Yatırım deyimi çok karışık bir deyim. Ülke için önemli olan yatırım, sabit sermaye (fabrika) yatırımı. Konut yatırımı da önemli ama konut üretken yatırım değil.Makine ve teçhizat yatırımıysa üretken yatırım. Bu nedenle her yıl milli gelirin ne kadarının yatırıma ayrıldığı, yatırıma ayrılan paranın ne kadarının makine ve teçhizat yatırımına gittiği çok hem de pek çok önemli.Sabit fiyatlarla milli gelirin harcama kalemlerini gösteren rakamlara göre 2004'de toplam harcamaların yüzde 23.9'u, 2005 yılında yüzde 27.6'sı sabit sermaye yatırımına gitti. 2005'te ürettiğimiz mal ve hizmetlerin parasal (katma) değeri (milli gelirimiz) 360.8 milyar dolar. Daha çok üretmek, daha çok gelir elde etmek, daha çok insana iş bulmak, daha çok aş yaratmak için elde ettiğimiz gelirin (imkân ölçüsünde) daha büyük bölümünü yatırıma yönlendirmek zorundayız. Sabit sermaye yatırımları (sabit fiyatlarla) 2004'de yüzde 32.4, 2005 yılında yüzde 24.0 oranında arttı. Ben olan biteni basitleştirmek için yıl ortası ortalama döviz kuruyla rakamları dolara çevirdim. 2004'de kamu ve özel sektörün toplam yatırım harcaması 53.3 milyar dolar, 2005'te 70.6 milyar dolar. Makine ve teçhizat için 2004 yılındaki harcama
Sanayileşmiş ülkelerde bu rakam 30-40 bin dolar dolayında. Bizim de bu rakama ulaşabilmemizin tek yolu var: Daha çok üreteceğiz. Daha çok üreteceğiz ki, gelirimiz artsın. İşsiz sayısı azalsın. Okuyucularım soruyor: 2002 yılından bu yana üst üste yüzde 7.8 / 5.9 / 9.9 / 7.6 oranlarında büyüdük. Kişi başı gelir 5.008 dolar oldu. Neden bu gelişmeyi halkımız hissedemiyor? TÜİK 2005 yılında kişi başı gelirin 4.172 dolardan yüzde 20 artışla 5.008 dolara yükseldiğini açıkladı. Ekonomi yüzde 7.6 büyürken, kişi başı gelir dolar olarak nasıl olur da yüzde 20 büyür? Anlatayım: 2005 yılında ürettiğimiz mal ve hizmetlerin parasal (katma) değeri (yani milli gelirimiz) 486.4 milyar YTL olarak hesaplandı. Yıl ortalaması dolar kuru 1.35 YTL hesabıyla bu rakam dolara dönüştürülünce 360.8 milyar dolar ediyor. Bu rakam nüfusa (72 milyon) bölündü. Böylece ortalama kişi başı gelir rakamı olarak 5.008 dolar elde edildi.Enflasyonun fiyatlardaki etkisini ve de dolar fiyatındaki değişmeyi yok etmek için milli gelir TL "sabit fiyat" ile hesaplanır. Her yılın fiyatı 1987 fiyatına dönüştürülür. 1987 yılı fiyatı ile 2004 yılı milli geliri 135.3 milyon YTL idi. 2005 yılı milli geliri 145.6 milyon YTL olarak
TÜİK büyümeyi üçer aylık dönemlerle izleyerek tahminler yayımlıyor. Birinci, ikinci, üçüncü üçer aylık tahminlere göre yıllık büyüme yüzde 5 dolayında kalacaktı. TÜİK yılın üç aylık dönemlerine ait olarak daha önceki tahminlerini, büyüme hızlarını revize etti. Düzeltti. Yükseltti. Dördüncü üç aylık büyüme rakamları da yüksek belirlendi.Böylece 2005 yılında beklenenin üzerinde büyüdüğümüz ortaya çıktı. Gerçekten bu kadar büyüdük mü, büyümedik mi tartışmasına girmeden hatırlatalım ki, bu "yıl sonu düzeltmesi" iyi olmamıştır. Çünkü hükümet ilk üç çeyreğindeki (düzeltilmemiş) büyüme rakamlarına inanarak, bunlara dayalı olarak 2006 yılı dengelerini kurdu yüzde 5 büyümeye göre bütçe hazırladı. Yatırım programını yaptı.Yüzde 5, yüzde 5.5 büyüme beklenirken ülke yüzde 7.6 oranında büyümüş olabilir mi? Olabilir. Hükümetimiz, Devlet Planlama Teşkilatı, iktisatçılar 2005 yılında yüzde 5 veya yüzde 5.5 büyüme gerçekleştiğini tahmin ederken, nasıl oldu da DİE (yeni adıyla Türkiye İstatistik Kurumu: TÜİK) büyümeyi yüzde 7.4'e çıkardı? Sakın ha, büyümeyi tek başına inşaat sektörüne bağlamayınız. İnşaat sektörü yüzde 21.5 büyüdü ama inşaatın büyümeyi etkileme gücü (sektör payı) sadece yüzde 4.2.
