Otoyol yapımı nasıl bir iştir? Otoyol nasıl yapılır? Görmek için Gülsanın Bursa yakınında Başköydeki şantiyesine gittim.Ben şimdiye kadar otoyol şantiyesi nedir görmemiş saf ve bakir bir Anadolu çocuğuyum. Benim kuşağım yolu "amele"nin yaptığını bilir. Amele kazma kürek ile yol yapar. Müteahhit ameleyi çalıştırır. Devletten parayı alır. İstanbul - İzmir otoyolu 3 gidiş, 3 geliş, 6 şeritli 450 kmlik bir yol olacak. Gebzeden sonra köprü ile Körfez geçilecek. Yalova, Orhangazi, Bursa, Susurluk, Karacabey, Manisa üzerinden İzmire ulaşılacak. Sekiz ayrı ihale ile müteahhitlere verilecek olan işin ilk ihalesi "Bursa Çevre Yolu" ile ilgili. İhale üç yıl önce yapıldı. İstanbul - Balıkesir - İzmir trafiğini Bursanın şehir içine sokmadan mevcut yol ağı ile çözecek olan bu projeyi yükümlenen Gülsan İnşaat Grubu yol yapımını sürdürüyor. 42 metre boyunda beton kiriş Müteahhit Gülsan firması 30 kilometrelik yol işi için şantiyeye her biri 40 ton taş - kuş çeken 70 kamyon, 10 dozer, 8 kepçe, 15 ekskavatör, 10 silindir, 15 mikser beton aracı satın almış. Bir beton, bir asfalt santralı, bir mekanik atölyesi, bir taş kırma tesisi, bir hazır kiriş tesisi yapmış. Hazır kiriş tesisinde viyadük ve
<#comment>#comment>İstanbul - İzmir otoyolu 3 gidiş, 3 geliş, 6 şeritli 450 km’lik bir yol olacak. Gebze’den sonra köprü ile Körfez geçilecek. Yalova, Orhangazi, Bursa, Susurluk, Karacabey, Manisa üzerinden İzmir’e ulaşılacak. Sekiz ayrı ihale ile müteahhitlere verilecek olan işin ilk ihalesi "Bursa Çevre Yolu" ile ilgili. İhale üç yıl önce yapıldı. İstanbul - Balıkesir - İzmir trafiğini Bursa’nın şehir içine sokmadan mevcut yol ağı ile çözecek olan bu projeyi yükümlenen Gülsan İnşaat Grubu yol yapımını sürdürüyor.
Otoyol yapımı nasıl bir iştir? Otoyol nasıl yapılır? Görmek için Gülsan’ın Bursa yakınında Başköy’deki şantiyesine gittim.
Ben şimdiye kadar otoyol şantiyesi nedir görmemiş saf ve bakir bir Anadolu çocuğuyum. Benim kuşağım yolu "amele"nin yaptığını bilir. Amele kazma kürek ile yol yapar. Müteahhit ameleyi çalıştırır. Devletten parayı alır.
Otoyol şantiyesine gidince beni en fazla etkileyen "amele" yerine gördüğüm "makine, alet, edevat" oldu.
Müteahhit Gülsan firması 30 kilometrelik yol işi için şantiyeye her biri 40 ton taş - kuş çeken 70 kamyon, 10 dozer, 8 kepçe, 15 ekskavatör, 10 silindir, 15 mikser beton aracı satın almış. Bir beton, bir asfalt
Gölün kenarındaki kahvede bin yıllık olduğu söylenen dev çınarın altında Belediye Başkanı Cavit Uysal ile çay içiyoruz. Başkan diyor ki, "Göl öldü. Gölyazı öldü". Osmanlı döneminde Rumların, Cumhuriyet döneminde Türklerin tek geçim kaynağı gölde kerevit ve balık avlamakmış. Gölyazıda her evin bir kayığı var. Her evin önünde deniz ürünü avı için "takım taklavat" var.Günde 30 ton kerevit, 8 - 10 ton turna, sazan, göl tekiri avlanır, kerevit ihraç edilir, balık çevrede satılırmış. Geliniz görünüz ki, göle "nazar" değmiş. Kerevitlere hastalık gelmiş. Balıklar yok olmuş. İlim - bilim adamları henüz nedenini bulamamış ama halk bu kötü sonucu Çernobil nükleer faciasına bağlıyor. Her ne ise bugün kerevit çıkmıyor. Günde 200 kilo dolayında balık avlanıyor. Belediye Başkanı ile balıkhaneye yürüdük. Balıkçılar o gün tuttukları göl tekirinin 15 kiloluk kasasını 4 milyon, 5 milyon liraya satmaya çalışıyordu.Halk, göldeki kerevit ve balıklar öldüğünden bu yana hayatın da öldüğünü söylüyor. Çünkü Gölyazıda yapacak iş yok, toprak yok... Belde dışındaki 800 dönümlük zeytinlikler on ailenin malı. Hayvancılık ve tarım yapma şansına sahip değiller.Toplama süt ile peynir yapan 20 - 30 hane var. Onlar
<#comment>#comment>Gölyazı beldesi, Apolyont Gölü’nün kıyısında iki bin nüfuslu eski bir yerleşim bölgesi. Cumhuriyet’ten önce bin hane Rum, iki yüz hane Türk nüfusu varmış. Mübadelede Rumlar gitmiş. Selanik ve Bulgaristan’dan gelenler onların evlerine yerleşmiş.
