Ali Naili Erdemi Ankarada yaşadığım yıllarda "politikacı" olarak değil de, "şair" olarak tanıdım... 1960 - 1980 yılları arasında TBMMde bulundu. AP hükümetlerinde Sanayi, Milli Eğitim ve Çalışma Bakanı olarak hizmet verdi."Sevda Kuşatması" isimli şiir kitabının ön kapağındaki "...Hep hüzünlü şarkılara ağlıyorsak / Sevdalıyız demektir..." dizesi beni çok etkiler. O şiir kitabının arka kapağında kendini "Türkiye sevdalısıyım. Her Türk vatandaşının zengin ülkelerin vatandaşları gibi bir ömür sürmeleri özlemimdir... Şiir ve müziğin Tanrının insanlara bir lütfu olduğunu düşünüyorum" diyerek tanıtır.İşte bu "eski politikacı", dostum, bu sütunda yayımlanan "Politikacı, zengini sever" başlıklı yazımdaki genellemeden alınmış. Önce telefonla beni aradı. Sonra bir mektup gönderdi.Bu mektubun sayın okuyucularımın ilgisini çekeceğini sanıyorum. Ali Naili Erdem, Türkiyede değer yargılarının zaman içinde daha iyiye gidecek yerde nasıl unutulmaya başladığını anlatıyor. Diyor ki:"Siz herhalde bugünün, yani 1980den sonra cılkı çıkan ve de sözüm ona politikacı geçinen politikacılardan söz ediyorsunuz. Çünkü özü erdemlilik olan Cumhuriyetin politikacısı sizin yazınızdaki anlatıma uymaz.Ne yazık ki,
Kasaya uğradım. "O da nesi?" Cebimde para yokmuş... Görevli hanıma "Kredi kartıyla ödeyebilir miyim?" diye sordum... "Tabii ki..." dedi. "Hem de 3 taksit yapıyoruz. 3 ayda ödersiniz..." Şaşırdım kaldım. Böylece, hayatımda ilk defa para ödemeden taksitle simit ve ekmek satın almış oldum...Bu iş benim çok hoşuma gitti. Köşede cep telefonu satan bir küçük kulübe vardı. Oraya girdim... Ne zamandır en basitinden, en ucuzundan bir cep telefonu satın almak istiyordum. Satıcı, 149 milyon liralık bir modeli gösterdi... Benim kredi kartımla "peşin fiyatına" 7 taksit yapıyormuş. Öbür bankanın kartı olsaymış, 7 + 2 taksitle telefon parasını 9 ayda ödeyebilecekmişim.Elimde simit, ekmek ve de cep telefonu torbası, Nişantaşında yürüdüm... Gel de şaşırma!.. Eskiden sokaklarda çakmak gazı dolduranların seyyar tezgahları vardı ya... İşte kaldırımlara dükkanların, bankaların önüne o tür tezgahlar koymuşlar. Renk renk giysilerde, güzel güzel genç kızlar erkekler, yoldan gelen geçene kredi kartı müracaat formu dağıtıyor...Akşam evde gazeteleri okurken kart merkezi müdürünün verdiği bilgiler dikkatimi çekti. 23 milyon kredi kartı, 41 milyon banka kartı kullanıcısı varmış.Acaba bankalarımıza
Batan bankalardan kullanılan bu 7 katrilyon lira krediyi ya borçlular ödeyecek ya halkımız ödeyecek. Veya bir miktarını borçlular öderse, kalanını da halkımız ödeyecek.TMSFnin sorumluluğu, bankalardaki tasarruf mevduatına belli bir sınır içinde güvence vermek. TMSF bu amaçla kuruldu. Ama mecburiyetten şimdi batan bankaların masasını, sandalyesini satarak ve de batan bankalardan kredi kullananların peşine düşerek para toplamak işine soyundu. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), batan bankalardan kredi kullanan ama bu kredi borçlarını ödemeyen 190 bini aşan kişi ve şirketin peşinde. Bu 190 bini aşan kişi ve şirketin batan bankalara olan 7 katrilyon lira borcunu toplamaya çalışıyor. TMSFnin faaliyet raporuna göre, 2004 yılı başında (1) Batan bankaların hakim ortaklarının 4.9 katrilyon lira - yaklaşık 3.3 milyar dolar, (2) Batan bankalarda kredi kullananların 1.9 katrilyon lira - yaklaşık 1.3 milyar dolar, (3) Bireysel kredi kullananların 193 trilyon lira - yaklaşık 130 milyon dolar ödemeleri gerekiyor.Buna karşılık (1) Batan bankaların hakim ortakları sadece 298 milyon dolarlık ödeme yapmış. (2) Bankalardan kredi kullanan şirketler sadece 216 milyon dolar ödeme yapmış. (3) Bireysel
