Simite fakirin ekmeği derlerdi... Geçti o zamanlar... Şimdi simit zenginin alabileceği bir şey oldu... İstanbulda ekmek 200 bin liraya satılırken simidin nasıl olup da 300 bin liraya satıldığını, simide nasıl olup da bir günde 100 bin lira harp zammı geldiğini anlayamadım... Harp başlamadan "harp zammı" başladı. İstanbulda 300 bin liraya satılan simide "harp zammı" geldi. Simit (bildiğimiz, susamlı simit) şimdi 400 bin liraya satılıyor. Simit 400 bin lira oldu! Kestane "diyelim ki" keyif işi... Paraya kıyamayan almasın... Ama simit öyle mi? Her yaşta alt ve orta gelir grubundaki halkın açlık bastırmak için aldığı bir gıda maddesi...Fırın ve ekmek işlerinden iyi anlayan iktisatçı Bülent Yardımcıdan öğrendiğime göre bir simit 70 - 80 gram ağırlığında imiş. Simitin şimdilerde dövize bağlı tek hammaddesi "Sudandan tonu 300 dolara ithal edilen" esmer susam imiş. Fırıncılar seyyarlara simidin tanesini 150 - 175 bin liradan satarken, şimdilerde 200 - 225 bin liraya vermeye ve simitçiler de, daha önceleri 300 bin liraya sattıkları simidi 400 bin liraya satmaya başlamış. Geçen cuma kürkçü Mustafa ile Yenicaminin arka kapısından Mısırçarşısına doğru yürürken karnım acıktı. Bir simit almak
<#comment>#comment> Harp başlamadan "harp zammı" başladı. İstanbul’da 300 bin liraya satılan simide "harp zammı" geldi. Simit (bildiğimiz, susamlı simit) şimdi 400 bin liraya satılıyor.
Simite fakirin ekmeği derlerdi... Geçti o zamanlar... Şimdi simit zenginin alabileceği bir şey oldu... İstanbul’da ekmek 200 bin liraya satılırken simidin nasıl olup da 300 bin liraya satıldığını, simide nasıl olup da bir günde 100 bin lira harp zammı geldiğini anlayamadım...
Geçen cuma kürkçü Mustafa ile Yenicami’nin arka kapısından Mısırçarşısı’na doğru yürürken karnım acıktı. Bir simit almak istedim. Simitçiye "Ver bir simit" dedim. O zaman daha harp zammı gelmemişti. Simitçi "300 bin lira abi..." deyince simit almaktan vazgeçtim... "Bir simit 300 bin lira olur mu?" dedim... (Büyük konuşmuşum. Şimdi 400 bin lira oldu!..) "Karnım acıksa da 300 bin liraya simit almam..." diyerek kendi kendime tavır koydum... Kürkçü Mustafa, "Abi sana kestane alayım da karnını bastır..." diyerek bir kestanecinin önünde durdu. 100 gram kebap kestaneyi külaha doldurttu. Kebap kestanenin kilosu 15 milyon lira olmuş... 100 gram kestaneye 1 milyon 500 bin lira ödedi... "Say bakalım kaç kestaneye 1 milyon 500 bin
Rahmetli Vehbi Koçun sözünü ettiği, büyük sanayi çevrelerinin "Fabrikalar yakında kapanacak... Anahtarlarını götürüp Ankaraya teslim edeceğiz" söyleminin modası geçmedi. Bu söylem ile Ankaraya baskı yaparak isteklerini gerçekleştirme arayışını sürdürüyorlar. Eskiden sanayide İstanbulun ve büyük sanayi çevrelerinin ağırlığı vardı. Şimdilerde farklı bir yapısal oluşum ve değişim içindeyiz. "Dinamizm" İstanbul dışına kaydı. Anadoluda büyük ölçüde dış pazara (ihracata) dönük üretim yapan bir sanayileşme var. Günümüzde kamuoyunun önüne sanayi temsilcisi olarak çıkanların çoğunda bu yeni yatırımcılar ve üreticiler temsil edilmiyor. Bu nedenle "sanayi çevreleri"nin sorunları tartışılırken, gündeme gelen, genelde "İstanbuldaki işadamlarının" görüşleri ve sorunları oluyor. Anadolu yatırımcısı henüz sesini duyuramıyor.Medyada sanayici denilince sadece İstanbuldaki sanayiciden söz ediliyor. Hükümetler Ankara ile İstanbuldaki sanayici kuruluşları ile diyaloğa giriyor. Büyük sanayici diye ün yapan çevrelerle iyi geçinme arayışına giriyor, bu çevreleri gücendirmemeye çalışıyor. Bu çevreler "İsteklerimizi yapmazsanız, fabrikaları kapatır, anahtarları teslim ederiz" şeklindeki "klasik" baskıyı
