<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Geçtiğimiz hafta yabancılar hızlı biçimde Türkiye'ye girdiler. Hem döviz sattılar, hem de Hazine bonosu aldılar. Özellikle de Hazine'nin euro - tahvillerini.
Bunun bir nedeni, ABD Türkiye'ye 1 milyar dolarlık bir hibede bulunması. Diğeri de enflasyon verileri. İlk bakışta 1 milyar dolar düşük gibi gelse de, krediye dönüştürüldüğünde 8.5 milyar dolar ediyor. Hem de uzun vadeli. Bu da Hazine'nin borç sorununu büyük ölçüde rahatlatıyor. Öte yandan, bu yıl enflasyon hedefinin (yüzde 20) yine tutacağı görünüyor.
Gerçekten Türk ekonomisi iyi bir yerde mi? Yoksa belli riskler sürüyor mu?.. Ekonomide belli bir iyileşme var. Hem büyümenin arttığı, hem de enflasyonun düştüğü gözleniyor. Üstelik bu iki iyileşme genellikle birarada gözlenmemesine rağmen.
Ancak elde edilen bu büyüme gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmıyor. Çünkü işsizlik bir türlü azalmıyor. Hatta aksine artıyor. Öte yandan, Türk Hazinesinin borçları milli gelir içinde yüzde 70'lere varıyor. Yani çok yüksek. Bütçede de iki yıldır istenen ölçülerde faiz - dışı fazla ortaya çıkmıyor. Kısacası, kamu dengesinde arzulanan performans elde edilemiyor. Dış dengede de sorunlar var. Cari
Bu misyonda, yani modernleşmenin halka yaygınlaşmasında CHPnin ne denli başarılı olduğu tartışılabilir. Çünkü malum, devrimler tepeden inme geldiğinden, halk arasında kolay kabul görmüyordu. Ancak Cumhuriyet boyunca CHPnin bu değişimlerin yılmaz bir savunucusu olduğu da sorgulanamaz.Zaman zaman CHP tutucu olmakla eleştirilir. Gerçekten de CHPnin tutuculaştığı dönemler vardır. Hatta son on yıldır bu aşırı boyutlarda yaşanıyor. Fakat Cumhuriyet tarihine bakıldığında, CHPnin iki çok önemli toplumsal değişimin öncüsü olduğu görülür. Bunlardan ilki çok partili yaşama geçişin öncülüğü, yani çoğulcu demokrasi; diğeri de, sosyal demokrasinin halka yayılmasıdır.CHPnin sol bir kimliğe kavuşması, aynı zamanda siyasetin de sağ ve sol eksenler arasında yelpazeleşmesini sağlamıştır. Bu Türk siyaseti için son derece sağlıklı olmuştur. Ne yazık ki, 12 Eylülün kırmaya çalıştığı bu yapı daha sonra, Özalcı yazarların da "ideolojiler öldü, yaşasın iş bitirici - realizm" sloganıyla büsbütün baltalanmıştır.Sosyal demokrat görüşün CHPde egemen ideoloji haline gelmesi, CHPnin bir devlet kurumu kimliğinden sıyrılarak, halkın partisi olmasını kolaylaştırmıştır. Bu dönemde halkla kopukluk yaratan sorunlar
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bugün 9 Eylül. İzmir'in kurtuluş yıldönümü, aynı zamanda CHP'nin de kuruluş yıldönümü. CHP Cumhuriyet'in en eski partisi. Hatta CHP'lilere göre en köklüsü. Bu kök İttihat ve Terakki'ye kadar gidiyor. Bağımsızlık ülküsünün mücahitleri savaş sonrası Atatürk'ün kurduğu bu partide yer alarak, onun başlattığı modernleşme değişimlerine siyasal olarak sahip çıkacak, halk arasında yayılmasına çabalayacaklardı.
Bu misyonda, yani modernleşmenin halka yaygınlaşmasında CHP'nin ne denli başarılı olduğu tartışılabilir. Çünkü malum, devrimler tepeden inme geldiğinden, halk arasında kolay kabul görmüyordu. Ancak Cumhuriyet boyunca CHP'nin bu değişimlerin yılmaz bir savunucusu olduğu da sorgulanamaz.
