Tekelin alkollü içki bölümü özelleştirme kapsamında satıldığından bu yana devlet rakı üretemez oldu. Tekel rakı tesislerini alan ve Tekelin sahip olduğu markalarla üretim yapan Mey İçki Grubunun şimdilerde rakipleri üretime başlıyor.Bizde ilk rakı fabrikası 1912 yılında İzmirde Halkapınarda kuruldu. Bu yatırımı İstanbulda bira üreten yabancı sermayeli Bomonti - Nectar grubu yaptı. Daha sonra bir başka özel sektör grubu, İstanbulda Paşabahçede ispirto ve ispirtolu içkiler tesisinde rakı üretmeye başladı. İçki işi İnhisarlara geçince, yurdun değişik yerlerinde devlet rakı fabrikaları kurdu; rakı üretti.Bana verilen bilgilere göre, Türkiyede yılda 60 - 70 milyon litre rakı üretiliyor. Bunun 50 milyon litresi Tekel tesislerinde üretiliyor. Kalanı tezgâh altı üretim. Tezgâh altı üretim, sanayi ispirtosuna, rakı esansı katılarak yapılıyor. Rakı, ispirto, anason ve sudan ibaret. Ama gerçek rakıyı üretmek kolay bir iş değil. Ciddi bir yatırıma bağlı, ciddi kontrol gerektiren, zaman isteyen bir iş. Rakının esası alkol ama, bu alkol sanayi alkolü değil. Tarımsal kökenli alkol olacak. Tarımsal kökenli alkol üzümden, diğer meyvelerden, pancardan elde ediliyor.Tarımsal kökenli alkolün tamamı
Dün Milliyetin Ege Bölge Temsilcisi Bülent Zarif ve Milliyetin günlük Ege eki yazarı Deniz Sipahi ile İzmir çevresindeki organize sanayi bölgelerindeki bazı tesisleri gezdik.Ege Bölgesindeki gelişmeleri yakından izleyen Deniz Sipahiden öğrendiğime göre İzmir, ihracatımızın yüzde 16sını gerçekleştiren bir ekonomik büyüklüğe ulaşmış. Yabancı sermayeli teşvikli yatırımların yüzde 12si Ege Bölgesine yönelmiş. Bu payın yüzde 20lere çıkması bekleniyormuş. Son dört yılda Türkiyeye giren yabancı sermayede en büyük payı Ege Bölgesi almış. İngiliz Tesco Kipayı, Danimarkalı Carlsberg Tuborgu, İtalyan Cementir Çimentaşı, Belçikalı Deceunick, Ege Peni satın almış. Deceunick daha sonra Sabancıların Winsasına da sahip olmuş.Daha önce Çine gitmek isteyen İngiliz deri grubu West York Shire Fellmongers Menemen Deri Serbest Bölgesinde yatırım yapmak için Alkan Deriyle anlaşmış. Selçuk Gıda, Fransız Bigaroyla Ödemişte, Alman Real Union Kütahya Organize Sanayi Bölgesinde, Avusturyalı Mayr Menlnhof Graphia Tirede yatırım yapıyormuş. Özdoğan Plastik, İtalyan Sireayla ortaklık kurmuş. Pınar Süt ile Fransız Alsece işbirliğine gidiyormuş.Milliyetin pazar günleri gazeteyle birlikte okuyucularına sunduğu
Önce ihtiyacın olduğuna karar verdik. Şimdi gelelim, ihtiyacın boyutuna... Batı ülkelerinde genelde sadece uçaklar değil, binek otomobilleri için de "havuz" sistemi işletiliyor. Cumhurbaşkanına, başbakana, bakanlara, emniyete, istihbarat teşkilatına, genelkurmay başkanlarına, kuvvet kumandanlarına ayrı ayrı uçak ve helikopter alınmıyor. "Havuz"daki uçak ve helikopterler ihtiyaca göre kullanılıyor. Biz henüz bu "havuz" sistemine geçemedik... Her makam için ayrı makam uçağı ve helikopteri arayışımız sürüyor.Nihayet sıra geldi Başbakanımıza alınacak uçağa... Uzmanlar herhalde araştırdı, en uygunu bulundu ki Başbakanlığa "leasing" yöntemiyle bir uçak alınmasına karar verilmiş. Tekrarda yarar var... Buraya kadar gelişmeler normaldir. Ama bu noktadan sonra işin rengi değişiyor. THY borsaya bir açıklama gönderiyor. Başbakanlık için "leasing" yöntemiyle bir uçak alınmasına karar verildiğini bildiriyor. THY, özelleştirme kapsamında olan bir kuruluş. Sermayesinin yüzde 24.3ü halka açık. THY hissesini satın alanlar şirketin kar etmesini bekliyor. THY yönetimi içeride ve dışarıda rekabet ederek kar etmeye çalışıyor. Bekleyiş, halka açık bölümün yüzde 50.5 olması ve de böylece THYnin kamu
