Büyük sanayicilerimiz, büyük sermaye grupları büyümenin nimetlerinden bolca yararlandıkları için, "2004 yılı şahane"ydi diyorlar... 2004 yılında ekonomideki büyümeden onlar dışında da yararlanan kesim var. Bu kesim "sabit gelirli emekçiler" dışındaki "serbest gelirli emekçiler". Emekçilerden "sabit gelirliler"in ücreti artmadı ama, "serbest gelirliler" ücretlerini değişik ölçülerde artırmayı başardı. 2004 yılında iç piyasada satış patlaması görülen otomobil, buzdolabı, televizyon, oda takımı gibi malları üst gelir grubundaki sanayiciler, işadamları kapışmadı... Gelir (ücret) artışından yararlanan "serbest gelirli emekçiler" satın aldı. 2004 yılında ekonomi büyüdü... Büyüme demek gelir artışı demektir. Ama büyümenin nimeti olan gelir artışından her kesim aynı oranda yararlanamıyor. 2004 yılında gelir artışından memur, işçi, emekli ve çiftçi yararlanamadı. Sayın okuyucularıma yeni yılın, ilk haftasının, bu ilk gününde, üretime katılanların geliri nasıl paylaştıklarını basitleştirerek anlatmak istiyorum.Her şeyin başı üretimdir. Üreteceksiniz ki, gelir elde edesiniz. Kalkınma demek üretim artışı demektir. Milli gelir ülkede bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma)
Tabii ki, film aslında "bir sanat olayı"... Tabii ki "sanat penceresinden bakıldığında", film demek senaryo demek, oyuncu demek, görüntü demek, müzik demek... Ama, "para" olmadan film çekilemiyor. Birilerinin film yapmak için para bulması gerekiyor. Filme yatırılan paranın da, seyircinin ödeyeceği bilet ücretleri ile karşılanması gerekiyor...Film yapmak, Batı ülkelerinde bir "yatırım konusu" haline geldi. Yapımcı projesini ortaya koyuyor. Yapımcıya ve projeye güvenenler, "bir şirketten hisse satın alır gibi / veya / bir bankadan yatırım fonu katılma belgesi alırcasına" belli ödemeler yaparak projeye katılıyor. Böylece oluşan para havuzundan, filmin giderleri karşılanıyor. Film gösterime girdikten sonra, seyircilerin ödedikleri bilet paraları gene havuza giriyor. Projeye katılanlar katılım oranlarına göre ya kazanç sağlıyor ya da (zararı) riski paylaşıyor. Bugün sayın okuyucularıma "Gönül Yarası" ismi ile sinemalarda gösterime giren bir Türk filminden söz edeceğim... Ama (bu ekonomi sayfasında) önce "film yapmanın" ekonomisini anlatacağım. Çünkü günümüzde "film yapmak", ciddi bir "ekonomik" olay. Bizde ilk zamanlar film bütçeleri küçük idi. Bu nedenle bir yapımcı makul ölçüde bir
İşadamlarımızın ve işkadınlarımızın "2005 yılının muhteşem olacağı" konusundaki beyanları "bir bekleyişi, bir umudu" yansıtır. Ama "2004 yılının şahane olduğu konusundaki açıklamaları" gerçeğin ifadesidir. Çünkü genelde işadamlarımız ve işkadınlarımız "ağlamaya alışıktır". Nazar değer, göze batar endişesiyle işler iyi olsa bile, "iyilikten söz etmeye çekinir". Geçen hafta perşembe günü yayımlanan Posta gazetesinin ekonomi sayfasında işadamlarımızın ve işkadınlarımızın ekonominin durumuna ilişkin değerlendirmeleri veriliyordu. İşadamlarımız ve işkadınlarımız 2004 yılından memnun, 2005 yılından