<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ankara bu yıl ekonominin yüzde 5 büyüyeceğini öngörüyor. Bütün hesaplar da bu öngörüye dayanıyor. Ekonomistlerin de tahmini üç aşağı beş yukarı benzer. Kaldı ki, yılın ilk çeyreğinde elde edilen veriler de bu doğrultuda. Ancak ayrıntılar önemli.
Sanayi kesimindeki büyüme bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 7.8 olurken, ticari kesimdeki büyüme yüzde 11'e yaklaştı. Gerçi bundan sonraki dönemlerde yine yüksek büyüme hızları gözlense de, ilk çeyreğe göre yavaşlama olası.
Sanayi kesiminde uzun süredir parlak sonuçlar elde ediliyor. Krizden bu yana sanayinin kapasite kullanım oranı yüzde 70'lerin altından yüzde 80'lere tırmandı. Geçen eylül ayında yüzde 80.4 düzeyine çıkan bu oran daha sonra çeşitli nedenlerle düştü. Birincisi, her yıl ilk çeyrekte kapasite kullanım oranının mevsimsel olarak düştüğünü biliyoruz. İkincisi, biriken aşırı stoklar için belki bir teknik düzeltme yaşanmış olabilir. Üçüncüsü, seçim sonrası üreticiler hükümetin politikalarını görmek amacıyla üretimi yavaşlatmış olabilir. Nihayet savaşa giderken üretimin yavaşlaması, stokların eritilmeye çalışılması çok doğal. Kaldı ki, şubattan bu yana sanayideki kapasite kullanım oranı yine
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Tam iki ay önce, 18 Haziran 2003 tarihli yazımızda "Bütçe iyi gitmiyor" diye yazmıştık. Müneccim değiliz. Üstelik bilim adamlarının görevi de geleceği tahmin etmek değil; gelişen olayların nedenlerini saptamaya çalışmak. Ancak daha iki ay öncesinden bütçenin iyi gitmeyeceği görünüyordu. Malum faiz - dışı fazla da bu programın belkemiği. Tutmazsa enflasyon hedefi de şaşar, borç da dönmez, döviz kuru da fırlar gider.
Faiz - dışı fazlanın yılın ilk beş ayında yetersiz kalması, IMF hedeflerinin tutmayacağı izlenimini veriyordu. Son açıklanan veriler de aynı doğrultuda geliyor.
2003 yılının tamamında milli gelirin yüzde 6.5'u kadar, yani 20.3 katrilyon faiz - dışı fazlanın yaratılması gerekiyor. İlk 6 ayın açıklanmış resmi verilerine göre toplam 10.1 katrilyon faiz - dışı fazla elde edilmiş. İlk bakışta bu performans yıllık hedefin yarısı olduğundan kaygı yaratmıyor. Ancak bütçe açığı rakamı biraz farklı; yıl sonunda oluşması beklenen açık 45 katrilyon ve bunun 25 katrilyonu ilk altı ayda oluşmuş bile. Demek ki, yılın ilk yarısında bütçede öngörülenden daha fazla faiz ödemesi yapılmış.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Günlerdir basında Uzanlar'ın yolsuzlukları yazılıyor. Önce Uzanlar'ın sahibi oldukları ÇEAŞ ve Kepez Elektrik tesislerine el konuldu. Sonra İmar Bankası'na. Böylece büyük bir operasyon da başlatıldı.
İşin ilginç tarafı ÇEAŞ ve Kepez Elektrik'e ilk el konulduğunda, bu siyasal bir tasarruf sanıldı. "Genç Parti'nin yükselişi karşısında iktidar öç alıyor" denildi. Hatta kamu görevlilerinden bile bu yönde açıklamalar geldi. Oysa şimdi anlaşılıyor ki, devlet belki de dünyanın en büyük dolandırıcılık olgusuyla karşı karşıya. Uzanlar'ın sahibi olduğu İmar Bankası halktan para toplarken resmi kayıtlara geçmemiş. Dünya bankacılık tarihinde nadiren karşılaşılan bu durum, bankada genel bir uygulama olmuş!!. Ve miktarı da milyarlarca doları! İnanılmaz!