Zaman zaman CHP tutucu olmakla eleştirilir. Gerçekten de CHP'nin tutuculaştığı dönemler vardır. Hatta son on yıldır bu aşırı boyutlarda yaşanıyor. Fakat Cumhuriyet tarihine bakıldığında, CHP'nin iki çok önemli toplumsal değişimin öncüsü olduğu görülür. Bunlardan ilki çok partili yaşama geçişin öncülüğü, yani çoğulcu demokrasi; diğeri de, sosyal demokrasinin halka yayılmasıdır.
CHP'nin sol bir kimliğe kavuşması, aynı zamanda siyasetin de sağ ve sol eksenler arasında
Önce temel kural: Yüksek gelir için yüksek risk alınması gerekiyor. Risk almak istenmiyorsa, getiri de düşüyor. Gerçi bazen hem riskli, hem de kârsız yatırım kararı alınabiliyor. Çünkü riskler hesaplanmıyor. Risklerin en aza indirgenmesiyle de ciddi getiriler sağlanabiliyor. En doğru strateji de bu. Ancak risklerin de ölçülebilir olması gerek. Çünkü ölçülemeyen risk hata yaptırıyor. Kısacası analiz şart!Yatırımcı önce riskleri değerlendirerek parasını yönlendirmeli. Eğer TLnin aşırı değerli hale geldiğini düşünüyorsa, dövize dönmeli. Yok eğer aşırı devalüasyon olduğunu düşünüyorsa, parasını yüksek kurdan TLye çevirmeli. Ama bu seçenek de risksiz değil. Çünkü paranın tamamının tek bir para biriminde tutulması yanlış. TLnin aşırı değer kaybettiği düşünülüyorsa, dövizden kaçınılması en doğru strateji. Fakat devalüasyon süreci hızlanarak sürerse, bu da tasarrufçunun zararını büyütebilir.Kısacası en doğru seçenek bir portföy oluşturmak. TL aşırı değer kazandığında toplam tasarrufun ağırlıklı kısmının dövize geçirilmesi ve giderek bunun ağırlığının artırılması, belki en az riskli strateji. Dövizin de belli bir sepette tutulması yararlı. Eğer euronun aşırı değer kazandığı düşünülüyorsa,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ülkemizde varsıl kesimin birikimi hayli yüksek. Ve bu kesim birikimlerini nasıl değerlendirecekleri konusunda bilgi ve öğüt almak istiyor. Malum; paran mı var, derdin var. Çünkü yanlış yapılırsa paranın önemli bir kısmı kaybedilebiliyor. Öte yandan, hata yapmamak için çok debelenilirse, sonunda paraya bir şey olmuyor, ama para da bir şey olmuyor.
Önce temel kural: Yüksek gelir için yüksek risk alınması gerekiyor. Risk almak istenmiyorsa, getiri de düşüyor. Gerçi bazen hem riskli, hem de kârsız yatırım kararı alınabiliyor. Çünkü riskler hesaplanmıyor. Risklerin en aza indirgenmesiyle de ciddi getiriler sağlanabiliyor. En doğru strateji de bu. Ancak risklerin de ölçülebilir olması gerek. Çünkü ölçülemeyen risk hata yaptırıyor. Kısacası analiz şart!
