Sakin olalım

21 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Dün yeniden bir vahşetle karşılaştık. Geçen hafta iki sinagoga konan bombadan sonra şimdi de İngiliz Konsolosluğu ve HSBC bankasına patlayıcı kondu. Sıra kimde ve nerede bilmiyoruz. Bombaların neyle alakası var? Neyi ikaz ediyor? Sonu nereye varacak? Bunları da bilmiyoruz. Önce Museviler, sonra İngilizler. Ya daha sonra? Acaba Irak'ta izlenen ABD politikasına destek olanlar mı cezalandırılıyor? Yoksa bu sadece bir ikaz mı? Veya bir gözdağı mı? Kafalarda sorular uçuşup, duruyor. Hiçbirini bilmek kolay değil. Ancak terörün siyasal nedeni saptanmayınca önlemler de sınırlı kalıyor.
Artık Türkiye Ortadoğu'nun terör vahşetiyle karşı karşıya. Türkiye nasıl oldu da bu terörün içine düştü? Hangi politikalar, hangi etmenler Türkiye'yi bu terörün içinde itti? Evet, belki ABD ile beraber Irak'ta savaşa girmemizi savunanlar oldu. Hatta konu Meclis'te reddedildiğinde çok kızanlar oldu. Ama nihayet Türk ordusu Irak'a gitmedi. Cinnet değil, aklıselim egemen oldu. O zaman bu bombalar neden patlıyor?
Umarız bu terörist saldırıların ardı arkası gelmez. Ancak geldiği taktirde ülkeye vereceği zarar elbette büyüyecektir. Hem ekonomik, hem de siyasal olarak. Terörün yayılması

Yazının Devamı

Türkiye'nin en büyük sorunu nedir?

20 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Hemen yanıtlayalım: İşsizlik! Ülkemizde işsizlik büyük sorun, çünkü çok yoğun. Üstelik diğer sorunlara hiç benzemez. İşsiz kalanın geliri sıfırlanır. Açtır, açıktır. Her türlü suçu işleyebilir. Kısacası, en büyük toplumsal sorundur işsizlik. Gelir adaletinin sağlanması işsizliğin azaltılmasından geçer. Fakirliğin ortadan kaldırılması da.
Geçtiğimiz hafta DİE işsizlik konusundaki son rakamları açıkladı. Son rakamlar bu yılın eylül ayında derlenmiş. Kısaca özetleyelim:

Yazının Devamı

Büyüme ile fakirlik ortadan kalkar mı?

19 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Gelir dağılımındaki bozukluk sözcüğü elbette normatif bir niteleme. Üstelik bir referansın belirtilmesi gerekiyor. Neye göre ve hangi zamana göre bozuk olduğu açıklanmadan bilimsel temeli olamaz. Bu nedenle, bozukluk sözcüğü yerine, daha sübjektif bir irdeleme olan adaletsizlik sözcüğü belki daha doğru. Ama nihayet gelir adaletsizliği kavramı da göreli. Artması ya da azalması objektif gerçekler.
Gelir dağılımı kavramı bu denli sübjektif olduğundan, bir süredir fakirlik kavramına objektif bir kıstas getirilmeye çalışılıyor. Mesela günde 2 ABD dolarından az kazanan biri dünyada fakir sayılıyor. Diğer bir deyimle ayda 60 dolardan az kazanan. Bu beş kişilik bir aile için ayda 300 dolar ediyor ve ülkemizdeki asgari ücretten hayli yüksek. Yani bu kıstasa göre asgari ücret kazanan 5 kişilik bir aile çok daha fakir. İşsiz olan ise tümden yolsuz!
Gelir dağılımındaki çarpıklıkla fakirlik arasında da bir ilişki bulunuyor. Ancak fakirliğin olmaması, gelir dağılımının çarpık olmadığına işaret etmiyor. Çok gelişmiş bir ülkede ulusal refah artmış ve fakirlik azalmış olabilir. Ama gelir dağılımı hala çarpık olabilir. Bunun olasılığı hayli az. Bilimsel araştırmalar