Böylece, ekonomide kayıt - dışı mevduat olanağı yaratılmış. Yani ülkemizde 100 milyar dolar civarında sandığımız toplam mevduat aslında çok daha fazlaymış. Resmi verilerin dışında önemli bir para miktarı İmar Bankası aracılığıyla halktan toplanmış ve bir başka kasaya aktarılmış!
İkincisi, Merkez Bankası toplaması gereken munzam karşılıkları toplayamamış. Hatta Maliye de tahsil etmesi gereken mevduat vergilerini
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Uygulanan program bir yandan bütçede tasarruf, diğer yandan da ihracatın sürekli artmasını gerektiriyor. Daha doğrusu büyümenin temel olarak ihracatla sağlanması gerekiyor.
İhracat kolay iş değildir. Nihayet ithalat üstün teknoloji ve uygun fiyatla üretilen malın içeriye pazarlanmasından ibaret. İhracat ise rekabet gerektiriyor. Ve markalaşma sağlanamadığından, bu büyük ölçüde fiyatla sağlanıyor. Ya sürekli verim artışı sağlanarak maliyetlerin düşmesi gerekiyor, ya da kurla fiyat kolaylığı sağlanıyor. Ya da her ikisi birden.
İhracata geçici katkı sağlayan etmenler var. Mesela iç piyasadaki durgunluk ihracatı teşvik ediyor. Hatta bazen zararına bile ihracat yapılıyor. Mal elde kalacağına, belli bir zarar göze alınıp, nakte dönmeye çalışılıyor. Böylece faizlerin yüksek olduğu konjonktürlerde parayla yüksek faiz kazanılıyor. Ancak iç piyasada canlanma başlayınca, ihracat yine tökezliyor.
Geçen yılın ilk altı ayında ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre ortalama yüzde 7 artıyordu. Bu dönemde kur bir ölçüde rekabet gücünü engellese de, yine de çok düşük sayılmazdı. Nitekim, iç piyasadaki durgunluk sonucu ihracat sürdü. 2002 yılının ikinci yarısında ise
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Amerika'nın Türkiye'den asker talebinde bulunacağı belliydi. Daha önce birçok yazımızda bunu belirttik. Irak'ta bir türlü istikrarı sağlayamayan ABD şimdi gözünü yine Ankara'ya çevirmiş, yardım bekliyor. Çünkü bir ülkeyi savaşla yenmekle, halkını yönetmek ayrı şeylerdir. Ülkeyi yönetebilmek kamu iradesi, halk desteği ister. ABD'nin ise Irak'ta bu iradeye sahip olmadığı ortaya çıktı.
Türkiye ABD'yle beraber Irak'la savaşmak istememekte haklıydı. Komşu bir ülkenin ordusuna (ve bu arada halkına) bomba yağdırmak uzun vadede hiç de sağlıklı olmayacaktı. Ancak yanlış olan, bunun önceden nedenleriyle ABD'ye açık açık anlatılmamasıydı. Oysa AKP hükümeti aksine bunu para pazarlığına dönüştürdü. Ve sonunda (ABD'ye teminat vermesine rağmen) Irak'a asker gönderme konusundaki tezkere Meclis'te reddedildi. Bu da diplomatik bakımda hoş olmadı.
Ancak şimdi durum farklı. ABD savaşmak için değil, Irak'ta istikrarı ve düzeni sağlamak için yardım talep ediyor. Ve sadece Türkiye'den değil, birçok ülkeden bunu istiyor. Yine de ilk bakışta Türkiye'nin bunu kabul etmesi kolay değil. Çünkü ABD'nin bu bölgede emperyal amaçlar güttüğü görülüyor. Ve Türkiye'nin buna alet olmasını
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Irak ordusu çabuk çözülünce Amerikalılar hızlı bir askeri başarı elde etmişlerdi. Ama askeri başarıyı sivil başarı izlemedi. Bir türlü Irak'ta istikrar sağlanamadı. Halkla barışık olmak için oluşturulan konsey de halkın gözünde ne otorite, ne de saygınlık kazanabildi. Şimdi ABD çeşitli ülkelerden topladığı askerlerle uluslararası bir otorite sağlamaya çalışıyor, ama bunun da başarılı olup olmayacağı belli değil.
