Fiyat artışlarında önemli olan, yıllık ortalama artış oranıdır. Yıllık (geçmiş 12 aylık) fiyat artış oranları, tüketici fiyatlarında yüzde 8.11, üretici fiyatlarında yüzde 4.09 olarak gerçekleşti. Eğer yıl sonuna kadar aylık fiyat artışları normal çizgiye inerse, yıllık fiyat artışı hedef alınan oranın yakınlarında bir rakama oturabilir.Doğmamış çocuğa pantolon dikmek yerine, nisan ayında fiyatların beklenenin üzerine çıkmasının nedenini araştırmakta yarar vardır.Nisanda üretimde arzda gerileme yok. Maaşlar, ücretler artmadı. Merkez Bankası piyasaya para salmadı. Hükümet harcamalarını artırmadı. Ücretler artmadı. Sadece petrol, doğalgazda artış görüldü.Nisanda beklenenin üzerinde yüzde 1.94 olarak gerçekleşen üretici fiyatlarındaki artış, tarım ve sanayi ürünlerindeki farklı artışın ortalamasıdır. Tarımda üretici fiyatları nisanda yüzde 2.29, sanayide yüzde 1.85 arttı. Sanayi ürünlerinde genel fiyat artışının ardında, petrol fiyatında görülen yüzde 18.82 artış ile elektrik ve gaz fiyatlarındaki yüzde 9.04 oranındaki artıştır. Nisan ayında tüketici ve üretici fiyatlarındaki artışın beklenenin üzerinde çıkması kaygı yarattı. 2006 yılı sonunda tüketici ve üretici fiyatlarındaki
"Eyvah... IMF ile ipimizi koparırsak, ipsiz-sapsız ne yaparız?" endişesi yayılmaya başladı.Hükümet üyeleri "Yok öyle şey" diyerek yüreklere su serpme yarışına girdi.Acaba, Türkiye IMF ile ipleri koparırsa, durum, "Bundan iyi mi olur, yoksa çok daha kötü mü olur?"Biz 1961 yılından bu yana 45 yıldır IMF'ye bir bağlanıyoruz, bir çözülüyoruz. Yirmi anlaşma yaptık. Çoğunun süresi tamamlanmadan anlaşmalar rafa kalktı.Şimdi IMF rüzgârını arkamıza aldığımız için işlerin düzeldiğini, düzelmekte olduğunu, "gidişatın iyi olduğunu" düşünüyoruz. Gidişat iyi de... Durum kötü.(1) Enflasyonda hedef bir yıl sonra fiyat artışını yüzde 5'e indirmek ama, Hazine hâlâ yüzde 14 dolayında faizle borçlanabiliyor. Reel faiz, dünyanın başka bölgelerindeki faize göre yüksek. Başbakanımız IMF'ye borcumuzu ödeyebileceğimizden söz edince "yürekler hopladı." (2) Kamu sektörü içeride hâlâ kısa vadeyle borçlanabiliyor. Başka ülkelerde devlet 18 yıllık tahvil satarken, bizde devlet 18 ay vadeyle borç buluyor. Bu da bir kırılganlıktır deniliyor.(3) Ucuz döviz nedeniyle ihracat artış hızı düşerken, ithalat artışı hızlanıyor. Ucuz ithalat tarımda, sanayide üretim yapısını çökertiyor.(4) Cari açık (döviz açığı)
Örneğin, "yaşamımızın çağdaş şirket tarafından biçimlendirildiğini, hükümetin de büyük ölçüde şirketlerce yönetildiğini, güvenden yoksun bir çağda yaşadığımızı ve şirketin bu güvensizliğin ana kaynaklarından biri olduğunu" söylerdi.Aytekin Yılmaz, "Yarın Forumu"nda, Galbraith'in bu ilgi çekici değerlemesini şöyle özetliyor: "Galbraith'e göre şirket, içinde seks olmayan bir sevgi ilişkisi gibidir. Klasik anlayışta şirket, emirlerin tepeden aşağı iletildiği bir yapı ve hiyerarşi dizisi şeklinde varsayılırken gerçekte iç içe geçmiş daireleri andırmaktadır. Galbraith'e göre bugün dünya çapında mal üreten büyük şirketlerin en önemli çabası, ulusal özellikleri asgariye indirerek tüm sanayileşmiş ülkeleri tek tip ülkeler durumuna getirmektir. Bu bir gerginlik oluşturmakta (...) demokrasiyi de zedelemektedir.Şirkette katılımı inceleyen Galbraith, şirket yönetimine işçi ve tüketici temsilcilerinin katılmasıyla, halkın ve hisse sahiplerinin yönetim kuruluna sokulmasının pek etkili olmayacağını (...) belirtmektedir. Bugün hisse senedi sahipleri şirket yönetiminde pek etkili değildir. Şirket büyüdükçe bu etki daha da azalmakta sermaye sahiplerinin yetkileri kaybolmakta, profesyonel