Yazının Devamı

Sinagoga bomba ve piyasalar

18 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Bazı ekonomist meslektaşlarımız piyasa yorumu yaparken günlük gelişmelere bakıyor. Oysa, bu çok yanlış. Mesela "Borsa çok şişti, artık iner" gibi bir yaklaşım bilimsel temelden yoksun. Piyasa yorumu yaparken ya da herhangi bir öngörü geliştirirken, öncelikle ülkenin içinde bulunduğu siyasal durumun bilinmesi gerekiyor. Savaş, terör ve müttefiklerle ilişkiler gibi önemli parametreleri bilmeden yapılan ekonomik analizler çok hatalı oluyor. Ciddi miyopi taşıyor.
Düşünün bir kere, ülkelerin kredi notu hesaplanırken terör ve iç istikrar gibi konular dikkate alınıyor. Ama biz risklerin başında gelen bu etmenleri dikkate almıyoruz.
Türkiye gibi ülkelerde ekonomik dengeler siyasal değişimlere çok yakından bağlıdır. Tabii her siyasal değişim ekonomik dengeleri sarsmaz. Ekonomik dengelerin sarsılması için siyasal değişimin uygulanan ekonomik politikaları da değiştirmesi gerekir. Mesela İngiltere'de İşçi Partisi bugün seçimleri kaybetse bile, piyasadaki dengeler değişmez. Çünkü hem İngiliz ekonomisinde önemli bir hastalık kalmamıştır. Hem de uygulanacak politika üç aşağı - beş yukarı aynıdır. Ancak değişirse orada da çalkantılar ortaya çıkabilir.
Önceki gün

Yazının Devamı

AB'nin ilerleme raporu eksik mi, fazla mı?

14 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
AB Komisyonu'nun Türkiye hakkında hazırladığı ilerleme raporu Kıbrıs konusunu ön şart olarak koyunca ülkemizde bazı kasimler tepki gösterdi. Çünkü Türkiye bir an önce bir takvimi karşısında görmek istiyor. Ancak bir başka tepki de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'den geldi. Her iki tepkiyi de değerlendirmek gerekiyor.
Kıbrıs oldum olası Türkiye için bir sorundur. 1959 Londra Anlaşması ile adadaki Türk soydaşların hakları güvence altına alınmıştı. 1960'lı yıllarda Kıbrıs Cumhuriyeti ne yazık ki bir Rum devletine dönüştü. Türkler ezildi. Ta ki 1974'te Türkiye'nin canına tak edene kadar. Bugün Kıbrıs sorununu tartışırken bu gerçekleri göz ardı etmemek gerekiyor.
Bununla beraber, Kıbrıs'ta kurulan Türk cumhuriyetini Türkiye'den başka dünyada kimse tanımadı. Böylece Türkiye adadaki Türklerin güvenliği ile uluslararası tanınma arasında sıkıştı. Bu durumda çözüm uluslararası tanınmışlığa sahip bir güvenceyi yaratmak. Bu elbette AB olabilir. Ancak AB'nin adadaki Türklere güvence sağlarken, onları demografik, dolayısıyla da sosyo - ekonomik olarak mağdur edecek siyasal çözümleri önermemesi gerekiyor. Annan planındaki sıkıntı da burada. Gerçi, AB müzakere takvimini

Yazının Devamı

Dr. Breuer'den saçılan inciler

13 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Dünyada bankalar zorda. Kar sorunu yaşanıyor. Bunu aşmak için çeşitli stratejiler geliştiriliyor, önlemler alınıyor. Dün TÜSİAD'ın davetlisi olarak İstanbul'a gelen Deutsche Bank Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Rolf E. Breuer'i izledik. Dr. Breuer geçen yıl da Türkiye'ye gelmiş, Sabancı Üniversitesi'nde bir konuşma yapmıştı. O zaman ilgi daha çok krizler üzerineydi. Bu kez Avrupa'da bankacılık sektörünün durumunu değerlendirdi ve yapılması gerekenleri özetledi.
Dr. Breuer'in önce euronun tedavüle girmesinin öneminden, bunun elverdiği olanaklardan bahsetti. Malum, ortak bir para birimi hem ticareti artırıyor, hem de üye ülkeler arasındaki dolaşımı kolaylaştırıyor. Daha sonra da bankaların nasıl bir süreçten geçtiğini aktardı.
Almanya'da bankaların içinde bulunduğu sıkıntılardan da bahsetti Dr. Breuer. Bundan kurtulmanın yolu elbette verimin artırılması. Gerçi bir yanda bu yapılıyor. Ancak hacimleri büyütmeden yine de yeterince karlılık sağlanamıyor. Dr. Breuer'e göre İngiliz bankaları göreli olarak daha iyi durumda. Bunun da nedeni İngiltere'de şube sayısının daha makul düzeylerde kalması. Mesela İngiltere'de her 1000 kişiye 0.40 şube düşüyor. Oysa Almanya'da