Amerika'nın başında bir başka dert daha var; ekonomik durgunluk. Amerikan ekonomisi bir türlü toparlanamıyor. Amerikan merkez bankası Federal Reserve sürekli faiz indirse de doğrultu değişmiyor. Gerçi, 1990'lı yıllarda başlayan emek verimliliği artışı sürüyor. Nitekim, geçenlerde yılın ikinci yarısında işçi başına üretimin yüzde 5.7 arttığı açıklandı. Ama bu açıklamayla kimse sevinemedi. Çünkü hayli yükseklere tırmanmış olan işsizlik böylece azalmış olmuyordu. Kaldı ki, son on yılda teknoloji sektörünün borsa fiyatları fırlayıp giderken de işsizliğin sona ermediği görülüyordu.
Bununla beraber, iyimserler istihdam artışının genellikle üretim artışından sonra oluştuğuna dikkat çekiyorlar. Demek ki önce kalıcı bir büyümeye geçilip geçilmediğini
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ekonominin temeli sınırlı kaynaklarla azami üretimin yapılması. Bu da üretimde verimlilikle elde ediliyor. Kısacası "ekonomide ana hedef verimliliğin artırılmasıdır" denebilir.
Bu hedef aynı zamanda, tüketicilerin refahını veya tatminini artırır. Çünkü tüketici tatmini, ya daha fazla, ya da daha ucuza mal ile artar. Ancak bu da yetmez. Tüketici aynı zamanda kalite arar. Ucuz ama kalitesiz malı kimse istemez.
Türkiye'de uzun yıllardır kamu kesimindeki verimsizlik hep konuşulur. Doğrudur da. Ancak sanki özel kesimde verimsizlik yoktur! Oysa kimi zaman mislisiyle vardır!
Verimsizlik bazen emeğin kullanımında, bazen de sermayenin kullanımında karşımıza çıkıyor. Kamu kesiminde üretim ya da hizmetin aşırı istihdamla yapıldığı biliniyor. Hemen bir örnek verelim: Turkcell'in 16 milyonu aşan abonesi var. Türk Telekom'un da 20 milyon civarında. Oysa Turkcell'de 2200 kişi çalışıyor. Türk Telekom'da ise 63 bin! Üstelik Türk Telekom'da hizmet kalitesi çok daha düşük. Siyaset işsizleri kendi güdümündeki kuruluşlara sokarak halletmiş! Daha doğrusu resmi işsizlik azalmış, ama ortaya verimsizlik çıkmış.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İyimserliği de, karamsarlığı da abartırız. Bu ara iyimserlik moda. Gelecekle ilgili hep pembe tablolar çiziliyor. Oysa kronik iyimserlere de, kronik felaket tellallarına da karşıyız. Hiçbir zaman işler aynı yönde gitmez. Gerçek bazen olumludur, bazen de olumsuz. Hatta trend olumlu iken, olumsuz unsurlar da olabilir ya da tersi.
Enflasyon düşüyor. Büyümede çok olumlu sinyaller var. İhracat, olumsuz koşullara rağmen, performansını sürdürüyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik süreci artık olumlu bir doğrultuda. Parlamento pire gibi çalışıp uyum yasalarını hızla çıkarıyor. Kıbrıs'ta bir çözüme gidilemese de, daha ılımlı bir yaklaşım üstlenilmiş görünüyor. En azından gergin ortam ortadan kalktı. Yolsuzlukları ayyuka çıkan bazı sermaye grupları ayıklanıyor. Keşke devamı gelse! Çünkü bu konuda ülkemizin sicili hayli bozuk.
Bütün bunlar bizi iyimserliğe sürüklese de iç karartan gelişmeler de olmuyor değil. Mesela şu orman niteliğini yitirmiş arazilerin satılmasına ilişkin anayasal düzenleme; adaletsizliğin zirvesine çıktı. Hükümet ek gelir elde etme bahanesinin ardına sığınsa da, gerçek çok farklı. Çünkü yıllarca orman niteliğinde olan, yahut da bu