(1) Kurumlar Vergisinde indirim yok. 1999dan bu yana şirketler gelirlerinin yüzde 30u oranında vergi öderler. Kanunun geçici maddesinde 2004 yılında bu verginin (her nedense) yüzde 33 oranında ödeneceği, sonra gene yüzde 30 uygulanacağı belirtilmişti. Ortada bir değişiklik, bir indirim yok. Zaten vergi oranı yüzde 30 idi. (2) Konuya yabancı gazeteler Başbakanımızın beyanatına dayalı olarak "Gelir Vergisinde yüzde 5 indirim!.." şeklinde manşet atarlar ise, kanmayınız. İnanmayınız.Gelir Vergisinde yüzde 5 indirim sadece zengine var. Fakirin vergisi azalmıyor. Aynı kalıyor. Gelir Vergisi mükellefiyeti gelir dilimlerine göre yüzde 20 ile yüzde 45 oranında değişiyordu. Bundan sonra yüzde 45 vergi yok. En yüksek vergi yüzde 40. Yıllık geliri 140 milyar lirayı aşan (açık anlatımıyla aylık gelirleri 11 milyar 666 milyon liradan fazla olanlar) bugüne kadar yüzde 45 oranında vergi ödüyordu. Toplam Gelir Vergisi mükelleflerinin 10 binde birini teşkil eden bu mutlu azınlığın vergisi yüzde 5 düşüyor! Milliyet Ekonomide dün yayımlanan haberde ve Erdoğan Sağlamın köşe yazısında "vergi indiriminin halkı ilgilendirmediği, zenginin üst gelir grubunun indirimden yararlanacağı" anlatılmaya
"Ayşe Hanım Teyzeciğim" dedim. "Başkanın anlattıklarına göre, (1) Mevduat faizi düşecek. (2) Mevduat faizi gerileyince, kredi faizi de ucuzlayacak. İşadamlarının kullandıkları krediler kadar, tüketici kredileri ve kredi kartı faizleri de biraz ucuzlayacak. (3) Faiz ucuzlaması bono faizine de yansıyacak. Yatırım fonlarının getirileri düşecek. (4) Anlaşılan dövizdeki ucuzluk devam edecek. Ama daha fazla ucuzlaması istenmiyor. Merkez Bankası dövizin fazla ucuzlamaması için döviz satın alacak. (5) Bankalar döviz hesaplarına zaten düşük faiz veriyor. Döviz bolluğu sonucu döviz mevduatının faizi daha da gerileyebilecek. (6) Merkez Bankası enflasyonun aşağıya çekilmesi politikalarını sürdürecek. Hayat biraz daha ucuzlayacak. (7) Bunun için, piyasadan parayı çekecek. Piyasada para bollaşamayacak. Piyasanın açılmasını bekleyenler buna üzülecek. (8) Maliye, kamu harcamalarını kısıyor. Merkez Bankası da piyasadan para topluyor. Bu durumda yatırımlarda, üretimde, istihdamda patlama olamaz. (9) Döviz ucuzlayacak ama, şirketler ve insanlar bu dövizi satın almak için Türk lirası bulamayacak. Ucuz dövizi Merkez Bankası satın alarak döviz rezervini artıracak."Ayşe Hanım Teyzem sordu: "Döviz, döviz