Gölün kenarındaki kahvede bin yıllık olduğu söylenen dev çınarın altında Belediye Başkanı Cavit Uysal ile çay içiyoruz. Başkan diyor ki, "Göl öldü. Gölyazı öldü". Osmanlı döneminde Rumların, Cumhuriyet döneminde Türklerin tek geçim kaynağı gölde kerevit ve balık avlamakmış. Gölyazı’da her evin bir kayığı var. Her evin önünde deniz ürünü avı için "takım taklavat" var.
Günde 30 ton kerevit, 8 - 10 ton turna, sazan, göl tekiri avlanır, kerevit ihraç edilir, balık çevrede satılırmış. Geliniz görünüz ki, göle "nazar" değmiş. Kerevitlere hastalık gelmiş. Balıklar yok olmuş. İlim - bilim adamları henüz nedenini bulamamış ama halk bu kötü sonucu Çernobil nükleer faciasına bağlıyor. Her ne ise bugün kerevit çıkmıyor. Günde 200 kilo dolayında balık avlanıyor. Belediye Başkanı ile balıkhaneye yürüdük. Balıkçılar o gün tuttukları göl tekirinin 15 kiloluk kasasını 4 milyon, 5 milyon liraya satmaya çalışıyordu.
Halk, göldeki
<#comment>#comment>Köy alanları dışındaki her türlü konutu depreme karşı sigorta ettirmek mümkün. Konutun kerpiç olması, ahşap olması, beton olması önemli değil. Tek katlı da olsa, çok katlı da olsa depreme karşı sigorta ettirilebiliyor.
Köy alanlarındaki konutların deprem sigortasının yapılmaması hükümetin bir tercihi. Hükümet deprem sigortası ile ilgili düzenlemeyi yaparken köyleri sigorta kapsamı dışında bıraktırdı. Deprem sigortasını sigorta şirketleri yapmıyor. "Doğal Afetleri Sigorta Kurumu" (kısa adı DASK) adında bu iş için kurulan bir sigorta şirketi yapıyor. Tüm sigorta şirketleri DASK adına poliçe satıyor. Komisyon alıyor. Bu nedenle deprem sigortası yaptıracak olanların sigorta şirketi seçmeleri bir sorun değil. Bütün sigorta şirketleri DASK’ın aynı tip poliçesini satıyor. Aynı fiyat ile deprem teminatı veriyor.
Sigorta şirketlerinin, "Bu binaya deprem teminatı verilir. Şuna verilmez" diye ayırım yapmaları söz konusu değil. Hasar görmüş ama daha sonra Bayındırlık Bakanlığı’ndan sağlamlık belgesi getirmiş binalar için bile deprem sigortası yaptırmak mümkün.
Riski dağıtıyor
DASK bir sigorta şirketi olarak yurtdışında reasürans şirketleri ile ilişkili.