Fabrika çıkışı bindiğim servis aracındaki şoför anlatıyor: "Ben bir traktör fabrikasında kalıpçı ustasıydım. Benim gibi yüksek ücretlileri işten çıkardılar. SSK'dan emekli olamadım. Başka iş bulamadım. Fabrikanın nakliye işini üstlenen taşeronun yanında çalışıyorum. Sigorta kaydım yok. Aldığım ücretle sigorta primini kendim ödeyemem. Otomobil başkasının. Ben onun özel şoförü görünüyorum. Taşeron otomobil sahibine kira, bana ücret ödüyor." Şimdilerde taşeronluk Türkiye'de yükselen bir meslek kolu. Sanayici dostum anlatıyor: "Dövizin ucuzluğu karşısında, asgari ücretle işçi çalıştırarak ihracat yapma şansımızı kaybedince, çare aradık. İşçilerin bir bölümünü çıkardık. Taşeron tuttuk. Hammaddeyi ona veriyoruz. O birilerini tutarak iş yaptırıyor. Biz işçiyi bordrolu çalıştırıyoruz. İşe getirip götürüyoruz. Yediriyor, içiriyoruz... Taşeron ne yapıyor bilemiyoruz. Herhalde çalıştırdığı işçiler sigortasızdır. Kayıtsızdır... Ama ne yapabiliriz ki..." Büyük bir işi yapan birinden iş alanlara, işin herhangi bir bölümünü büyük işi yapan hesabına üstlenenlere taşeron deniliyor.Örneğin, bir fabrikada, işçilere öğle yemeği pişirme işi belli bir ödeme karşılığı birine verilmiş ise, o iş taşerona
Ford grubunu 1980 yılına kadar Ford, oğlu ve torunu yönetti. Yirmi yıl profesyonel yönetimi denedi. 2001 yılında kurucu Henry Ford'un torununun oğlu William Clay Ford Jr. şirketine başına geçti. William Clay Ford Jr. 1957 doğumlu. Princeton ve MIT üniversitelerinde okudu. Sınıf arkadaşı Lisa ile evli. İki kız, iki erkek çocuğu var.Vehbi Koç, "Henry Ford II ile 1946 yılında tanışmak istediğini, ancak on yıl sonra 1956 yılında Başbakan Menderes'in mektubuyla randevu alabildiğini" söylerdi. Bu yıl Ford-Koç işbirliğinin 50'nci yılı ve bu New York'ta kutlanıyor. Vehbi Koç'un torunu Mustafa Koç, 1960 yılında doğdu. Ford'un torunundan 3 yaş daha genç. ABD'de George Washington Üniversitesi'nde işletme okudu. Üç yıldır topluluğun başında.Ford-Koç işbirliğinin 20'nci yılı İstanbul Hilton'da kutlanmıştı. Henry Ford II, genç eşiyle İstanbul'a gelmişti. Ajda Pekkan bir konser vermişti. Toplantıya eşimle katılmış, çok etkilenmiştik. Henry Ford'un torunu William Clay Ford Jr. ile Vehbi Koç'un torunu Mustafa Koç çarşamba akşamı New York'ta buluşuyor. Bu iki genç adamın biri şimdilerde Ford'un, diğeri Koç'un başında. New York Post'un sosyete yazarı Liz Simith'in köşesinde Ford-Koç işbirliğinin
Merkez Bankası Başkanlığı sorununu daha fazla sürdürmemek gerekir. Görüldüğü kadarıyla AKP üst yönetimi bu göreve kendi yakın çevrelerinden başkasını atamayacak.Ya Sayın Babacan'ın ya da Sayın Unakıtan'ın tanıdığı biri Merkez Bankası Başkanı olacak. Sayın Babacan'ın tanıdıkları daha çok üniversite çevresinden, Sayın Unakıtan'ın tanıdıkları faizsiz finans kuruluşları ve piyasa çevresinden. En az 5 yıl Merkez Bankası'nın eşinin başı bağlı bir başkan tarafından yönetilmesini sorun olarak görmüyorsanız, eşinin başı bağlı olanların çalışma arkadaşlarını seçerken eşlerinin başının bağlı olup olmadıklarına göre seçim yapacaklarına inanmıyorsanız, bu durumda en iyisi Erdem Başçı'dır. Sayın Babacan'ın arkadaşı Başçı'nın ismi gündeme geldiğinde kişiliği, eğitimi ve deneyimi ile değil de, eşinin başının bağlı olması nedeniyle karşı görüş oluştu. Eşinin başının bağlı olması konusuna açıklık getirmek gerekir.