umutlu olduklarını açıkladıklarından haber, "2004 yılı şahane, 2005 muhteşem" başlığıyla gazede yer almıştı. O halde ne oldu da böyle oldu? 2004 yılı işadamlarımız ve işkadınlarımız için "nasıl oldu da şahane oldu?"2004 yılını iyi geçirmeyenlere, "şahane yılın" nimetlerinden yararlanamadıkları için, "yılın iyi geçmediğini düşünenlere" neyin ne olduğunu arz edeyim:(1) Türkiyede imalat sanayii büyük ölçüde ithalata bağlıdır. Yatırım malı (makine ve teçhizat) için de, üretilen malın içindeki girdi için de ithalat yapılır. Bu yıl döviz ucuz satıldığı için girdi maliyetleri ucuzladı.Buna karşılık
Öte yanda enflasyonun düşmesi demek, ekonominin önünün açılması, faizlerin aşağı çekilmesi demektir. Faiz oranları aşağıya çekilince Hazinenin borç yükü azalır, hükümete iş yapması için bütçeden daha fazla para kalır. Özel sektör yatırımları artar. Bunlar önümüzdeki yıllar daha hızlı büyümesye imkân verir.2004te, Türkiyenin önümüzdeki yıllarını olumlu etkileyecek daha başka gelişmeler de oldu. IMF ile üç yıllık bir anlaşma, önümüzdeki üç yılda döviz krizleriyle karşılaşması tehlikesini bir ölçüde azaltacak. ABden, şarta bağlı olsa da müzakerelere başlama tarihi alınması, ülkenin dış itibarını artıracak. Halk, bunların olumlu etkilerini 2005 içinde "gelir artışı" olarak göremeyeceğinden, önemini değerlendiremeyecektir. Ama bunlar olmasaydı, 2005 daha kötü şartlarla karşı karşıya kalacaktık. Türkiyede iyi şeyler oluyor. Yapısal bir değişim gerçekleşiyor. Ama bu iyiliklerin meyvesi henüz toplanamadığı için, sokaktaki insanın mutsuzluğu devam ediyor. Enflasyonla ilgili gelişmeler, bunun en çarpıcı örneği. Türkiye yıllarca yüzde 60 - yüzde 70 gibi ağır enflasyon şartlarında yaşadı. Ciddi bir çabayla enflasyon yüzde 10un altına çekildi. Ama bu, sıkı para ve maliye politikası sayesinde
Parasını dolara bağlayanlar kaybediyor. Doların ne olacağı belli değil. TL devamlı değer kazanıyor. Türk lirasının reel faizi (enflasyondan arındırılmış getirisi) fena sayılmaz... Buna rağmen halkın döviz aşkı sürüyor. Halbuki biz ne bekliyorduk? Enflasyonun gerilemesiyle, istikrarın gelmesiyle, TLnin değer kazanmasıyla, halkın dövizden TLye geçmesini bekliyorduk... Rakamlar bu beklentilerin gerçekleşmediğini gösteriyor. Yılbaşında 53.5 milyar dolar olan bankalardaki döviz mevduatı toplamı 10 Aralıkta 6.5 milyar dolar artışla, 60.1 milyar dolara ulaştı. Halkımızın döviz mevduatı 60 milyar dolar. Bankalardaki döviz mevduat hesaplarındaki artışın 4.2 milyar dolarlık bölümü halkımızın tasarruf hesaplarına yatırdıkları dövizlerden oluşuyor. Halkımızın tasarruf hesaplarındaki döviz toplamı 39.7 milyar dolardan 43.9 milyar dolara yükseldi. Ülke içinde Hazine tarafından satılan döviz cinsi bonolara halkımız 1.8 milyar dolar bağladı. Hazinenin yurtdışında yabancılara satmak için çıkardığı eurobond adı verilen döviz cinsi tahvillerini şimdilerde bankalarımız yurtiçinde isteyenlere de satıyor. Eurobondlara bağlanan tasarruflar bu yıl 1.0 milyar dolar artarak, 4.1 milyar dolara yükseldi.