Görüyorsunuz ki, "Düşmez kalkmaz bir Allah !" Koskoca dünya lideri ABD'nin parası bile sık sık düşüyor. Düşüyor da sonra gene kalkıyor. Düştüğü yerde kalmıyor.Bundan kim yararlanıyor? Bundan para spekülatörleri yararlanıyor.Perdenin arkasında ne var? Geçmişi unutalım. Şimdilerde dolar neden düşüyor? ABD'de faiz oranlarının yükselmesi dolara güç katıyor. Dolar faizi yükselince dolara talep artıyor. O zaman dolar fiyatı artıyor. ABD Merkez Bankası Başkanı, bundan sonra faiz oranlarının artırılmayacağının işaretini verdi. Telaşlanmaya gerek yok. Dolar bu... Bugün düşer, yarın kalkar... Bir ara dolar o kadar düştü ki... 1 euro karşılığı 1.36 dolar veriliyordu. Derken dolar ayağa kalktı. Güçlendi. Bir ay önce bir euro karşılığı 1.18 dolar verilir oldu. Dün dolar gene düştü. Zayıfladı. 1 euro karşılığı 1.26 dolar oldu. Buna karşılık AB ülkelerinin faiz oranlarının artırma ihtimalinden söz ediliyor. İşte bu dolara talebi gevşeten, euroya ilgiyi artıran bir neden. Ama tek neden değil, çünkü başka nedenler var.ABD'de enflasyon oranı, işsizlik ve iç talep göstergeleri gibi göstergeler iyi görüntü veriyor. Bu göstergelere göre ABD ekonomisi iyi durumda. Ama ABD'nin bütçe açığında ve de dış
Koç grubu yılda 210 bin ton vasıflı çelik üretmek üzere bir proje hazırladı. 1975 Ağustos ayında teşvik belgesi aldı. Kurduğu şirketin yüzde 30 sermaye payını halka sattı. Dünya Bankası'nın yan kuruluşu olan IFC'den (Uluslararası Finansman Kurumu) dış kredi aldı. 1977 Ocak ayında Orhangazi'de temel atıldı. 1979 Mayıs ayında çelik üretimi başladı.Koç grubu bu proje için yurtdışından 55 milyon dolar kredi temin etmişti. O zamanlar 1 ABD doları 14 TL idi. Asil Çelik için o günün parasıyla 3 milyar 700 milyon Türk lirası harcanmıştı. Bursa/Orhangazi'de sanayi kuruluşlarını gezdim. Gezdiğim sanayi kuruluşlarının biri de Asil Çelik idi. Asil Çelik fabrikasını daha önce 1979 yılında rahmetli Vehbi Koç ile de gezmiştim. Asil Çelik'in çok ilginç bir hikâyesi vardır. Koç grubu dolar başı 14 TL'den, 55 milyon dolar karşılığı toplam 770 milyon TL borç altına girdiğini sanıyordu. 1982 yılında ABD doları 185 liraya çıktı. Kur garantisi olmadığı için, holdingin 55 milyon dolarlık borcunun TL karşılığı 770 milyon TL'den, 10 milyar 175 milyon TL'ye fırladı.Koç grubu paniğe kapıldı. Devletten yardım istedi. Zamanın hükümetinin kararıyla Koç grubunun hisselerini 2 milyar TL'ye Ziraat Bankası satın
Mustafa Kemal'in Bursa'yı ziyaretinde (16-29 Ekim 1922) Bursalılar Çekirge'deki köşkü armağan ederler. Atatürk, daha sonraları, bu köşkün yanındaki arsaya Bursa'ya yaraşır bir otel yapılmasını, inşaat için gerekli paranın büyük kısmını da kendisinin karşılayacağını söyler.Beyoğlu'ndaki St. Antuan Kilisesi'nin ve Karaköy'deki YKB binasının da mimarı olan İtalyan asıllı Giulio Mongeri ile yardımcısı Hüsnü Tümer'in çizdikleri proje ile yapılan otel 26 Temmuz 1935'te işletmeye açılır.17 dönüm arazi üzerinde 15 bin metrekare kapalı alana sahip otelin 173 odası var. Bu ana binanın arkasına 1989 yılında 241 oda eklemek için inşaata başlandı. Bitirilemedi. Çelik Palas Oteli Bursa'nın simgelerinden biridir. Engin Yenal'ın "Bir Masaldı Bursa" (YKB Yayını 1996) isimli kitabında Çelik Palas'ın hikâyesi anlatılır. Şimdilerde Emekli Sandığı'nın mülkiyetinde olan otel, Özelleştirme İdaresi tarafından satışa çıkarıldı. Yerli, yabancı kim parayı verir ise sahibi olacak.Ben Çelik Palas'ın hayranıyım. 1935 yılından bu yana korunan "art-deco" mobilyaları ile, odaları ve salonları ile bu otel tarihi bir eserdir. Bursa'da yeni oteller var. Ama Çelik Palas'ı farklı yapan "değişmeyen, özgün dekoru"dur.