Milsoft, faaliyete geçen 4 "Teknoloji Geliştirme Bölgesi"ndeki (TGB) 166 araştırma - geliştirme firmasından biri. Bu firmalarda 1473 araştırma - geliştirme elemanı bilgi üretiyor.Bunlar dışında 11 TGBnin kuruluşu tamamlandı. Ama henüz bu bölgelerde faaliyet başlayamadı.Üniversiteler ve araştırma kurumlarının, sanayiyle işbirliği yaparak teknolojik bilgi üretmelerini, üründe ve üretim yöntemlerinde bilgiyi ticarileştirmelerini, teknoloji yoğun üretim ve girişimciliği desteklemelerini, araştırmacı ve yüksek vasıflı kişilere iş imkanı sağlamalarını teşvik için çıkarılmış bir kanunumuz var. 2001 yılında yürürlüğe giren 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (TGB) Kanununa göre bu bölgeler (uygun görülerek izin verilmesi halinde) üniversite arazilerinde kurulabiliyor. Üniversite arazilerinden yararlanma imkanı yok ise, devlet arazi tahsis ediyor.Bölgelerde altyapı ve idare binaları inşasıyla ilgili giderlerin kurucu şirketlerce karşılanamayan kısmı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinden karşılanıyor.Üniversite personeli ve araştırmacılar çalıştıkları kurumdan izin alarak tam ve yarı zamanlı olarak TGBdeki firmalarda araştırma - geliştirme projelerinde görev alabiliyor. TGBde
Biz, Tekelin sigara fabrikalarını 3 milyar dolara satacağımızı sanıyorduk... Satabilirdik de... Çünkü yabancılar bizim pazara girmek istiyordu. Ama biz, bir yanda Tekelin özelleştirmesini geciktirirken öte yanda pazarı yabancılara açtık. Yabancılar geldi. Pazara yüzde 100 Tekel hakimken, Philip Morris pazarda yüzde 32, JTI yüzde 10, BAT yüzde 2 paya sahip oldu. Piyasanın yarısını yabancı firmalar ele geçirdi. JTI bir ara Tekele talip oldu. Fiyatı ucuz gördük. Şimdi o fiyatı veren de yok.Tekelin sigara fabrikaları satılacak diyerek yıllardır Tekele yatırım yaptırılmıyor. Tekel sigara üretecek makine, sigara kutulayacak makine satın alamıyor. Hatta kırılan makinelerine parça getirtemiyor. Buna karşılık yabancı firmalar en son teknolojiye dayalı, en ucuz maliyetle üretim yapacak otomatik tesisleri üç günde kurarak üretime başlıyor. Kendi dağıtım ağlarıyla kapı kapı dolaşarak Tekelin pazarını ele geçiriyor.Geçen hafta Manisada, Imperial Tobacco isimli yabancı sigara firmasının 50 milyar liraya mal olacak sigara üretim tesisinin temeli atıldı. Firmanın genel müdürü, "Keşke beş yıl önce gelseydik. Bu pazara girmekte geç kaldık. Türkiye sigara üretimi bakımından karlı bir pazar. İç pazar