<#comment>#comment> Rahmetli Vehbi Koç, "Ben artık Ankara’ya gidip, ağlamaktan vazgeçtim" dedi. Ve sonra anlattı... "Önce bizim topluluktaki yöneticiler işlerin ne kadar kötü olduğunu anlatmaya başlıyor... Sonra diğer sanayici dostlar beni arayarak sorunları sıralıyor... Toplu sözleşmede işçiler çok para istiyor. Bu zam kabul edilirse fabrikalar kapanır... Kıdem tazminatı mevzuatı değişti. İşveren tazminatı ödeyemez. Fabrikalar kapanır... Vergiler arttı... Sanayici bu vergiyi veremez. Fabrikalar kapanır... Yakında kapanacak fabrikaların anahtarlarını Ankara’ya götürüp teslim edeceğiz... Siz sanayicilerin büyüğü olarak Ankara’ya gidin... Cumhurbaşkanı’na, başbakana, bakanlara durumu anlatın diyor. Bunları dinleyince, üzülüyorum, heyecanlanıyorum. Ankara’ya gidiyorum... Sanayicinin durumu çok kötü... Yakında kapanacak fabrikaların anahtarlarını size getireceğim diyorum... Ama sonra birden fark ediyorum ki... Ankara’nın sorunları çözmek için bir şey yapmamasına ve de sorunların devam etmesine rağmen Ankara’ya anahtar falan götürdüğüm yok... Çünkü fabrikası kapandığı için bana anahtar falan veren yok... Demek ki, bizimkiler sorunları abartarak beni boş yere Ankara’ya yollayıp duruyorlar..."
Kriz nedeniyle işverenlerin bir bölümü "zorunluk"tan, bir bölümü "fırsat bu fırsat" diyerek, çok sayıda işçi çıkarmıştı. Derken, l5 Mart tarihinde yürürlüğe girecek "İş Güvencesi" Yasasının işçi çıkarmayı "zorlaştıracağı" endişesi ile l5 Marttan önce çok sayıda "işçi" işinden oldu...Cumartesi günü yasanın yürürlüğe girmesi ile "işlerini kaybetme korkusu ile yaşayan işçiler" biraz rahatlayacak idi ki... çiçeği burnunda Başbakanımız bu rahatı işçilere çok gördü... İşçilerini istediği gibi çıkarabilmeleri için işverenlere 30 Hazirana kadar süre tanıdı... Bakalım 30 Haziran tarihine kadar bizim işçi kesiminden "kimler gide... kimler kala?.." Bu ülkede neye "güven"ilir ki? İşçiler için cumartesi sabahı "İş Güvencesi" Yasası yürürlüğe girdi. Çiçeği burnunda Başbakanımız, "işverenlerin" baskısına dayanamadı. Meclisteki partililerine emir verdi... "Hooooppppp..." pazartesi sabahı baktık ki, "iş güvencesi" olmuş "işveren güvencesi"... İşveren baskısıyla dize geldi Görülüyor ki, birisi veya birileri çiçeği burnunda Başbakanımızı ikna eder ise ("Kandırır ise" demek kırıcı olur!), çiçeği burnunda Başbakanımız, cumartesi yürürlükte olan bir kanunu "partililerine emir vererek", TBMMden
<#comment>#comment> Bu ülkede neye "güven"ilir ki? İşçiler için cumartesi sabahı "İş Güvencesi" Yasası yürürlüğe girdi. Çiçeği burnunda Başbakanımız, "işverenlerin" baskısına dayanamadı. Meclis’teki partililerine emir verdi... "Hooooppppp..." pazartesi sabahı baktık ki, "iş güvencesi" olmuş "işveren güvencesi"...