İnsanların inançları nedeniyle başlarını örtmesinden doğal bir şey olamaz. Ama başörtüsü belli bir politik hareketin simgesi olarak 'başı bağlamak' şekline dönüştüğünde, din siyasete alet edilmiş oluyor. Günümüzde kadın artık evde oturmuyor. Siyasi, ekonomik âlemin içinde erkekle eşit
Ama ne yazık ki, AKP kadroları "Biz ne istersek onu yaparız" inancıyla ve de "inat"la ülkeyi yönetmede "ısrarcı" oluyor.Bugün her ülkede "genel kabul görmüş ölçüler" var. Ülkeler demokrasiyle de yönetilse, diktatör tarafından da yönetilse, "üst kadrolar" bu genel kabul görmüş ölçülerin dışına çıkmamaya özen gösteriyor.Küreselleşme denilen şey, sadece mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı anlamına gelmiyor. Küreselleşen dünyada devleti yönetenlerin belli usullere uymaları gerekiyor. AKP iktidarının başarısı, sadece bu partiyi kuranlar, listesinden milletvekili ve bakan olanlar, değişik kamu kuruluşlarına atananlar ve de partiyi destekleyenler için değil, tüm Türk halkı için önemlidir. Başarısızlık faturasını "saf ve bakir halkın" tamamı yükleniyor. Onun için oy veren vermeyen herkes iyi işler bekliyor. Merkez bankaları, artık sadece bir ülkedeki yerel "bankaların bankası" olarak değil, dünya para sisteminin bir çarkı olarak işliyor. Bu nedenle başkanları, politikaları küresel finans sistemini ilgilendiriyor.Türkiye'nin hiçbir sorunu yokmuşçasına, durup dururken karşımıza bir de Merkez Bankası Başkanlığı sorunu çıktı. AKP hükümetinin "Başkan, bizim adamımız olsun da ne olursa olsun"
İran ABD'nin desteğiyle 1958 yılında Uluslararası Atom Enerji Ajansı'na üye oldu. 1968 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nı (NTP) imzaladı. Şah'ın kurduğu Atom Enerjisi Kurumu daha sonra Nükleer Araştırma Merkezi'ne dönüştü. Tahran ve Şiraz üniversiteleri nükleer mühendislik eğitimi vermeye, uzman yetiştirmeye başladı.ABD İran'la 1977 yılında nükleer işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşmaya göre Amerikalılar İran'da 8 nükleer santral kuracaktı. Benzer anlaşmayı Fransa imzaladı. Fransızlar da 2 nükleer santral kurmayı üstlendi.1979 Şubat ayında Şah'ın devrilmesiyle Batı'nın politikaları değişti. İran Şah zamanında Batı'nın gözdesiydi... Amerika, SSCB'ye karşı İran'ı nükleer silahla donatmak istiyordu. Bu nedenle Şah, nükleer teknoloji konusunda ABD'nin desteğini kazandı. ABD 1967 yılında İran'a 5 megavatlık ilk hafif su araştırma reaktörünü sattı. Tahran'a kurulan bu reaktör yüzde 93 zenginleştirilmiş uranyum kullanıyordu. ABD İran'a 5 kg yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum verdi. Buşehr'de inşa edilecek 1300 megavat gücündeki ilk nükleer santralın yapımını Alman Siemens grubu üstlenmişti. 1974 yılında temel atıldı.Buşehr, İran Körfezi'nde, Kuveyt ile