Yatırımcı önce riskleri değerlendirerek parasını yönlendirmeli. Eğer TL'nin aşırı değerli hale geldiğini düşünüyorsa, dövize dönmeli. Yok eğer aşırı devalüasyon olduğunu düşünüyorsa, parasını yüksek kurdan TL'ye çevirmeli. Ama bu seçenek de risksiz değil. Çünkü paranın tamamının tek bir para biriminde tutulması yanlış. TL'nin aşırı değer kaybettiği düşünülüyorsa, dövizden kaçınılması en doğru strateji. Fakat
Fakat savaş kısa sürdü. Böylece kur düştü. Mali disiplinde de aşırı gevşeme gözlenmedi. Bu da enflasyonda hızlı bir düşüş eğilimini başlattı. Şimdi yıl sonunda hedefin büyük ölçüde tutacağı beklentisi var. Yeter ki, sonbaharda enflasyonda tekrar bir canlanma eğilimi ortaya çıkmasın.Hatırlayalım; haziran ayında TÜFE yüzde 0.2 eksilmişti. Yani fiyatlar düşmeye başlamıştı. Daha sonra deflasyon sürdü ve temmuzda TÜFE - 0.4 oldu. Nihayet ağustos ayında, çok düşük de olsa, pozitif bir artış gözlenmiş oluyor; 0.2. Ama bu rakam yıl boyunca sürse yıllık enflasyon yüzde 2.5 kadar olacak. Yani, giderek Batılı ülkelere benzer bir enflasyon düzeye ortaya çıkıyor.Ağustos ayının TEFEsi de yüzde - 0.2 olarak oluştu. Ancak birden bire aşırı iyimser olmak da mahzurlu. Çünkü ağustos ayının mevsimsel özellikleri unutulmamalı. Kaldı ki, bu düşüşte büyük ölçüde reel olarak değer kazanan TLnin payı var. Kur tekrar yukarı doğru hareket ederse, sonbaharda enflasyonun doğrultusu da yön değiştirebilir.Nitekim çekirdek enflasyonu denen, özel imalat sanayi fiyat endeksine bakıldığında ağustos ayında yüzde 0.7 arttığı gözleniyor. Üstelik mevsimsel olarak pek değişmeyen bu endeks haziranda yüzde 0.2, temmuzda
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Dün enflasyon rakamları açıklandığında Antakya'daydık. Kirve olduğumuz İzzettin oğlumuzun sünnet mürüvvetinden sonra bir kez daha sevindik. Malum enflasyon tüketici rakamlarıyla (TÜFE) ölçülüyor. Ve bu yılın TÜFE hedefi de yüzde 20. Yılbaşında bu hedefin tutması konusunda kaygılar vardı. Meslektaşlarımızın çoğu Irak savaşı, hükümetin mali disiplinde gevşeme eğilimleri ve kurdaki hareketlilik nedeniyle hedefin pek yakalanamayacağı kanısındaydı.
Fakat savaş kısa sürdü. Böylece kur düştü. Mali disiplinde de aşırı gevşeme gözlenmedi. Bu da enflasyonda hızlı bir düşüş eğilimini başlattı. Şimdi yıl sonunda hedefin büyük ölçüde tutacağı beklentisi var. Yeter ki, sonbaharda enflasyonda tekrar bir canlanma eğilimi ortaya çıkmasın.
Hatırlayalım; haziran ayında TÜFE yüzde 0.2 eksilmişti. Yani fiyatlar düşmeye başlamıştı. Daha sonra deflasyon sürdü ve temmuzda TÜFE - 0.4 oldu. Nihayet ağustos ayında, çok düşük de olsa, pozitif bir artış gözlenmiş oluyor; 0.2. Ama bu rakam yıl boyunca sürse yıllık enflasyon yüzde 2.5 kadar olacak. Yani, giderek Batılı ülkelere benzer bir enflasyon düzeye ortaya çıkıyor.
Ağustos ayının TEFE'si de yüzde - 0.2 olarak oluştu. Ancak
Oysa makul bir yaşam standardı herkesin hakkı. Hatta uygarlığın gereği. Sağlıklı olmak, barınak, eğitim fırsatlarının olması, emeklilikte sıkıntısız bir yaşam sürdürebilmek günümüz insanının en temel hakları. Fakat bunların hepsi yeterli bir gelir gerektiriyor. Asıl sorun da burada. Üretmeyince gelir de olmuyor.Düşük ücret elbette büyük bir adaletsizliktir. Herkes emeğinin karşılığını almalı ve makul bir yaşam standardı tutturmalıdır. Çalışanlar örgütlenirse ücretler de yükselir. Mesela kamuda çalışan işçilerin bu arada toplu sözleşme görüşmeleri sürüyor. Sendikalar eylem halinde. Hükümet ise katı davranıyor. Memurların sendikal haklarının olmaması nedeniyle maaşlarının düşük kaldığını, işçilerin ise aşırı yüksek olduğu görüşünü savunuyor.Çalışanın sosyal hakları, ücretin yükselmesinden önce gelmeli. Çünkü sosyal haklar, özellikle sigortalı olarak elde edilen sağlık ve emeklilik hakları, çalışanı doğrudan ilgilendiriyor. Fakat ülkemizde bırakın sendikalı olmayı, hatta bırakın sigortalı olmayı, sigortasız bile çalışmaya hazır yüz binlerce insan var.İşsizlik en büyük adaletsizliktir. İşsizlik yoksulluktan da öte yoksunluktur. Bir insanın akşamları evine aş götürememesinden daha acı