Yazının Devamı

Kriz, gelir adaleti sağlar mı?

12 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Gelir dağılımı konusunun ülkemizde az bilinen uzmanlarından Deniz Gökçe'dir. Gökçe Amerika'da öğrenim yıllarında bu konu ile yakından ilgilenmiş, ancak daha sonra ilgisini para piyasalarına yöneltmiştir. Bir süre önce Gökçe Akşam gazetesinde iki yazı yazarak; önce, gelir dağılımının çarpıklaştığına dair iddiaların bilimsel temelden yoksun olduğunu belirtmiş, ikinci yazısında da, DİE'nin son araştırmasına atıfta bulunarak, gelir dağılımının kriz sonrası daha adil hale geldiğini aktarmıştı.
Malum ekonomik krizler işsizliğin artmasına neden olur. Öte yandan, artan enflasyona karşın ücretlerin nominal bazda sabit, ya da düşük kalması, erozyona uğramasına neden olur ve çalışan kesimin refahı düşer. Böylece kamuoyunda, krizle beraber gelir dağılımının büyük ölçüde bozulduğu yargısı egemen olmuştur.
Ancak bu yargı her zaman geçerli olmayabiliyor. Mesela bazen kriz özellikle üst kesime darbe vurabiliyor. Örneğin mavi yakalı (sanayi emekçileri) yerine beyaz yakalılar (orta düzey yöneticiler veya ücretliler) daha çok işsiz kalabiliyor. Bu durumda gelir dağılımı daha adil bir yapı gösterebiliyor. Çünkü tartıştığımız konu refah düzeyi değil, dağılım. Kısacası bir

Yazının Devamı

Hangisi yüksek olmalı?

11 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Bundan bir süre önce Hürriyet gazetesi yazarı, eski Merkez Bankası ve şimdi de bir özel bankanın yöneticisi olan Ercan Kumcu dostumuz bir dizi makale yayımlayarak faizlerin düzeyinden çok, kurun düzeyinin istikrarlı olmasını savundu. Kumcu'nun bu görüşü kendi içinde iki bakımdan haklılık taşıyor. Birincisi, 1988 yılında mali liberasyon sürecinde Kumcu geminin kaptan köşkündeydi. İkincisi de bankacılık kesimi sıcak para olgusunu yıllardır savunuyor. Kumcu da bu kesimin içinde yer alıyor.
Bu yazıya iki tepki geldi. Biri aynı gazetede yine köşe yazarı ve yine dostumuz olan Ege Cansen. Diğeri de Akşam gazetesinde köşe yazarı ve aynı zamanda hocam da olan Deniz Gökçe. Cansen, düşük kur - yüksek faiz yerine, düşük faiz - yüksek kurun yeğlenmesi gerektiğini savundu. Gökçe ise konuya tamamıyla farklı bir eksenden girdi.
Önce Kumcu'nun tezini yansıtalım. Kur belli bir hedef doğrultusunda hareket ederse, ekonomik beklentiler bu ölçüde oluşur. Hem ekonomik istikrar elde edilir, hem de sıcak para ülkeye girerek faizlerin düşmesine el verir. Bazıları sıcak parayı kaçamakçı bulsa da, ülkede işler iyiyse o da kalıcı olur. Demek ki, işlerin iyi olması daha önemlidir.

Yazının Devamı