Bunun üzerine Türkiyeye bir uzmanlar heyeti geldi ve bir rapor yazdı. 11 incelemeden 5inde çok yüksek miktarda aflatoksin B1 bulunduğu, 6 incelemede de oranın AB yönetmeliğinin üst sınırında olduğu ifade edildi. Raporda, bu ürünlerin tüketildiği anda kısa vadede, başta karaciğer olmak üzere çeşitli kanserlere neden olabileceği vurgulandı.Raporda kuru gıda, çerez ve kuru meyve konularında ABnin hiçbir standardının tamamiyle yerine getirilmediğine dikkat çekilerek, depoların da yine AB standartlarına uymadığı belirtildi. Paketlemelerde hijyen eksikliğine dikkat çekildi. Ürünlerin işlenmesinde çalışanların AB sağlık ve temizlik kurallarına uymadıkları da raporda yer aldı. Türkiyede Tarım Gıda Güvenliği ve Gıda İşleri Genel Müdürlüğünün denetimlerinin yetersiz olduğuna dikkat çekildi.Bu rapor üzerine AB, bu ürünlerin ithalatının izlemeye alınmasına karar verdi. 4 Şubatta AB Resmi Gazetesinde yayımlanan karara göre Gıda Sağlığı ve Tarım İşleri Genel Müdürlüğünün laboratuvar analizi ile sertifikası olmadan söz konusu ürünler AB sınırlarından içeri giremeyecek. Maalesef kamuoyunun bulardan haberi yok. Brükselden Güldener Sonumut, İzmirden tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım, konuyu kamuoyuna
<#comment>#comment>Avrupa Birliği (AB) Gıda ve Hayvan Sağlığı Ajansı (OAV), Türkiye’nin Almanya ve Fransa’ya ihraç ettiği Antep ve Siirt fıstığı, fındık ve kuru incirlerin, kanserojen bir madde olan aflatoksin B1 ve diğer aflatoksin türlerini, AB’nin sağlık standartlarının öngördüğünden 4 - 7 kat fazla içerdiğini tespit etti.
Bunun üzerine Türkiye’ye bir uzmanlar heyeti geldi ve bir rapor yazdı. 11 incelemeden 5’inde çok yüksek miktarda aflatoksin B1 bulunduğu, 6 incelemede de oranın AB yönetmeliğinin üst sınırında olduğu ifade edildi. Raporda, bu ürünlerin tüketildiği anda kısa vadede, başta karaciğer olmak üzere çeşitli kanserlere neden olabileceği vurgulandı.
Raporda kuru gıda, çerez ve kuru meyve konularında AB’nin hiçbir standardının tamamiyle yerine getirilmediğine dikkat çekilerek, depoların da yine AB standartlarına uymadığı belirtildi. Paketlemelerde hijyen eksikliğine dikkat çekildi. Ürünlerin işlenmesinde çalışanların AB sağlık ve temizlik kurallarına uymadıkları da raporda yer aldı. Türkiye’de Tarım Gıda Güvenliği ve Gıda İşleri Genel Müdürlüğü’nün denetimlerinin yetersiz olduğuna dikkat çekildi.
Bu rapor üzerine AB, bu ürünlerin ithalatının izlemeye
<#comment>#comment>Nereden çıktı bu Sevgililer Günü? Merak ettim. Kitapları karıştırdım. Bu günün hikayesi milattan öncelere gidiyor. Eski Romalılar 15 Şubat’ı baharın başlangıcı olarak kabul ederdi. Tarım Tanrısı Faunus adına düzenlenen "Bereket Şenlikleri" bu gün başlardı.
Din adamları Luperci’ler 15 Şubat’ta Roma’nın kurucusu sayılan Romulus ve Remus’u emziren dişi kurt Lupa’nın mağarası önünde toplanır, bereket için bir keçi, kötülüklerden arınmak için bir köpek kurban ederlerdi. Bu festivale Lupercia şenlikleri adı verilirdi.
İmparator Claudius II, bir kararname ile genç askerlerin evliliğine yasak getirmişti. Evlenmeleri yasaklanan genç savaşçıların kızlarla bir araya gelmeleri için bir yol bulunmuştu. 15 Şubat’taki Lupercia şenlikleri sırasında, savaşçı erkeklerle birlikte olmak isteyen genç kızlar isimlerini bir taşa yazarak taşı şenlik alanında bulunan büyük bir küpün içine atıyordu. Savaşçı gençler küpten isim çekiyor, bu ismi taşıyan kız ile bir dahaki şenliğe kadar birlikte olma hakkına kavuşuyordu.
Claudius II, Valentine isimli bir rahibin gizlice bazı genç savaşçılar ile sevgililerini evlendirdiğini duyunca, rahibi ölüme mahkum etti. Bir sonraki yılın 15