi.
(1) Merkez Bankası gecelik faizi yüzde 15’ten 13’e indirdi. Yabancıların çoğu TL’ye dönüştürdükleri sıcak paralarını gecelik repoda tutuyordu. Vergiden sonra yüzde 13 faizin neti enflasyon çizgisine yaklaştı. Faizin cazibesi azaldı. Kara bıyıklı ve bıyıksız yabancının sıcak parası TL’den dövize dönmeye başladı. (Özellikle Türkiye’den henüz tamamen çıkmamış “hedge fonlar”ın bu kargaşada TL’den çözüldükleri belirtiliyor.)
(2) Bono faizlerinin aşağıya inmesiyle, faiz yüksek iken bonoya yatırım yapan yabancıların elindeki kâğıtların değeri arttı. Bazı yabancılar bu kâğıtları (bonoları) satmaya ve dövize dönmeye başladı. Buna kâr
Obama, bugün, 1862 yılında Amerikalı siyahların köleliğine son veren bildiriyi imzalayan eski Başkan Abraham Lincoln’ün dev heykeli önünde yemin ederek 44’üncü başkan olarak göreve başlayacak.
Pazar günü, Washington’daki Abraham Lincoln anıtı önünde düzenlenen bir başka tören vardı. Anıtın önündeki parkı dolduran binlerce Amerikalı, 2 saat süren bir “ön kutlama” programını izledi. Bu program TV’de yayımlandı.
Programda iki konuya vurgu yapıldı. (1) Milli Birlik (2) Asker. Çünkü bugün ABD’de devletin temelinde milliyetçilik ve militarizm var. Tören boyunca, bayraklar dalgalandı, askerler sahneye çıktı, indi.
Tören boyunca yapılan kısa konuşmalarda aynı konular vurgulandı: (1) Ortak hedefler (2) Ortak dil.
Ekonominin önceliği
Program, Pete Seagel’in seslendirdiği, töreni izleyenlerin iştirak ettiği “Bu toprak Kaliforniya’dan New York’a bizim toprağımız” (This land is my land/This land is your land/ From California to the NY Island) şarkısıyla (Türkçesi: Bu ülke Edirne’den Ardahan’a bizim ülkemiz şarkısıyla) sona erdi.
Türkiye İş Kurumu’nun (İŞKUR) verilerine göre İŞKUR’a kaydını yaptıran ve iş arayanların sayısı 1 milyon 147 bin 363 kişi. Sadece cuma günü kayıdını yaptıran işsiz sayısı, 3 bin 729 kişi. Ocak ayının ilk 12 gününde işini kaybettiği için kuruma 30 bin kişi başvurmuş.
Geçen ay 59 bin, ondan önceki ay 49 bin kişi işsizlik başvurusu yapmış.
Bunlar İŞKUR’un yolunu bilenler. Kapısını çalabilenler. Ya İŞKUR hakkında bilgisi ve İŞKUR’a ulaşabilecek kadar mecali olmayanlar ne durumda?
Bir gerçek var... Talep uyanmadan, üretim başlamadan işsizlere yeni iş imkânı yaratmak imkansız. Ama bu demek değil ki işini kaybedenleri sokakta bırakacağız. İnsan olana, bu duruma çare üretmek yaraşır. İşsizleri aç ve muhtaç bırakmamak sosyal sorumluluk ve insanlık gereğidir.
İmkân yok, demeyiniz. Çünkü imkân var... Olmayan imkân da yaratılır.
Kaynak yok, demeyiniz. Kaynak da var. Koskoca bir İşsizlik Sigortası Fonu var. Bu fonda 38 milyar TL para var. Bu para işte bugünler için biriktirildi.
Bugüne kadar herkesin gözü bu fonda idi. Bu fondaki paraları nasıl ele geçiririz yarışı vardı... Şimdi insanlarımız işsiz ve işsizler açken, biz bu fonu kullanmayıp da ne zaman kullanacağız? Fondaki paraları
“İmkânsız Periler" adını taşıyan bir kitap yayınlandı. (Doğan Kitap, Aralık 2008, 10 TL) Nurdan Tümbek Tekeoğlu'nun liderliğinde bir araştırmacılar grubu, ülkenin değişik bölgelerinde "Baba Beni Okula Gönder" programının imkânlarıyla eğitim gören öğrencilerle görüştü. Bu program kapsamında yapılan okulların, öğrenci yurtlarının, verilen bursların özellikle genç kızlarımızın hayatını nasıl değiştirdiğini ortaya koyan "gerçek hayat hikayeleri"ni derledi. Kitabın satışından elde edilen gelir, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne bağışlanacak. Bu imkânlar Dr. Türkan Saylan'ın önderliğinde tekrar burs haline dönüşecek. Daha çok kızımız bu paralarla okuyacak.
"Baba Beni Okula Gönder" programı sayesinde, 3 yılda 10 okul, 28 yurt binası inşa edildi. 7 bin 156 öğrenci burs alıyor. Bu bursların 1000'ini Metro Grubu, 500’ünü Petrol Ofis, 300’ünü Siemens, kalanını diğer bağışçılar sağlıyor. Yılda 400 TL bağış yapan bir kız çocuğunun daha okula gitmesine imkân veriyor.
100 kızımızın 63’ü okuyor
Vehbi Koç, Ankara'da öğrenci yurdu inşa ettirinceye ve de Türk Eğitim Vakfı şemsiyesi altında burs programlarını başlatıncaya kadar kamuoyu yurt ve burs konusuna yabancı idi. Hayırseverler
Hafta sonu gazetelerde yayımlanan, işçi (eleman) arayan firmaların ilanları moralimi yükseltti. Ekonominin geleceği hakkındaki iyimser beklentilerimi güçlendirdi.
Gazetelerin hafta sonları yayımladıkları “İnsan Kaynakları” eklerinin sayfa sayıları azaldı. İşçi (eleman) arayan ilanlar eskisi kadar çok değil. Ama gene de azımsanamayacak kadar ilan yayımlanıyor. İşi kötü olan, gelecekten ümidini kesen, batmak üzere olan hiçbir işveren işçi (eleman) almaz. Eleman almak için para ödeyerek gazeteye ilan vermez.
Düz işçi veya “her işi yapabilen” eleman değil, belli konularda ihtisaslaşmış eleman aranıyor.
Giyim eşyası pazarlaması için pazarlama ve stok yönetimini bilen genel müdür yardımcısı, yatırım ve kiralama müdürü, kalite kontrol sorumlusu aranıyor. İlaç sektörü ve sağlık sektörü çok sayıda eleman arıyor. Anadolu’da kurulu yeni sanayi tesislerine genel müdür, mühendis ve ustalar aranıyor. Teknikerler, teknisyenler aranıyor. Tasarımcılar, servis sorumluları aranıyor.
Bir gazetenin insan kaynakları ekinde 104 eleman ilanı yayımlanmıştı. Bu ilanlarda uzmanlık alanı belirtilerek “aranan eleman”ların sayılarını belirlemeye çalıştım... Sayabildiğim kadarıyla, 600’ün üzerinde
IMF ile bir anlaşma olacak da... Nasıl bir anlaşma olacağı belli değil. Daha da önemlisi, IMF’den beklentiler değişti.
1) Kriz rüzgârları esmeye başladığında, IMF’siz olamaz korkusu vardı
Kriz rüzgârına, büyük cari açık (döviz açığı) sorunu altında ezilirken yakalandık. Cari açığı kapatacak kadar döviz bulamamaktan ve de (1) Bankaların (2) Özel sektörün büyük döviz borçlarını döndürememekten korktuk.
Dolara artan talep nedeniyle dolar fiyatının 1.70 TL’nin üzerine çıkabileceği endişesine kapıldık.
İşte bu korku ve endişeyle, “IMF’siz olamaz... Bir an önce IMF’den döviz desteği gelmezse yanarız, biteriz” havası yayıldı.
Büyük sermaye çevreleri ile bankalar ve de iktisatçıların büyük bölümü “IMF ile daha önce anlaşmamakta hata ettik. Bir an önce IMF ile anlaşalım da IMF döviz göndersin. Dövize hücum dursun. Bu dövizle piyasa rahatlasın. Bankalar ve özel sektör, vadesi gelen döviz borçlarını ödemekte zorlanmasın. Çünkü mevcut döviz kredilerini çevirme şansımız yok” diye düşünüyordu.
IMF ile anlaşma uzadıkça da büyük sermaye çevreleri (onların sözcüsü TÜSİAD ve TOBB ile odalar) ve de bankalar huzursuz oluyordu.
Son aylardaki krize rağmen 2008 yılının cari açık (döviz açığı) finansmanının kazasız belasız tamamlandığı anlaşılıyor. Şimdilik ilk 11 aylık rakamlar açıklandı ama, anlaşıldığı kadarıyla aralık ayı da şöyle veya böyle sorunsuz atlatıldı.
Kriz rüzgârında döviz giderlerinin azalması finasman sorununun çıkmasını önledi.
Bu demek değildir ki, “Cari açık/Döviz açığı” artık sorun teşkil etmiyor. Hâlâ, “Cari açık/Döviz açığı” hazmedilemez boyutta. Sevinilecek olan, sadece şöyle veya böyle açığın finanse edilebilmesidir.
2008 yılının ilk 11 ayında 38.8 milyar dolar döviz açığı verdik. Kriz rüzgarının etkisin de ithalatdaki yavaşlama sonucu ithalat faturamız küçüldü ama, ihracatda da artış hızı düştü. İşte bu nedenle kriz rüzgârına rağmen 2008 yılı döviz açığı, 2008 yılının aynı döneminde gerçekleşen 33 milyar dolarlık açığın üzerinde.
Böyle gidemez
2008 yılının ilk 11 ayında 38.8 milyar dolar döviz açığına karşılık “sermaye hareketi” ile dışarıdan içeriye net olarak 39.2 milyar dolar girdi. İşte bu sayede döviz rezervi azalmıyor. Artıyor. İşte bu nedenle döviz fiyatı (korkulan ölçüde) tırmanışa geçmedi. Geçmiyor.
2008 Aralık’ta imalat sanayiinde (üretime göre) kapasite kullanım oranı yüzde 64.7 oldu. Halbuki 2007 Aralık’ta yüzde 81.1’di. Demek ki geçen aralık ayına göre, bu aralıkta imalat sanayiinde kapasite kullanımında yüzde 25 dolayında bir gerileme var.
Kapasite kullanımındaki gerileme demek, mevcut makinelerin daha az üretim yapması demektir.
Bir makine 100 birim üretim yapacak güçte imal edilmişse, ve de bu makineyi işletenler 100 birim üretim gerçekleştiriyorsa, bu durumda “Kapasite yüzde 100 kullanılıyor” demektir.
Genelde makineler “Yüzde 100 kapasite“ ile çalıştırılamaz. Bazen talep olmaz. Bazen enerji bulunamaz. Bazen kredi sorunu yaşanır. Bazen hammadde yetersizliği gündeme gelir.
Üretim iştir, aştır
Bizde imalat sanayiindeki makineler ortalama yüzde 80 dolayında kapasiteyle çalışır.