Bu bilinmeyen bir şey değildi. Hükümet ücret ve maaş zammını yaparken bunu göze almıştı. Hükümet sözcüleri her ne kadar, bu zamların harcamalardan kısıntı yapılarak karşılanacağını söylediler ise, onlar da söylediklerine inanmıyordu. Bu paranın harcamalardan yapılacak kısıntı ile karşılanamayacağının farkında idiler.IMF istediği için değil, mecburiyetden 2004 yılında vergiler artırılacak.Vergiler artırılacak da... Daha ne kadar artırılacak? İşte sorun burada.Vergi yapısı bozuk olduğundan gelirden vergi alınamıyor. Beyanname ile vergi toplanamıyor. Vergi tüketimden alınıyor. Tüketimden alınınca da en zengin ile en fakir aynı vergiyi ödüyor.Halkın üzerindeki vergi yükü, bir yıl içinde toplanan verginin, milli gelire oranı ile ölçülüyor.Bilindiği gibi milli gelir, bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetin parasal değeridir. Halk üretiyor. Sonra da bu üretimin geliri ile yaşıyor. Üretim sonucu halkın eline geçen paraya "gayri safi yurtiçi hasıla" (GSYİH) deniliyor. 2002 yılında (cari fiyatlarla - o yılın fiyatlarıyla) bunun değeri 276 katrilyon lira.Halkın eline geçen bu gelire karşılık halk vergi olarak devlete 67 katrilyon lira ve de, SSK primi, tasarruf kesintisi, fon gibi "vergi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> IMF heyeti, hükümetin yaptığı ücret ve maaş zamlarına kaynak yaratmak için 2004 yılında 3.5 katrilyon liralık bir ek vergiye ihtiyaç duyulacağını söylemiş.
Bu bilinmeyen bir şey değildi. Hükümet ücret ve maaş zammını yaparken bunu göze almıştı. Hükümet sözcüleri her ne kadar, bu zamların harcamalardan kısıntı yapılarak karşılanacağını söylediler ise, onlar da söylediklerine inanmıyordu. Bu paranın harcamalardan yapılacak kısıntı ile karşılanamayacağının farkında idiler.
IMF istediği için değil, mecburiyetden 2004 yılında vergiler artırılacak.
Vergiler artırılacak da... Daha ne kadar artırılacak? İşte sorun burada.
Vergi yapısı bozuk olduğundan gelirden vergi alınamıyor. Beyanname ile vergi toplanamıyor. Vergi tüketimden alınıyor. Tüketimden alınınca da en zengin ile en fakir aynı vergiyi ödüyor.
Halkın üzerindeki vergi yükü, bir yıl içinde toplanan verginin, milli gelire oranı ile ölçülüyor.
1997 yılında 100 üretiyorduk. 2000 yılında üretin 103 oldu. 200l yılında 93e düştü. 2003 yılında 106ya çıktı. İşte üretim, üretim dediğimiz bu.Ülkenin üretim gücü milli gelir rakamından izlenir. Çünkü milli gelir bir yıl içinde ülkede üretilen mal ve hizmetlerin (kayıt içi - kayıt dışı tüm mal ve hizmetlerin) parasal (katma) değeridir.Bir ülkenin üretim gücünü anlamak için milli gelirine bakılır.Milli gelir cari fiyatlarla (o yılın fiyatlarıyla) hesaplanır. Cari fiyat demek enflasyondan etkilenen fiyat demektir. Enflasyondan etkilenen fiyatlardaki enflasyon etkisini ayıklamak için, milli gelir rakamları bir "sabit yılın" fiyatına dönüştürülür. Örneğin 1987 yılı veya 1998 yılı fiyatı esas alınarak her yılın enflasyonu ayıklanır. O zaman aynı yıl fiyatına dönüştürülmüş milli gelir rakamlarını birbiriyle karşılaştırma imkanı doğar.Uluslararası karşılaştırmalar için ise, cari fiyatla belirlenen milli gelir rakamı o yılın ortalama döviz kurundan dolara çevrilir. Ancak bu tür hesaplama sağlıklı olmayabilir. Çünkü o yıl uygulanan döviz kurunda doların aşırı değerlenmesi veya değer kaybı, milli gelir rakamının olduğundan büyük veya küçük çıkmasına yol açar.Bu nedenle yıllar arasındaki
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Üretimimiz artıyor diyerek kendi kendimizi kandırmayalım. Üretemiyoruz.