Daha dün, "krize girdik, öldük bittik" diyerek ağlaşıyorduk... Bugün uçuyoruz. Ne diyordu, Yunus Emre ustamız:"...Kuru iken yaş olduk, ayak iken baş olduk / Kanatlandık kuş olduk, uçtuk elhamdülillah..." İşte o biçim... Uçuşa geçmiş durumdayız. Rakamlar çok çok iyi durumda olduğumuzu gösteriyor... Rakamlar "iyimser" beklentilerin de üzerinde... Rakamlara göre Türkiye, dünyadaki cümle rakiplerini "sollamış" vaziyette... Bizim rakamlar ile başka ülkeler boy ölçüşemez. İmalat sanayi üretiminde bir yılda yüzde 25 artış sağlayan ülkenin "alnını karışlarız"... Üç ayda makine teçhizat yatırımını yüzde 89 artıran, milli gelirini yüzde 12.4 oranında büyüten, özel tüketim harcamalarını yüzde 10.6 artıran ülkenin "alnını karışlarız". İhracat fiyatlarının yılda yüzde 15.1 oranında yükselmesine karşın ihracat artışı devam ediyor. Yıllık ihracat 60 milyar doları aşacak.Döviz kıtlığı diye bir şey yok. Merkez Bankası döviz rezervi 34 milyar doları aştı. Bankaların döviz açığı kapandı. Doların fiyatı neredeyse 1 milyon 400 bin liraya inecek.Toptan eşya fiyatları mayıs ve haziranda, tüketici fiyatları haziranda ucuzladı. Fiyatlar artmadı. Azaldı.Merkez Bankasının "beklenti anketi"ne göre,
Sakın ha ,"40 Milyar lira nedir ki ? Bir otomobil parası" demeyiniz. Bazıları için bu çok büyük para.Ayrancı Köyü, Uşak şehrine 35 km.uzaklıkta,denizden 1.200 metre yükseklikteki bir ova üzerindeki 4 köyden biri.Etrafı çam ormanlarıyla çevrili.120 Haneli.Her ailenin yaklaşık 30-40 dönüm arazisi olmasına rağmen köyli tarımdan beslenmiyor.Geçimini ormandan sağlıyor.Devamlı ağaç kesiyor.Köyün ilkokulu ve sağlık ocağı yok.Çocuklar, Çamsu Köyü okulunda okuyor. Prof.Dr.Mehmet Aydın için 40 milyar lira arıyoruz. Bu parayı bulursak, Prof.Dr.Mehmet Aydının başlattığı örnek "Aydın Köy"" pilot projesinin önü açılacak.Ayrancı Köyü yeni yerleşim bölgesine taşınacak.Süt ineği besiciliği yapacak olan köylünün kaderi değişecek. Bugüne kadar bu köyden tek bir cocuk üniversite eğitimi görme fırsatını ve şansını elde edebilmiş. İşte o çocuk, bugünün fizik profesörü Mehmet Aydın. Prof.Dr. Mehmet Aydın 1957 yılında ABDde Nebraska Üniversitesinde master ve doktora çalışması yaparken değişik ülkelerden gelen arkadaşlarının yetiştikleri köyler ve şehirler ile bağlarını nasıl koparmadıklarını görmüş. Etkilenmiş. O da doğduğu köye bir şeyler verme arayışına girmiş. Mevcut yapıda köyünü bir üretim
İlginç olan şu: Türkiyede gelir dağılımının çarpıklığı nedeniyle zenginler azınlığın azınlığı durumunda... Politikacı fakirin oyu ile iktidara geliyor. Ama iktidarı ele geçirdikten sonra, (oyu ile iktidara geldiği) fakiri unutarak "zengin ile bütünleşme çabasına giriyor".Politikacı her zengini de sevmiyor. Politikacının sevdiği zengin "para zengini"... Bizde politikacının "kafa zengini"ni, "kalem zengini"ni, "sanat zengini"ni sevdiği duyulmuş mu ki? Bilim adamı, yazar, ressam, heykeltıraş, müzisyen, oyuncu seven politikacı var mı ki?Bizim politikacımız, iktidarı ele geçirince ülkenin para zenginlerinin "en yakını" olur... Ailece, onlarla bütünleşmekten pek hoşlanır. Zengin sofralarının baş davetlisi haline gelir. Vakit bulur, zenginlerin sünnetine, nişanına, düğününe mutlaka katılır.Bu ilişki iki yanlı işlediğinden, iktidardaki politikacı da evini, makamını, düğününü, derneğini "zenginlere açar"... Şaşırırsınız... Bunlar kaç gün oldu da birbirini tanıdı? Bunlar kaç gün oldu da ailece dost oldu? Bunlar kaç gün oldu da birbirine bu kadar yakınlaştı?Politikacının resmi davetlerinde ve de özel düğünlerinde, derneklerinde zenginler "baş konuk" olmaya başlar...İlginç olan şudur: