Aralık ayının başlarında Londra’da Suriye konusunda dörtlü bir NATO zirvesi yapıldı. O zamanki beklenti, bu toplantının bir İstanbul zirvesiyle sürdürüleceği yönündeydi.
Fransa’nın ne dediği belirsiz Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu toplantıdan kısa bir süre önce NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini söylemişti. Oysa o sırada NATO, Türkiye’yi Suriye’deki gayrimeşru rejime karşı, ama’sız-fakat’sız desteklediğini açıklasa, İdlib’deki gözlem faaliyetinin sürmesi gerektiğini bildirse, Rusya’nın ve Suriye’nin şu terörist-bu terörist hokkabazlığına karşı, kararlı bir duruş sergilemiş olsaydı, büyük ihtimalle Esad kendisinde Türk birliklerine karşı harekete geçme ve 50 evladımızı şehit etme cesaretini bulamayacaktı.
Londra zirvesi, Fransa liderinin yakışıksız açıklamalarıyla başladı ve durumu kurtarmak için yaptığı diğer yakışıksız açıklamalarıyla sona erdi. Macron, zirveden sonra diğer liderleri kenara iterek, basının karşısına geçti, elleriyle kollarıyla birtakım jest
ABD’nin derdini biliyoruz: Suriye’yi üçe bölmek ve bu yeni devletçiklerden birini, sözüm-ona Kürtlere ait olanı, Irak’taki Kürdistan Özerk Yönetimi ile birleştirerek, Başkan Wilson’ın “1915 Osmanlının Paylaştırılması” başlıklı haritasını gerçekleştirmek.
Bunu söylediğiniz zaman ABD’deki düşünce kuruluşlarındaki eski tanıdıklarınız siz, sadece bölgede geçerli bir tür hastalığa yakalanmışsınız gibi bakmaya başlıyorlar: “Vah vah... Türkiye’ye döndü, ‘ABD bizi yok etmek istiyor’ hastalığına tutuldu” diyen bakışları üzerinizde hissediyorsunuz.
Gerçi bunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekler; geçen yıl Barzani’yi nasıl ikna ettilerse bağımsızlık ilanına ikna ettiler. Ancak Türkiye, Rusya ve İran Barzani’nin vaz geçmesini sağladılar. Sanırım bu çabada, bağımsızlık referandumu yapılırken Kuzey Irak Özerk Kürdistan sayılan alanın tamamının İsrail bayrakları ile donatılmış olmasının da etkisi oldu!
Böylece anladık ki, Rusya, “Ben
Rusya, Ukrayna’ya şu anda doğal gaz boru hattı için yılda 3 milyar dolar veriyor. Türk Akım boru hattı yapılıncaya kadar Ukrayna hattı Rusya’nın AB’ye tek gaz satış hattı idi. Ancak daha önce iki kere fiyat anlaşmazlıkları, bir kere de Kırım’ın işgali dolayısıyla çıkan siyasal ve hatta askeri gerginlik sırasında Rusya bu hattı kesti.
Şimdi bu hatta alternatif olarak Türk Akım’ın 930 kilometrelik yeni hattı var. Ukrayna’yı tamamen AB’ye muhtaç etmemek için Rusya bu hattan gaz satmaya devam ediyor. Ama bugüne kadar yaptığı açıklamalar Rusya’nın Türk Akım hattından yılda 31.5 milyar metreküp gaz sevk edeceğini gösteriyor. Bu, Rusya’nın bugünkü fiyatlarla yılda 500 milyon dolar elde edeceği anlamına geliyor.
Rusya’dan yine AB’ye gidecek Kuzey Akımı projesi de tamamlandığında, Rusya’nın toplam doğal gaz geliri 1.5 milyar dolara çıkacak. Kuzey Akımı ile birlikte Rusya’nın gaz ihracatındaki alternatif ihracat imkânı da üçe çıkmış olacak.
Washington’da bulunan Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar
AB ile “Geri Kabul Anlaşması” denen garabeti, yedi yıl önce imzaladık. Aslında “imzaladık” da çok doğru değil çünkü ortada ne imzalı bir kâğıt var ne parlamentodan geçmiş bir onay yasası.
Suriye halkı varil bombalarından, sokağın başını tutup üzerine makinalı tüfek ateşi açan kendi ordusundan kaçarak Türkiye’ye sığınmaya başlayalı iki yıl olmuştu. Umuyorduk ki AB’ye bizden geçerek gidecek Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesini kabul edersek, bu kişilerin Türkiye’de veya Suriye’de geçici olarak kalacakları imkânların sağlanması için yardım edeceklerdir. Neden böyle bir şey umuyorduk?
Çünkü Avrupa ülkelerinin de bizim gibi Suriye mültecileri meselesine insanî bir pencereden bakacaklarını sanıyorduk. Başka türlüsü nasıl olabilirdi? Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, muharip olmayan erkekler, okula giden öğrenciler, hastalar, bakıma muhtaç olanlar, ilaç alması gereken hastalardı onlar.