Bugün, (1) Tüm gelişmelere rağmen halkımızın birikimlerinde ve parasal işlemlerinde döviz, Türk lirasıyla aynı ağırlığı taşıyor. (2) Döviz işlemlerinde ise doların ağırlığı eurodan büyük. (3) İçeride döviz fiyatları enflasyon oranında bile artmıyor. Dışarıda da dolar yerlerde sürünüyor ama içeride daha fazla sürünüyor. (4) Dışarıda euro devamlı değer kazanıyor. Bu nedenle içeride döviz fiyatları artmasa da, euronun fiyatı dolara göre artış gösteriyor.Bu tablo halkımızı nasıl etkiliyor? (1) Tasarruflarını dolara bağlayanlar kaybediyor. (2) Tasarrufunu euroya bağlayanlar, genelde döviz fiyatları artmasa da kazanıyor.Bu tablo ekonomiyi nasıl etkiliyor? (1) Dolarla borçlananlar (şimdilik) kazançlı. Borçlarının TL karşılığı küçülüyor. Dolar alacağı olanlar (şimdilik) zararda. (2) Euro ile borçlananlar zararda. Yükleri devamlı artıyor. Euro alacağı olanlar kazançlı. Şimdilerde 1.35 dolar 1 euro ediyor. Halbuki 2 yıl önce, 2002 yılı sonunda 1.04 dolara 1 euro alınabiliyordu. Basit bir anlatımla, 2004 yılı sonunda 100 doları olan, bugün 100 dolarla ancak 74 euro satın alabiliyor.Halbuki 2 yıl önce 100 dolarla 100 euro satın alanlar, bugün 100 eurolarını bozdurduklarında ellerine 135 dolar
Sayın okuyucularıma 180.6 katrilyon liranın ne anlama geldiğini hatırlatmak için birkaç büyüklükten söz edeyim. Bizim ülkemizde şimdilerde dolaşımdaki para miktarı 12.9 katrilyon lira. Bankalarda yıllardır biriken yurtiçi yerleşiklerin (halkın) tasarruf mevduatı toplamı 98.8 katrilyon lira. Mevduat bankalarının bugüne kadar ekonomiye kullandırdıkları tüm kredilerin toplamı 74.2 katrilyon lira. Bu büyüklüklere bakınız. Sonra Hazinenin bir yılda ödediği borç rakamı olan 180.6 katrilyon liranın ne büyük bir rakam olduğunu anlayınız.Hazine 2004 yılında yaptığı ödemelerin 50.0 katrilyon lirasını faiz olarak yaptı. Açık anlatımıyla ekonomiye yıl içinde Hazineden 50.0 katrilyon lira faiz olarak aktı.Ödemenin 130.6 katrilyon lirası da anapara ödemesiydi.Hazine bu ödemeleri yapmak için nereden para buldu?Hazine, borçların anapara ödemelerinin tamamını yeniden borçlanarak, faiz ödemelerinin yüzde 65ini borç para bularak karşılayabildi.Başka anlatımla, 18.6 katrilyon lira ödeme yapmak için 163.1 katrilyon yeniden borç buldu. Yıl içinde yeniden bulunan borcun yapılan ödemeye oranı yüzde 90.3 dolayında.Bütçeden "faiz dışı fedakarlık" yapılarak ayrılan 17.5 katrilyon lira, 50.0 katrilyon lira,
Vergi konusu (bizim gibi saf ve bakir Anadolu çocukları için) önemli konudur... Bazıları bir kuruş ödemez. Onlara bir şey olmaz. Biz bir yanlış yaparız... Başımız derde girer...İşi sağlama bağlamak için Ankaradan Şükrü Kızılot hocayı aradım. Ayşe Hanım Teyzeme 2004 yılı gelirleri için hazırladığım vergi tablosunu ona kontrol ettirdim... Ayşe Hanım Teyzeme verdiğim tablonun benzerini bu yazının altında bulacaksınız. Ayşe Hanım Teyzeme anlattıklarımı sayın okuyucularım için de yazayım. Ayşe Hanım Teyzemin bir evi, bankada üç kuruş parası var... Her yılbaşı vergi konusunu kendine dert edinir. "Bankada mevduatım var. Faiz alıyorum. Bankadaki memure hanımın tavsiyesi ile paramın bir bölümünü de yatırım fonuna bağladım. Ben ne vergi vereceğim? Bir kağıda yaz da kağıdı bana ver. Mahalledeki arkadaşlar da sorup duruyor..." dedi. (1) Türk Lirası mevduat hesabındaki paraların faizinden banka kaynakta (vadeye göre) yüzde 7 - yüzde 18 kesinti yapıyor. Döviz mevduatı faizinden kesinti vadeye göre yüzde 18 - yüzde 24 oranında. Bu kesinti yapıldığı için faiz rakamı ne kadar büyük olur ise olsun, mevduat sahibinin daha başka bir vergi ödeme yükümlülüğü yok.(2) Repo faizinin vergisini de banka