1997 yılında 100 üretiyorduk. 2000 yılında üretin 103 oldu. 200l yılında 93'e düştü. 2003 yılında 106'ya çıktı. İşte üretim, üretim dediğimiz bu.
Ülkenin üretim gücü milli gelir rakamından izlenir. Çünkü milli gelir bir yıl içinde ülkede üretilen mal ve hizmetlerin (kayıt içi - kayıt dışı tüm mal ve hizmetlerin) parasal (katma) değeridir.
Bir ülkenin üretim gücünü anlamak için milli gelirine bakılır.
Milli gelir cari fiyatlarla (o yılın fiyatlarıyla) hesaplanır. Cari fiyat demek enflasyondan etkilenen fiyat demektir. Enflasyondan etkilenen fiyatlardaki enflasyon etkisini ayıklamak için, milli gelir rakamları bir "sabit yılın" fiyatına dönüştürülür. Örneğin 1987 yılı veya 1998 yılı fiyatı esas alınarak her yılın enflasyonu ayıklanır. O zaman aynı yıl fiyatına dönüştürülmüş milli gelir rakamlarını birbiriyle karşılaştırma imkanı doğar.
Bu hafta sonu sayın okuyucularıma , Şen Şapka reklamını ve de ceplerinde beş kuruş olmayan iki gencin Türkiyede nasıl modada ve reklamcılıkta başarı sağladıklarının hikayesini yazacağım.Vitali Hakko "Hayatım Vakko" isimli kitapda "Şen Şapka" hikayesini şöyle anlatır: "Mahmutpaşada vitrin düzenleyerek, tezgahtarlık yaparak para kazanıyordum. Askere gittim. Askerlik hizmetimi tamamladığımda yirmi yaşında idim. Atatürk şapka devrimini yapmıştı. Tezgahtar olarak çalıştığım mağazada şapka bölümünde bulunduğumdan şapka işini öğrenmiştim. Sermaye olmadan yapılabilecek tek iş şapkacılıktı. Sultanhamamda şapka satmak için küçük bir dükkan kiraladım. Giyim kuşam, bir renktir. Şenliktir. Bu nedenle benim markam "Şen Şapka" olacaktı. Kıyafet devrimi ile erkeklerde fesin yerini şapka almış, kadınlar ise çarşafı, peçeyi atmıştı. Küçük de olsa "Şen Şapkanın reklam vermesi gerektiğini düşünmeye başladım. Ancak bunun nasıl olabileceği hakkında bilgim yoktu. Basındaki "en iyi reklamları" seçmek ve ödüllendirmek için "Kırmızı" sloganı ile düzenlenen yarışmada jüri, bu yıl "Hürriyet Özel Ödünü"nü, "Şen Şapka " reklamının yaratıcıları Vitali Hakko ile Eli Acımana verdi. Vitali Hakko, Vakko
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Basındaki "en iyi reklamları" seçmek ve ödüllendirmek için "Kırmızı" sloganı ile düzenlenen yarışmada jüri, bu yıl "Hürriyet Özel Ödünü"nü, "Şen Şapka " reklamının yaratıcıları Vitali Hakko ile Eli Acıman'a verdi. Vitali Hakko, Vakko moda evinin kurucusu Türkiye'de modanın öncüsüdür. Eli Acıman, Faal Reklam Ajansı ile Manajans reklam evinin kurucusu, Türkiye'de reklamcılığın öncüsüdür.
Bu hafta sonu sayın okuyucularıma , Şen Şapka reklamını ve de ceplerinde beş kuruş olmayan iki gencin Türkiye'de nasıl modada ve reklamcılıkta başarı sağladıklarının hikayesini yazacağım.
Vitali Hakko "Hayatım Vakko" isimli kitapda "Şen Şapka" hikayesini şöyle anlatır: "Mahmutpaşa'da vitrin düzenleyerek, tezgahtarlık yaparak para kazanıyordum. Askere gittim. Askerlik hizmetimi tamamladığımda yirmi yaşında idim. Atatürk şapka devrimini yapmıştı. Tezgahtar olarak çalıştığım mağazada şapka bölümünde bulunduğumdan şapka işini öğrenmiştim. Sermaye olmadan yapılabilecek tek iş şapkacılıktı. Sultanhamam'da şapka satmak için küçük bir dükkan kiraladım. Giyim kuşam, bir renktir. Şenliktir. Bu nedenle benim markam "Şen Şapka" olacaktı. Kıyafet devrimi ile erkeklerde fesin
Tüpraş ihaleden önce Türk şirket ve bankalarına verilen en yüksek kredi notlarına sahipti. "Yerel ve uluslararası para cinsinden kredi notu" "bb+" ve "b", "ulusal notu" ise "aa+(tur)" idi.Tüpraş bazı aylar 200 - 250 milyon dolarlık ham petrol ithal ederdi. Parası olduğundan nakit kredi kullanmazdı. Sadece her petrol alımı için haftada bir - on günde bir 50 - 60 milyon dolarlık "akreditif" işlemi için bankalardan fiyat alırdı. Tüpraşın kredi itibarı o kadar yüksek idi ki, bankalar akreditif işini almak için birbiriyle yarışır, fiyat düşürür, yurtdışı muhabir bankaların komisyonunu bile ödemeyi kabul ederdi. Bazı bankalar işi alabilmek için petrolün yüklenme tarihindeki döviz kurunun altında kur ile işi bağlamayı kabul ederdi.Tüpraş bu "güven"i bir günde elde etmedi. Bu "güven", "hikaye" değil. Bu güven, uluslararası "kredi değerleme kuruluşlarının" incelemesiyle oluşuyor. Onlar tarafından derecelendiriliyor. Dünyaya ilan ediliyor. Moodys, Fitch, Standart and Poors gibi uluslararası kredi değerleme kuruluşları Tüpraş gibi büyük şirketlerin durumunu inceliyor. Bunlara "kredi notu" veriyor. Bu not şirketin uluslararası "saygınlık ölçüsü" olarak kabul ediliyor.Bir ülkenin
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Tüpraş'ın kredi notunun "negatif izlemeye alınma olasılığı olduğunu" açıkladı.
Tüpraş ihaleden önce Türk şirket ve bankalarına verilen en yüksek kredi notlarına sahipti. "Yerel ve uluslararası para cinsinden kredi notu" "bb+" ve "b", "ulusal notu" ise "aa+(tur)" idi.
Tüpraş bazı aylar 200 - 250 milyon dolarlık ham petrol ithal ederdi. Parası olduğundan nakit kredi kullanmazdı. Sadece her petrol alımı için haftada bir - on günde bir 50 - 60 milyon dolarlık "akreditif" işlemi için bankalardan fiyat alırdı. Tüpraş'ın kredi itibarı o kadar yüksek idi ki, bankalar akreditif işini almak için birbiriyle yarışır, fiyat düşürür, yurtdışı muhabir bankaların komisyonunu bile ödemeyi kabul ederdi. Bazı bankalar işi alabilmek için petrolün yüklenme tarihindeki döviz kurunun altında kur ile işi bağlamayı kabul ederdi.
Tüpraş bu "güven"i bir günde elde etmedi. Bu "güven", "hikaye" değil. Bu güven, uluslararası "kredi değerleme kuruluşlarının" incelemesiyle oluşuyor. Onlar tarafından derecelendiriliyor. Dünyaya ilan ediliyor. Moody's, Fitch, Standart and Poor's gibi uluslararası kredi değerleme kuruluşları Tüpraş