Koza Han'a Bursa ipeği satan dükkânları dolaşmak, ipekçilerle sohbet etmek niyetiyle gidiyorum. İkinci kata çıktım. Başladım Bursa ipeklisi satan dükkân aramaya... Ne mümkün? Dükkânların hemen tamamı, eşarp, suni ipekten dokunmuş şal, örtü, orlon ve kaşmir atkı satıyor.Küçük dükkân haline getirilmiş. Küçüklü büyüklü han sahipleri, kapının önündeki iskemlelere oturmuş, müşteri bekliyor. Cuma günü öğle vakti Ulucami'den çıktım. Ulucami'nin hemen arkasındaki geniş alana oturan Koza Han'a girdim. 1492 yılında 2. Beyazıt tarafından İstanbul'daki cami ve medreselere gelir sağlamak amacıyla yaptırılan bu han iki katlı. Kesme taştan yapılmış. Revak kısmında 40 kubbesi, üst katta 50, alt katta 35 odası var. Orta avlu çok geniş. Avlunun ortasında da, iki katlı, kubbeli, kesme taştan yapılmış nefis bir mescidi var. Küçük bir dükkânın önünde bir hanım ile bir genç kız oturuyor. Selamlaştık. Yanlarındaki iskemleye iliştim.Hanım "anne", yanındaki "kızı" imiş. Kızı liseyi bitirmiş. Ana kız dükkânı çalıştırıyorlarmış... Hanım, "Bugün siftah etmedik... İşler çok kötü..." dedi. Ve de anlattı. "Fiyatlar düştü. Düştü ama insanlarda alışveriş yapacak para yok. Çok kişi, otomobil kredisi, konut kredisi
Nüfusumuz 72 milyon. 15 yaş üstü nüfusumuz 51 milyon. İşgücümüz (çalışmaya hazır nüfusumuz) 23.6 milyon. Çalışanlar (istihdam edilenler) 20.8 milyon. İşsizler (iş arayıp da bulamayanlar, çalışmaya hazır olanlar) 2.8 milyon.İşsizlerin, çalışanlara (istihdam edilenlere) oranı (ki, buna işsizlik oranı deniliyor) yüzde 11.8. Bu oran geçen yıl yüzde 11.5 idi. Demek ki, işsizlik oranı artıyor.Nüfusumuz 72 milyon, çalışmaya hazır nüfusumuz 23.6 milyon. Demek ki, nüfusumuzun sadece yüzde 46.1'i işgücüne katılmaya hazır. Halbuki bu oran AB ülkelerinde yüzde 60-64. Açık anlatımıyla, bizim nüfusumuzun çok azı çalışmaya hazır. AB ülkelerindeki gibi nüfusumuzun yüzde 60'ı çalışmaya hazır olsa, işsizlik oranı o zaman inanılamaz boyuta çıkacak. 1997 yılında 100 olan nüfusumuz 2005 yılı sonunda 112.5 oldu. Ama 1997 yılında 100 olan istihdam (çalışan insan sayımız) 2005 yılı sonunda 108.5'a çıkabildi. Neden bu böyle? Çünkü her şeyin başı üretim. Üreteceksiniz ki iş arayan iş bulabilsin. Üreteceksiniz ki, insanların geliri, refahı artabilsin. Ülke hem ekonomik hem sosyal bakımdan gelişebilsin. Güç kazansın. Saygınlık kazansın.İşsiz sayısı artıyor. İnsanlar iş ve aş bekliyor... İyi de... Bu