Kriz nedeniyle işverenlerin bir bölümü "zorunlukötan, bir bölümü "fırsat bu fırsat" diyerek, çok sayıda işçi çıkarmıştı. Derken, l5 Mart tarihinde yürürlüğe girecek "İş Güvencesi" Yasası’nın işçi çıkarmayı "zorlaştıracağı" endişesi ile l5 Mart’tan önce çok sayıda "işçi" işinden oldu...
Cumartesi günü yasanın yürürlüğe girmesi ile "işlerini kaybetme korkusu ile yaşayan işçiler" biraz rahatlayacak idi ki... çiçeği burnunda Başbakanımız bu rahatı işçilere çok gördü... İşçilerini istediği gibi çıkarabilmeleri için işverenlere 30 Haziran’a kadar süre tanıdı... Bakalım 30 Haziran tarihine kadar bizim işçi kesiminden "kimler gide... kimler kala?.."
İşveren baskısıyla dize geldi
Çiçeği burnunda Başbakanımızın, "ilk icraat"ında, "işveren" baskısı karşısında "dize gelmesi", işverenlerden yana cephe alması yanlış olmuştur... Ama bu cephe alış ve "İş Güvencesi"
İstanbulda Devlet Operasının Atatürk Kültür Merkezinde sahnelediği opera, müzikal ve bale gösterilerini öğrenciler 1 milyon 750 bin lira, halk 3 milyon 500 bin lira ödeyerek seyretme imkanına sahip. Halbuki İstanbulda sinema ücretleri 6 milyon lira ile l7 milyon 500 bin lira arasında... Hem de 1 milyon 750 bin liraya neler seyrediliyor? Kuğu Gölü Balesi, Prens Igor, Don Giovanni, La Traviata, Tahiti Macerası operaları, Kiss me Kate opereti şu günlerde izlenebilecek temsiller... 1883te kuruldu Üniversitenin 120nci yaş gününün kutlandığı gece, Kuğu Gölü temsilinde, en önemli balerin rolü olan "Odette - Odile"de Hülya Aksular, en önemli balet rolü olan "Prens Siegfried" de Berk Sarıbay sahne aldı. Klasik balelerin en sevileni olan, müziğini Çaykovskinin bestelediği Kuğu Gölü ilk defa 1877de Moskovada Bolşoy Tiyatrosunda oynandı. Bizde, belli bölümleri l958den itibaren sahnelendi. Bütün olarak ilk defa Dame Ninette de Valois tarafından 1966da Ankarada sahneye konuldu. Odette - Odilede Meriç Sümen, Gülcan Tunççekiç, Prens Siegfriedde Ferit Akın, Tanju Tüzel sahne aldı. Çok kişi bu gösteriler sayesinde baleyi sevdi. Erkekler zarafetleri ve güzellikleri ile Meriç Sümen ve Gülcan
<#comment>#comment> İstanbul’da Devlet Operası’nın Atatürk Kültür Merkezi’nde sahnelediği opera, müzikal ve bale gösterilerini öğrenciler 1 milyon 750 bin lira, halk 3 milyon 500 bin lira ödeyerek seyretme imkanına sahip. Halbuki İstanbul’da sinema ücretleri 6 milyon lira ile l7 milyon 500 bin lira arasında... Hem de 1 milyon 750 bin liraya neler seyrediliyor? Kuğu Gölü Balesi, Prens Igor, Don Giovanni, La Traviata, Tahiti Macerası operaları, Kiss me Kate opereti şu günlerde izlenebilecek temsiller...
1883’te kuruldu
Geçen hafta Marmara Üniversitesi’nin 120’nci yaş günü ‘Kuğu Gölü’ balesi ile kutlandı. Rektör Prof. Dr. Tunç Erem, öğrenci sayısı bakımından Türkiye’nin üçüncü büyük üniversitesi olan Marmara Üniversitesi’nin yaş gününü, bolca konuşmalı bir salon toplantısı yerine "klasik bir gösteri" ile kutlamayı düşünmüş. Çok da iyi yapmış... Marmara Üniversitesi, 1883 yılında "Hamidiye Ticaret Mekteb - i Alisi" ismi ile kurulan ve Cumhuriyet döneminde "Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi" adını alan okulun temelleri üzerinde gelişen bir üniversite. Şimdilerde 55 bine yakın öğrencisi, 3 bine yakın akademik personeli var. 14 fakülte, 8 yüksekokul, 11 enstitü, 32 araştırma