Mesele bizim için o kadar insanî, o kadar acil bir
İnsan, acının ortasında iken, aklıselimi, sağduyuyu, hatta düz mantığı bile duymak istemez. Çocuğun düşmüş, dizi kanıyor, siz karşısına geçmiş “Yok bir şey... Acımıyor!” diyorsunuz.
Ama milletler çocuk değildir; halkın acısı ne kadar büyük olursa olsun, yılgınlığa hakkı yoktur; hele Türk milletinin tarihi, en yılgın, en çaresiz göründüğü anda sükûnetle, aklın çizgisinden sapmadığı, bu sebeple kazandığı örneklerle doludur.
15 Mayıs’ta, müttefik kuvvetleri İzmir’e getirip Yunan ordusunu bıraktıkları gün, bırakın İstanbul’u, Akhisar’da, Manisa’da halkın nasıl derlenip toplandığını hatırlayın.
O halde, 33 kahraman evladımızı Peygamber’in kollarına tevdi ettiğimiz (ve bu sayının artması ihtimali olan) bugün belki de soğukkanlı, sakin ve bir muhasebeci inceliğiyle durumu gözden geçirmemiz gerektiği asıl gündür.
Virüsleri inceleyen bilim uzmanına televizyonda soruyor programın sunucusu:
“Biz gazeteciler komplo teorilerini pek sevmeyiz ama sormadan edemeyeceğim: Korona virüsü laboratuvarda mı geliştirildi? Siz bu virüsü inceleseniz, bunu anlayabilir misiniz?” diye soruyor.
Virolog profesörün muazzam bir hümanizmle bu soruya cevaben verdiği “Ama bir bilim insanı bunu neden yapsın? Neden insanları öldürmek istesin?” sorusunu duysanız, sanırsınız ki dünya gerçekten iyi bir yerdir. Dünyada savaş denen şey olmamaktadır. Bilim, fen ve ordular, her gün yeni bir kitle ölüm aracı icat etmemektedir!
Heyhat!
Kitle cinayetleri işleyen, ırkçı ve aşırı dinci-radikal teröristler Müslüman ise bilim insanları, iletişim uzmanları, anlayanlar, anlamayanlar, kaleme-mikrofona sarılıp başlıyorlar açıklamalar üretmeye: İslam dini, inananların nasıl bir takım inançlar geliştirmesine sebep oluyormuş ki bu inançlar bu kişileri nasıl iradeleri dışında terörist haline getiriyormuş.
Bunu ayet-hadis ve Siyer alıntıları ile anlatan ama hayatında formel ilahiyat eğitimi görmemiş insanların yazdığı en az on makaleyi sayabilirim.
Ne hikmetse aynı melaneti işleyen bir Hristiyan veya Musevi ise, bu kuram üretme çabaları duruyor ve aynı çevreler bu kez en fazla, “atomize bireyleşmeyi teşvik eden aşırı modernleştirmenin ortaya çıkarttığı yalnız kurtlardan” söz etmeye başlıyorlar.
Nitekim bu “Yalnız kurt” teorisi, tamamen bu amaçla ortaya atılmış bir açıklama tarzıdır. Bu, bilimsel ciddiyet atfedilecek kadar uzun bir araştırma ömrü olmayan, ABD Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın, Amerika’daki ırkçı saldırılardan ırkçı grupları adeta beraat ettirmek
Rusya, 10 gündür aynı planı ısıtıp Türkiye’nin önüne sürüyor. Güya bu planın amacı, Türkiye’nin denetlemeye ve çatışmadan alıkoymaya söz verdiği İdlib’deki (Rusya’nın terörist saydığı) silahlı grupların, Rusya’nın Lazkiye’deki Hmeimim üssüne saldırılarını durdurmaktı. Rus ve Suriye birliklerinin en son 18 Şubat’ta saldırdıkları İdlib noktalarından aşağı yukarı 200 kilometre uzakta bulunan Hmeimim üssüne son saldırı haberi tam bir ay önce 18 Ocak’ta (ve sadece Rus haber ajansı Sputnik tarafından) verilmişti. Bu haberde bile Rus üssünde kimsenin burnunun kanamadığı ne üsse ne de piste zarar gelmediği belirtiliyordu. Ama bu 30 gün içinde İdlib’de en az 300 kadın ve çocuk ölmüş bulunuyor. Tabii bu haberler Sputnik ve Suriye ajansı tarafından asla verilmiyor.
Rusya hava üssünü korumak istiyorsa, neden saldırdığını öne sürdüğü teröristlerin bulunduğu yerleri ve geldiği yolları bombalamıyor da tamamen ayrı bir yer, çatışmasızlık gözlem noktasında bulunan