Bizim dünyamız küçük olduğu için, biz kendimizi küçük dünyamızın merkezine oturtup başka konularla ilgilenmediğimiz için, Brükselde sadece Türkiye konusunun konuşulduğunu sanıyoruz. Brüksele giden arkadaşlarımız da bizi uyarmıyor. Türkiye, hudutlarının dışına çıkmaya niyetliyse, bu hudutların dışında olan biteni de dikkatle izlemek zorunda.Neden Bulgaristana, Romanyaya ve Hırvatistana "öyle de... bize böyle?" Bulgaristanı, Romanyayı, Hırvatistanı küçümsemeyiz ama... Bu ülkelerin durumu Türkiyenin durumundan çok daha mı iyi? 17 Aralıkta Brükselde AB üyesi 25 ülkenin devlet ve hükümet başkanları Türkiyeye "şartlara bağlayarak" tarih vermekle kalmadı, başka kararlar da aldı. (1) Bulgaristan ve Romanyanın tam üyelik tarihi öne çekildi. Önümüzdeki nisan ayında bu iki ülkeyle tam üyelik anlaşması imzalanacak. Bu iki ülke 2007 Ocak ayında ABye tam üye olarak katılacak. (2) Eski Yugoslavyanın dörde bölünmesiyle ortaya çıkan Hırvatistanın tam üyelik müzakerelerinin 2007ye kadar tamamlanması zor görünüyor ama, tam üyelik süresini kısaltmak arayışında, Hırvatistan ile müzakerelerin öne çekilmesine, 2005 Mart ayında başlanmasına karar verildi. Bu üç Balkan ülkesi de 1878 yılına kadar Osmanlı
Uluslararası ilişkiler, "alış - veriş" ilişkisidir. Brükselden çıkan karar sonucu, "Türkiye ne alıyor - ne veriyor?" ona bakacağız. Biz tarih istiyorduk. Tarihi aldık. Onlar tarihi vermeden önce ve verdikten sonra isteklerini sıralamaya başladı. Biz tarihi aldık. Onlar ise istiyor ama biz henüz bir şey vermedik... Bundan sonra istenenleri verip vermeyeceğimizi kararlaştıracağız. Avrupalıların cevaplanmamış isteklerine bakarak bugünden dert etmeye gerek yok.Bizi sevmiyorlar, bizi istemiyorlar, bizimle uğraşıyorlar, diyerek Avrupa ülkelerine küsmek imkânına sahip değiliz... Her şeye rağmen, haysiyetimizi ve de haklarımızı koruyarak onlarla bir arada yaşamak zorundayız.Engeller, bundan sonra masaya konulacak yeni şartlar moralleri bozmasın. İnsanlar fani, ülkeler kalıcı... Dünya devamlı değişim içinde... Bırakınız on yılı, bir yıl içinde bile neyin ne olacağı, neyin nasıl değişeceği belli değil. AB üyeliği için kamuoyu "tarih bekleyişi"ne itilmişti. Türkiyeyi tam üye olarak görmek istemeyen ama Türkiyenin başka maceralara sürüklenmesinden de korkan Avrupa ülkeleri, iki tarih verdi. Biri, 2005 müzakerelere başlama tarihi. Öbürü, 2015 müzakereler tamamlanırsa üyeliğe kabul tarihi...
Kırk yıllık AB maceramızın ortasına düşmüş Kıbrıs sorununun AB üyeliğinin önüne geçirilmesi haksız bir yaklaşım ve çirkin bir manevradır. Kıbrıs Türk kesiminin statüsü bizim için önemlidir. Ama Türkiyenin kaderini - geleceğini Kıbrıs Türk kesiminin statüsüne bağlamak yanlıştır. Türkiyenin kırk yıllık AB üyeliği bekleyişinin Kıbrıs Türk kesiminin statüsünün belirsizliğine dayalı olarak çıkmaza girmesi düşünülemez. Türkiye için 17 Aralık toplantısı bir fırsattı. Bu fırsatın kaçırılması, Türkiyenin bir daha AB kapısına yaklaşamamasına neden olabilirdi.Başbakanımız, Dışişleri Bakanımız ve de Türk bürokratları olağanüstü çaba gösterdi. Riske girdi. Alınabilecek en iyi sonuç alındı... Bu sonucun ne kadar zor alındığını ve de Türkiyeye ne iyilikler getireceğini halkımıza anlatmak zorundayız. Daha iyi bir Türkiye arayışında ABye üyelik macerasına girdik. Osmanlıdan bu yana biz Avrupalı olma sevdasındayız. Avrupalı olmak bizim için "çağdaş" olmaktır, "medeniyete ulaşmaktır". 17 Aralık toplantısından tarih almaktan vazgeçerek dönseydik, "treni kaçırmamız" ve de bundan böyle "büyük oyuncu olmak" fırsatını kaçırmamız söz konusuydu.Avrupa ülkeleri durup dururken ve de gönül rızasıyla Türkiyeye